Prof. Dr. Ramazan Altıntaş
Birliğimizin Sembolü: “Camilerimiz”
Birliğimizin Sembolü: “Camilerimiz”
Camilerin birinci fonksiyonu, namaz kılma mekânı oluşudur.
Namaz ise, bağımsızlığın simgesidir.
İslam öncesi Mekke müşrikleri Allah’ı putlar vasıtasıyla sembolleştirmişlerdir. Amaç, ona daha çok yakın olmaktır. Bazen bu sembolleştirme, Allah’ın bir sıfatını temsil şeklinde olmaktadır. Bu sebeple İslam, insan şahsiyetini de yok eden putperestlikle mücadele etmiştir. Maalesef bu putperestlik düşüncesi, belli bir tarihsel süreçten sonra, özellikle Hıristiyanlar tarafından Kiliselere sokulmuştur. Bugün kiliselerde; Haç, Hz. İsa ve Meryem Ana figürleri bunun en açık örnekleridir. Brahmanizm’de ise, tanrı dört elli bir ikon objesiyle temsil edilir. İslam’da ise, hiçbir nesne Allah’ın bir benzeri olamaz. İşte namaz, tevhidi en güzel bir şekilde sembolize eder. Toplu olarak kılınan Cuma, teravih, bayram namazları ve cemaat halinde eda edilen beş vakit namazlarda Gayr-i Müslimlerin bu olayı canlı olarak izlemeleri onlar üzerinde müthiş bir etki yaratmaktadır. Kendisinden dinlediğim kadarıyla Kanadalı bir bilim adamının hidâyet öyküsü, Fas’ta bir camide izlediği ve gözlemlediği namaz sayesinde olmuştur. Onun için turistlerin camilerimizi gezmelerinde böyle faydalar da vardır.
Diğer taraftan camilerimiz, diğer din mensupları için de hoşgörü kültürünün yayıldığı yegâne mekânlardır. Hz. Peygamber, başka ülkelerden gelen heyetleri ve elçileri camide karşılar, görüşmeleri ve müzakereleri orada yapardı. Birgün saldırmazlık antlaşması yapmak için Medine’ye Necran heyeti gelir. Necran, bugün, Güney Arabistan’da Yemen sınırları içerisinde bulunmaktadır. Bunlar, Hıristiyan bir topluluktur. Hz. Peygamber zamanında burada Hıristiyanlar yaşıyordu. İşte Mescid-i Nebi’de yapılan bu oturum esnasında, Hıristiyan heyetin başkanı oturuma ara verilmesini ister. Bunun üzerine Hz. Peygamber, ona “nereye gidiyorsun?” , “ne yapmak istiyorsun?” diye sorunca, heyet başkanı: “Şimdi ibadet saatimizdir, biz camiden çıkacağız ve ibadetimizi yaptıktan sonra geri döneceğiz” demelerine karşılık Hz. Peygamber, onlara:
“Şayet, sadece ibadet etmek için çıkıyorsanız, gitmeyin ve ibadetinizi camide yapın” buyurur. Onlar da ibadetlerini camide yaparlar. İşte İslam’da gerçek hoşgörü bu. Bugün Batı ülkelerinde birçok Kilise cemaatsizlikten dolayı kapanmakla yüz yüzedir. Müslümanlar teravih namazları için kullanmaktadırlar bu mabetleri. Elbette bu tür uygulamalar, farklı din mensupları arasında hoşgörü ve barışın yayılmasına katkıda bulunacaktır.
İslam tarihine baktığımız zaman, Müslümanlar Kur’an’ın bir emri olduğu için, gayr-i müslimlerin ne havralarına ve ne de kiliselerine dokunmamışlar, hatta onların mabetleri kadar kültür varlıklarının ayakta kalması yolunda büyük gayret sarf etmişlerdir. İstanbul’u fetheden atamız Fatih Sultan Mehmet, yayınladığı fetih bildirisiyle, Müslüman’ı camide, Yahudi’yi havrada, Hıristiyan’ı kilisede görmek istemesi, dinî hoşgörü açısından büyük bir olaydır.
Bugün, İslam memleketlerinin birçoğunda, gayr-i müslim ahalinin mabetleri ayakta durmaktadır. Bu elbette, İslam’ın diğer din mensuplarına, onların mabet ve kültürel varlıklarına tanıdığı hoşgörünün bir neticesidir. Maalesef, günümüzde bile, Müslümanların bu hoşgörülü yaklaşımını, bazı Müslüman olan ve olmayan ülkelerde varolan İslam medeniyetinin canlı abideleri Osmanlı eserlerine karşı bulamıyoruz.
Özellikle Balkan coğrafyalarında Türk-İslam medeniyetine ait, tarihi eserlerimiz, başta camiler, hamamlar, çarşılar, medreseler vb. gibi kültürel varlıklarımız yok edilmektedir. Bosna-Hersek savaşında Sırpların önce cami, minare ve Osmanlı yadigârı Mostar köprüsü gibi tarihi köprüleri vurduğunu gözlerimiz yaşararak seyrettik. Bugün ata yadigârı olan bu camileri ve tarihi Mostar köprüsünü tamir etmek ve yeniden yapmak yine aziz milletimize nasip olmuştur. Bu da milletimiz için onur vericidir.
Hâlâ günümüzde kimi toplumlarda ‘Müslüman-Türkler’ hakkında önyargılar devam ediyor. Cemil Meriç’in dediği gibi, “ Bütün Kur’an nüshalarını yaksak, bütün camileri ve minareleri yıksak Batılı’nın gözünde yine Osmanlıyız, yine Müslümanız!”. Halbuki Osmanlı fethettiği topraklarda hiçbir zaman havra ve kiliselere dokunmamıştır. Çünkü o, bu konudaki olumlu tutumunu Kur’an’dan almıştır. Umarım, son zamanlarda artırılan medeniyetler arası ittifak çabaları, bu kültür yıkıcılığının önüne geçmeye de hizmet eder.