Haşim Akın
Biz Bu Hale Ne Zaman Geldik?
Geçici bir hayatı yaşıyoruz. Aslında konuşurken bunları biliyoruz. Kimse dünyaya kazık çakacak değil. Her gün yanımızdan / yakınlarımızdan ölenler oluyor. Onların cenazelerini belki de elimizle kabre indireceğiz. Bir defa yaşıyoruz bu hayatı. Hal böyle olunca da bir defa doğuyoruz.
Bir defa doğunca işlerimizi de bir defa yaşarız. Bu hayatın tekrarı yoktur. Geçen hafta kıldığım Cuma namazını sadece bir defa kıldım. Geçen haftaya ait veya düne ait namaz görevlerim önüme bir daha gelmeyecek. Biz her şeyi bir defa yaşarız. Hiç kimse ilkokula başladığı günü bir daha yaşayamayacak. Öğretmenliğe başladığım ve o tarifsiz heyecanı yaşadığım ilk günümü nasıl yeniden yaşayabilirim ki?
Evlilik gibi bir Müslümanın hayatını ciddi anlamda etkileyen ve şekillendiren önemli bir olayı da bir defa yaşayacak. (Biz bir defa diye niyet etsek de ilahi takdir sayısını çoğaltabilir. Ona da rıza göstereceğiz.) Hal böyle olunca da garip ve tanımlanması zor bir heyecan ve savrulma başlıyor. Sadece bir defa yaşayacağı gerekçesiyle neredeyse tüm sınırların kaldırıldığı bir tören hayali başlıyor. Zira modern insan sınırları olmayan nefsinin arzularına kolayca uyabileceği bir hayatı arzu ediyor. Şimdi yaz tatili bitmek üzere. Böyle olunca da evlilik akitlerinin sıklaştığı bir dönemi yaşıyoruz. Evlenecek gençler heyecanlı, aileler endişeli, akrabalar başka bir kaygı ve ikilemin içinde. Böylesi bir düğünde bulunmasa akrabalık ilişkileri zarar görecek, gitse Rabbiyle olan ilişkiler zedelenecek... Yani iki ucu da bana batan bir iğne var burada. Ne yapmalı ve nereye yönelmeli? Ortada kalmak mümkün değil.
İnsanların Allah’a en yakın olduğu ve günah işlemekten en uzak olacağı anlar namaz hali ve mescitler olmalı. Namazda avret yerlerini örten ama düğünde Allah’ı unutan Müslümanlar... Namazda kadınları ayrı bir safta tutan ama düğünde karışıklığa müsaade eden Müslümanlar... Garip bir hayatı yaşıyoruz değil mi?
Düğün evleri cenaze ve matem evi değildir. Burası en güzeli ve helalinden sevincin ve mutluluğun yaşanması gerektiği yerlerdir. Bu konuda hem sınırları aşmayan hem de insanların güne ait duygularını hoş tutacak uygulama tavsiye ve örnekleri de mevcuttur.
Ben Anadolu’nun kendi şartları içerisinde haram - helal kaygılarının olduğu, sınır tanıyan ve belirli adetleriyle yaşama tutunan bir köyünde dünyaya geldim. Burada da düğünler yapılırdı. Bazı kaçamak bakışlar, gizli gözlemler, bir köşeden dikizleyen gençler olsa da alenen ve inatla yapılan bir hata olmazdı. Ancak bu alışkanlık ve adetlerin üzerinden çok geçmedi ki her şey değişi verdi. Şimdi köy meydanında veya bir salonda kadın ve erkekler asla birbirinden ayrılmadan, kılık kıyafet ve davranışlarda bir sınır ve tahdit görmeden eğlence başladı.
Helal bir işe haramla başlamak çok garip bir duygu olmalı. Çevreye bakıp da kendimize şekil veremeyiz. Hiç kimse bu konuda suçu başkasına atamaz. Çocuğunuz eline aldığı bir bidon benzinle evinizi veya arabanızı yakmak istese, “çocuktur bir gün akıllanacak” mı diyecektiniz? Alnınıza silah doğrultan bir akrabanıza nasıl müsamaha gösterecektiniz? Müslümanların Müslümanca bir duruşu ve bakışı olmalı. Bunu başaramazsak savrulacağımız yerin sınırlarını da bilemeyiz.
Hele ki birkaç gün süren, içinde Allah’ın ve ayetlerinin unutulduğu düğünlere davet edilen mahalle imamı kardeşimizin yaptığı “Ya Rabbi bunlara Hz. Âdem ve Hz. Havva’nın, Hz. Muhammed aleyhisselamla Hz. Hatice’nin muhabbetini ver. Bunlara salih hayatlar ver...” duası çok garip kalıyor. İslam, Hristiyanlık gibi insanların kafasına göre yaşayacağı ama bir noktada yapılan bir dua ile günahların temizleneceği bir hayatı öngörmez. İslam dini bir fiili yasak etmişse bunda anneleri ve kızları ayrı kategoride değerlendirmez. Menedilen bir günah, babalar ve oğullar için farklı bir durum ortaya çıkarmaz. Hatta buna engel olması gerekirken yanlış bir yolu açan ve arkasındaki cahil(!) insanların da buraya düşmesine sebep olanlar daha farklı değerlendirilir ve suça ortaklık ederler. “Gençliktir işte...” diye başlayan cümleler, şayet bir harama izin verecekse bu nefsin ve şeytanın bir aldatmacası olabilir ancak.
Anne babalar “çocuklarına söz dinletememe” girdabından, gençlerse “ele güne karşı rezil olma” endişesinden kurtulamıyor. Ancak helal lokma yedirme hassasiyetimiz azalırsa, çocukların midesine gren bir dilim çikolatanın üretim yeri veya hijyen şartlarına gösterilen hassasiyet onun kalbine ve beynine girene gösterilemezse sonra bazı hataları engellemek mümkün olmayacaktır.
Biz namazda ve oruçta Müslüman olduğumuz kadar düğünlerimizde de Müslüman kalmanın mücadelesini vereceğiz.
“Kınayanın kınamasından korkmamak” gibi çok ulvi ve güzel bir sıfat, Allah’ın sevdiği mümin kulları içindir.
Hele de zor zamanda Müslüman olabilmek ve kalabilmek...
Ne mutlu o zor zamanların örnek Müslümanlarına...
Bizi boğmaya niyet etmiş bu düğümü çözmek için herkes imkânı kadar işe el atmalıdır...