Serpil Yalçınkaya
Bizim Kaf Dağımız Takkeli
Bir varmış bir yokmuş…Evvel zaman içinde kalbur saman içinde, bundan binlerce binlerce yıl öncesinde, elektriğin olmadığı, araçların, otobüslerin, bilgisayar ve cep telefonlarının ve hatta domatesin, çikolatanın, şekerin olmadığı zamanlarda insanların en büyük amaçlarından birinin barınma ve korunma olduğu çağlar varmış yaşanmış… İşte öylesi zamanlarda bir araya gelip topluluk oluşturan insanlar ve bu insanların başına geçen liderler, halkının bir arada huzurlu ve sakin yaşamalarını sağlayacak yerlere ihtiyaç duyarlarmış.
Tam da o çağların başında Konya henüz bu adı almadan çoookk çookk öncesinde Kybele adında bir sultan( Mitolojide adı geçen bir Tanrı ifadesini kızıma anlatmak zor olacağı için sultan demeyi uygun gördüm) yaşarmış, sana anlattığım gibi sakin, huzurlu ve yemyeşil ormanların içinde… Sultan Kybele yürüyüşe çıktığı bir gün uzaklardan kulağına çok hoş gelen bir ses duymuş, bu insan ya da hayvan sesi değilmiş, farklı bir şeyin, daha önce hiç duymadığı bir şeyin sesiymiş. Etrafını araştırıp sese doğru gidince bu sesin bir çobanın çaldığı aletten geldiğini anlamış ve çobanı sarayına davet ederek hizmetine almış… Günler günleri kovalarken çoban rahatsızlanarak vefat etmiş (Kybele tarafından öldürtülmüş demek istemediğim için). Buna çok üzülen Kybele sevdiği çoban Atis’i çam ağaçlarının varlığında hissettiğinden tüm saray halkına çam ağaçlarının kesilmesini yasaklamış. Ve o zamanlarda çam ağaçları kutsal sayılmaya başlanmış, tüm bu gördüğün yerler çam ağaçlarıyla kaplanmış. Şimdi tırmanmaya çalıştığımız bu dağın bulunduğu yer de adını o sultanın adından almış Kybele yani günümüze kadar değişe değişe “Gevale” adını almış. Ama biz uzaktan gördüğümüz kale burçları sebebiyle Takkeli Dağ diyoruz buraya.
-Eee anneciğim sonra ne olmuş?
-Dur kızım bir dakika …(bu tarihi mirasın günümüze kadarki sergüzeştini zihnimde onun anlayabileceği tam bir metin haline dönüştürmeye çalışarak vakit kazanmaya çalışıyorum.)
Bu olayın üzerinden yine çookk çookk uzun zamanlar geçmiş.Bir çok topluluklar, medeniyetler görmüş buralar, Hititler, Romalılar…Sonrasında Gevale Bizanslıların eline geçmiş.Türkler Anadolu’ya geldikten sonra, Türkler’in başında bulunan komutanlardan biri olan Süleyman Şah Bu Gevale Kalesi’nin bulunduğu yere gelmiş, burayı fethetmek istemiş. Ama kale hem çok yüksek hem de fethedilmesi çok zormuş.
Lakin Süleyman Şah zeki bir adammış, savaşarak bu kaleyi ele geçiremeyeceğini anlamış ve Bizans komutanına bir elçi göndermiş;
“Biz buralara fetihler yapmaya geldik. Boşuna kan dökmek istemiyoruz.Yanınızdaki yiyecek ve içeceğiniz size ancak üç ay yetebilir. Bizse burada üç ay değil, altı ay da bekler, ama kalenizi er geç teslim alırız. Siz de aç, susuz kırılır, gidersiniz. Kozumuzu mertçe paylaşalım. Eğer komutanınız kendine güveniyorsa, kalede titreyip duracağına meydana çıksın.. Başabaş dövüşelim. Ben yenilirsem, askerlerim çekilip gider, siz de rahat edersiniz. O yenilirse kaleyi teslim ediniz. Buyruğumuzu tanıyınız.”demiş.
Bizans komutanı Romanus Makri, teklifi reddetmeyi onuruna yediremeyip kabul ettiğini bildirmiş. Ertesi gün çelik zırhlara bürünmüş atlı Bizans komutanı, tepeden aşağı koştururken Süleyman Şah da atına binmiş, onu bekliyormuş. Birbirlerine girmişler, ortalık toz duman olmuş. Her yerden kılıç sesleri duyuluyormuş. Derken atlılardan biri yere kapaklanmış. Öteki de atından inerek yerdekinin üzerine atılmış. Bizanslılar heyecandan çığlıklar atıyor, Türkler ise Allah'a dua ediyorlarmış. Az sonra toz duman içinden zırhları parça parça bir adam görünmüş. Türklerin tarafına gelince bunun Süleyman Şah olduğu anlaşılmış. Birden "Yaşa. Varol yiğit Şahım!" sesleri gökyüzünde yankılanmış. Bizanslı komutan mağlup olmuş.
-Söyle bakalım sence bu kaleyi almak niçin bu kadar önemliymiş?
-Niçin anneciğim?
-Çünkü bu kaleyi alanlar Konya’ya da ancak o zaman hakim olabilirlerdi. Şimdi birazdan dağın en tepesine çıktığımız vakit ne demek istediğimi daha iyi anlayacaksın güzel kızım. Konya’nın her yerini buradan görebildiğini fark edeceksin. Ve yıllar boyuca sultanlar zor durumlarda bu dağa ve kaleye sığınmışlar. Gevale Kalesine sahip olmayan, Konyaya sahip olamaz anlayışı tarihi bir gerçek olarak bilinmektedir. Ve işte güzel kızım Gevale Kalesi’nin alınması ile Konya böylece Türklerin eline geçti. Bir süre sonra da Konyamız Anadolu Selçuklu Devleti’nin başkenti oldu…
Bak buralarda ibadet yerleri, barınaklar, şu ileride mezarlar, diğer tarafta zindanlar var. Ama az önce de dediğim gibi bunlar binlerce yıl önceki insanlardan kalma …Şimdi bize düşen bu mirasa sahip olup buraların düzenlenmesini sağlamak, yıkılıp gitmesini, yok olmasını önlemek. Bu işi yapan konunun uzmanı insanlar var tabi ki. Herkes bu işi üstlenemez. Kazı ve adına restorasyon dediğimiz bu işi de durak yerlerinde bize anlatım yapan Ahmet Bey ve ekibi üstlenmişler.
-Bak tatlım, uyuz hastalığına yakalanan çocukları şuradaki su birikintisindeki suyla yıkadıklarına dair hikayeler de söylenmekte, bu sulardaki mineraller o hastalığı iyileştirirmiş, çocuklar bir daha o hastalığa yakalanmazlarmış…
-Anneciğim ben bu masalı da, burayı da çok sevdim. Konya harika görünüyor burdan, rüzgar da çok güzel esiyor, yaşasın, yaşasın!!! İyi ki geldik buraya…
Yukarıda yazdıklarım geçtiğimiz hafta sonu Türk Yazarlar Birliği Konya Şubesi’nden aldığım davetle, hele ki ailecek katılabileceğimin de belirtilmesi üzerine çocuklarıma “Kırmızı alarm! Kırmızı alarm! hemen bana yardımcı olursanız, şu işlerimin bir kısmını hafifletebilirsem sizi çok farklı ve güzel bir yere götüreceğim; hem de oranın hikayesini anlatacağım” diyerek başladığımız günde yaşadıklarımızdandı.
Şehrin bunaltıcı sıcaklığına rağmen her an esen haliyle, tertemiz, derin derin nefes alma imkanı sağlayan havasıyla Takkeli Dağ’a çıktık o gün.
Necmettin Erbakan Üniversitesi Sosyal ve Beşeri Bilimler Fakültesi Sanat Tarihi Bölüm Başkanı Prof. Dr. Ahmet Çaycı’nın anlatımı eşliğinde oldukça farklı ve eğitici bir gün geçirmiş olduk ailece.
Selçuklu Belediyesi, Konya Müzeler Müdürlüğü ve üniversitenin iş birliğinde 2012 yılında arkeolojik kazılara başlanılan Gevale Kalesi’nde oldukça büyük mesafeler katedilmiş.
Sağolsunlar Ahmet Çaycı Bey tek tek anlattı her bir noktayı ve çalışmalarının başından beri meydana çıkan gelişmeleri.
“Yolunu kaybedersen yüzünü Takkeli Dağ’a dön ve düz yürü.” diye yıllarca oğluma yaptığım esprili yol tarifiyle hayatımızda yeri olan; memleketimizin temel direği Takkeli Dağ’la ilgili böyle bilgilere ulaşmak onu da çok mutlu etti ve daha da sahiplendi. Bu kadar yakınımızda olan bir tarih mirasının varlığı ve efsanesi bile çocuklarımı farklı farklı mecralara yönlerdirdi şu birkaç gündür.
Tarihimize ilgilerini sağlama adına, daha bilinçli ve entelektüel bir yaşam tarzını şimdiden zihinlerine kazıma adına haydi çoluk çocuk bir yolunu bulun ve Gevale’ye, Takkeli Dağ’ımıza bir an önce çıkın efendim…
Teşekkürler Türkiye Yazarlar Birliği Konya Şubesi yöneticileri, teşekkürler Ahmet Çaycı Hocam…