Böyle kul hakkı duydunuz mu?
Osmanlı Devleti, Rum vatandaşların ricası üzerine geleneksel cami inşa tarzın değiştirdi ve kul hakkına girmemek için minareyi ters yana koydu. Bakın bu örnek günümüzde yaşadığımız hangil olayları çağrıştırıyor.
Osmanlı Devleti, Rum vatandaşların ricası üzerine geleneksel cami inşa tarzın değiştirdi ve kul hakkına girmemek için minareyi ters yana koydu. Bakın bu örnek günümüzde yaşadığımız hangil olayları çağrıştırıyor.
Güneş hakkı duymuş muydunuz?
Aşağıda izah edeceğim. Ama önce yazıya bir giriş yapmak gerekiyor.
Bir insanın Hz. Ali’ye veya Mevlana’ya 10 lira borcu olması ile Ebu Cehile veya Hitler’e 10 lira borcu olması arasında kul hakkı açısından hiçbir fark olmadığını biliyor muydunuz?
Hz. Ali’ye veya Mevlana’ya borcunuzdan dolayı daha çok, Ebu Cehile veya Hitler’e borcunuzdan dolayı daha az günaha girmezsiniz.
Kul hakkı kul hakkıdır.
Bir seri katile olan borcunuz mübarek bir insana olan borcunuzdan daha önemsiz değildir.
Borcumuz olan insanın dini, milliyeti, mezhebi, ideolojisi, mümin veya ateist olması borcun önem derecesini değiştirmez. Kul hakkı kul hakkıdır...
Devlet hizmetini vatandaşın ayağına götürürken de aynı şekilde davranır...
Hizmet alma hakkı açısından oy verenle vermeyen arasında fark yoktur.
12 Mayıs 2008’de bu köşede, “Bu caminin minaresi neden ters?” başlıklı bir yazı kaleme almıştık. Yazıda, İstanbul’un fethinden sonra şehirde ilk inşa edilen camilerden olan Sultanahmet’teki Firuzağa Camii’nin minaresinin camiye yakın oturan Rumların ricası üzerine tüm tek minareli camilerde olduğu gibi arka sağ köşeye değil, arka sol köşeye konulduğunu anlatmıştım. Camiye yakın oturanların Rumların bu talebinin gerekçesi, minarenin güneş ışığını kesmemesi ve güneş minare etrafını dolanırken 15-20 dakikalığına bile olsa güneşlerine mani olmamasıydı. Bu talep Osmanlı yönetimi tarafından tereddütsüz hemen yerine getirildi. (Fotoğraf için tıklayınız)
Osmanlı Devleti hakikaten sadece dini, milliyeti ayrı insanların değil, kurdun kuşun bile huzur içinde yaşadığı rüya gibi bir toplum yapısı inşa etmişti. Biliyorsunuz, Bursa’daki Ulu Cami’nin içinde namaz mahallinde yapılan şadırvan da zaten, cami için istimlâk yapılırken bir Rum’un yerini isteksiz vermesi üzerine, gönülsüz verilen yerde huşu ile ibadet nasıl yapılır ki düşüncesinden hareketle inşa edilmemiş miydi?
Gönül, herşeyde gönül... Mesele gönülleri de tatmin edecek bir düzen oluşturmak.
Sözü şuraya getirmek istiyorum.
İstanbul Üsküdar’da oturan bir arkadaşım, 8-10 sene önce inşa edilen ve 10 kat izin verilen komşu apartmanın kendi binalarının güneş ışığını kestiğini ve belediyeden işini bağlayan insanların konu-komşu ile helalleşme gereği bile duymadan sanki yanlış bir iş yapmamış gibi hayatlarına devam ettiklerini söylediğinde, yukarıdaki Firuzağa Camii’nin hikayesini henüz bilmiyordum. Arkadaşım yaşadığı sıkıntıdan yola çıkarak lafta değil işte, nasıl sağlanacak bu adil düzen diye soruyor ve hakkını helal etmeyeceğini ifade ediyordu.
Osmanlı Devleti’nin başka din mensuplarına gösterdiği hak-hukuk anlayışının binde birini, kendisini dindar diye konumlandıran insanların kendi dindaşlarına bile göstermemesi ne acı...
Engelliyi engellemek...
Yazıma son vermeden önce bana etkileyici gelen, farkına varmadan insanlara ne güçlükler çıkarıyoruz diye sormama neden olan bir örneği sizlerle paylaşmak istiyorum.
Özürlüler İdaresi Başkan Yardımcısı Sayın Reyhan Gazel, benzer bir konuyla ilgili yazdığım bir yazının ardından gönderdiği e-mailde aşağıdaki anekdotu paylamıştı bizimle. Şu satırlar Sayın Gazele ait:
“Değerli Hocam, bizim alanımız aslında her gün manşet olacak olayları içeriyor ama nedense medyada beklendiği ölçüde yer bulamıyor. Ülkemizdeki engellilerin yaşadığı sıkıntılar çok fazla. Geçen gün ağır engelli bir çocuk annesi yanıma gelip 3 yıldır verdiği hukuk savaşı konusunda benden destek istedi. Kadının kocası yok. Ağır görme ve zihinsel engelli 20 yaşındaki oğluyla tüm dertlerini bir tarafa bırakarak 3 yıldır mahkeme koridorlarında mücadele veriyormuş. Bu derdinin çözümü halinde mutlu yaşayacaklarına inanmışlar. Başka türlü mutluluk onlara harammış. Dertleri ne mi dersiniz? Yazlıktaki alt kat komşularının penceresinin önündeki sundurma...
Şaşırdınız değil mi? Ben çok sayıda benzer sorunla sürekli karşılaştığım için hiç şaşırmadım. Görme ve zihinsel engelli çocukla yaşam mücadelesi vermek inanılmaz zor. Çocuk hissederek yaşıyor, görmeden ve bilmeden... Çocuk bir keresinde ayağını balkondan dışarı çıkarıp sundurmaya değmiş. O günden sonra orasının basılabilecek bir yer olduğunu düşünerek sürekli dışarı çıkmak için oraya hamle yapıyormuş. Haliyle sürekli tehlike halinde yaşıyormuş. Ankara’da zaten apartmanda kış boyu evden çıkamadıklarından sadece yazlıkta mutlu oluyorlarmış. Ama yazlık 3 yıldır onlara cehennem olmuş. Çocuk sürekli oradan dışarı çıkmaya çalışıyor, bu nedenle anne onu yalnız bırakıp korkudan tuvalete bile gidemiyormuş...
Hukuk savaşını kaybetmemek için direren anne, sürekli komşu ve tüm yerel yöneticiler tarafından azarlanınca sonunda dayanamayıp tazminat davası açmış. Ama orada da işler umdukları gibi ilerlememiş. Son çare bize geldi. Ben sorunu Allah’ın izniyle 5 dakikada çözdüm çok şükür. Kadın şaşırdı, inanamadı. Uzun uzun ağladı, çok dua etti. Nasıl mı? Hemen ilin milletvekilini aradım. Bu çok önemli bir konu dedim, durumu izah ettim. O da bizlere inanıp güveniği için hemen ilgili belediyenin meclisinde konuyu gündeme aldırma sözünü verdi. Bir hafta içinde belediye vatandaşa mani olan sundurmayı yıktırdı. Basit bir sundurmanın bir ailenin hayatını karartmasının önüne ancak bu şekilde mani olabildik.”
Reyhan Gazel Hanım’ın anlattıkları böyle.
Değerli dostlar, görüyorsunuz, ben yaptım oldu anlayışı ile işlerimizi gördüğümüzü sanırken aslında farkında olmadan ne canlar yakıyor, insanlara ne zorluklar çıkarıyor, nelere sebep oluyoruz.
Arabayı usulüne uygun park etmemenin bile bir kul hakkı olduğunu ve ahirette her türlü kusurumuzla yüzleşeceğimizi biliyor muydunuz?
Dünya tamahkarlığında madem sınır tanımıyoruz, hiç olmazsa helalleşmeyi bilelim. Öbür yakada işimiz gerçekten zor.
Prof. Dr. Osman ÖZSOY – Haber 7