Seyit Küçükbezirci
Burada bir “Fisebilillah İnsanı” Mehmet Özkürkçüler anlatılıyor
- Bezgin ve bıkkın çıkıverdim, dar sokağa.. Ayaklarım, bir hoş; taşımaktan usanmış gibi... Karşıdan görünüverdi, kimselerin bilemediği, bilemeyeceği bir "yol kesişmesi" oluyordu.. Dört yıla yakın görmemiştim.. Bana doğru geliyordu, bütün benliği ile gülerek..
"- Şu cay ocağının gölgesine oturalım" dedi.. Sanki dört yıl değil, dört gün önce ayrılmıştık.. Sakallarına kar yağmıştı. Ama, yine bütün benliği ile gülüyordu.. Gözleri aynıydı, hiç değişmemişti.. Anlattı , anlattı, anlattı .. Yine kırk yıldır yaptığı gibi kendi derin vadisinde akmaya devam ediyordu..
- Selçuk Eğitim Enstitüsü'nde öğrenciydim, öğrenci derneği başkanıydım.. Bir "enstitü" yoktan var edilmeye çalışılıyordu.. Hüseyin Köroğlu müdür, Bekir Elam müdür yardımcısı.. Sultan Veled Caddesi Türk Eğitim Derneği Binalarından taşınılmış, 'Yeni Meram yoluna.. Her şey lâzım, ama, her şey kıt / kanaat.. Selçuk Eğitim Enstitüsü' nü "Büyük ve Çağdaş Enstitü" yapmak için bir avuç idealist gece/ gündüz demeden emek veriyor.. O da onların içinde.. Kitaplık kurmaya çalışıyor, öğrencilerin imkânlarını iyileştirmeye çalışıyor; görevi olsun/ olmasın Enstitü'nün her şeyine katkıda bulunmak için çırpınıyor..
-Sonra 70'li yıllar.. Mimarlık- Mühendislik Akademisi.. Gazi Lisesi'nin yanındaki küçük binalarda bir büyük "Akademi" oluşturma gayretleri; sonra, Cıvıloğlu'nda bitmek tükenmek bilmeyen gayretler; "Pir Aşkına", Fisebilillâh..
Selçuk Üniversitesi'nin ilk kuruluş yılları. Binadan araç / gerece, kitaplıktan öğretim üyesi bulma çabalarına kadar her girişim ekibinin içinde o da var...Onun için Selçuk Eğitim Enstitüsü'nden, Mimarlık- Mühendislik Akademisi'ne, oradan Selçuk Üniversitesi'ne uzayan altın çabalar zincirinin her halkasına verilen nice emek..
-" Biçcimez"de oturuyordu. " Mütevazi yaşam" gerçekten ne anlama geliyorsa, öyle yaşıyordu.. Tomata/ biber ekiyor, sağım ineğine seviniyor, tavuk besliyordu.. " inanan insanlar"ın dinginliği, sabrı içinde, aralıksız dolaşıyor" Büyük Konya", "Büyük Selçuk Üniversitesi" rüyalarının gerçek olmasına çabalıyordu.. Büyük hayallerinin gerçekleşmesinin zor olduğunu söyleyenlere " Topal karınca" misalini veriyor; "ulaşamazsam yolunda ölebilirim" diyordu..
- Alâaddin eteklerinde, dar sokakta çay ocağının gölgesinde oturuyoruz, birer demli çayın eşliğinde.. " - Bir çay daha söyleyim" diyor. Eski yıllardaki gibi ayağa kalkıyor, camdan ocakçıya, parmaklarıyla "iki" diyor..
- 1960 'lar yine.. Eğitim Enstitüsü Sevdası' en yoğun yaşanırken Konya 'dan Türkiye'ye dalga dalga yayılan bir " Topraksu Kooperatifçiliği" doğuyor. O, bir dönüm toprağı olmadığı halde, en önde koşuyor, Konyalı kooperatifçilerle..
İmkânsız köylülerle, imkânsız genç aydınların öncülük ettiği kooperatiflerin yayın organı olarak yayınladıkları gazetelerin kırılması, tellenmesi, adreslerinin yazılması, pullarının yapıştırılması eylemlerine yıllarca, sabahlara kadar katkıda bulunuyor.
- Yine, 70'li yıllar: "Sarıcalar/ Köyden Çıkan İlk Kooperatifçilik Gazetesi"..
Bugünkü bir gazetenin bir yaprağının yarısı kadar; ama, beş bin trajlı. Edirne'den Ardahan'a köy kooperatifleri ile iletişim sağlıyor, yol gösteriyor, moral veriyor;
Bir "Kooperatifçilik Okulu" gibi.. " Türkiye Kooperatifler Haber Ajansı".. Türkiye'nin " ilk kooperatifler haber ajansı.. Konya'dan yayın yapıyor.. Her ay 1250 gazeteye, dergiye, radyolara
Türkiye kooperatifçilik dünyasında olup biteni duyuruyor. O, Eğitim Enstitüsü'ndeki, Mimarlık Mühendislik Akademisi'ndeki akşam ezanlarına kadar süren çabalarından sonra, geceleri emanet teksir makinalarında ajans bültenlerini basıyor; iki/ üç kişilik bir "Gönüllü Hammallar" gurubuyla katlıyor, harman yapıyor, adreslerini- pullarını yapıştırıyor; sabahlara karşı kucaklıyor, postahanenin yolunu tutuyor.. Ve hiç yüksünmeden eski bisikleti ile Biçcimez'in yolunu tutuyor.. Yalnız Türkiye Kooperatifler Haber Ajansı'nda iki yıllık bir özverili yaşam..
- Alâaddin eteklerinde, dar sokakta , çay ocağının gölgesinde, bir cuma ikindisi.. Oturuyoruz; birbirimizi kaybetmişiz de bulmuşuz gibi..
1964 'de başlayan "ivazsız / garezsiz dostluk", şimdilerde, 2004 'lerde kırk yılını doldurmuş.. "Sevdalar"a adanmış kırk yıl.. Üstüne çıkar, mevki, makam gölgesi düşmemiş kırk yıl.. Sanki bir harman kaldırıp ta, bir çavdar sapı alınmadan yaşanmış gibi..
-"Fisebililah" gayretleri konuşuyoruz.. Ben biraz" boz/ bulanık" akıyorum gönlümde, kırılmışlığın hüznüyle.. O "- Hiç pişman değilim" diyor. Bütün hücreleri ile, kar yağmış sakalları ile gülerken.. " Hiç pişman değil misin;." Hiç pişman değilim" diyor..
Onun da kırgınlıkları vardı, biliyordum.. Açmayım yarasını, dedim; içimden .. O hissetmiş gibi.. " -Biliyor musun, dedi, Bana kırk yıl önce uzun yaşamakla bütün düşmanlarımdan intikamımı aldım diyen bir yazan anlatmıştın ". . Hatırladım., öyle dediğimi.. "
Konya'da eğitim kurumlarının, tarımın, hayvancılığın en ileri düzeylere ulaşması için bir " sev-dalı" olarak yaşarken haksızlıklara da uğramıştı. Ufukları olmayanlar, çıkarcılar , her idealiste yaptıklarını ona'da yapmışlardı. Bazı eylem yerlerinde, en güzel verimlere koştuğu anlarda yolu kesilmişti, kızağa alınmıştı, kırılarak.. Onları bağışlamıyordu, bağışlayamıyordu değil, bilinçli olarak bağışlamıyordu.. Bunlardan üçünü saydı, üçü de ölmüş.. O, onlardan çok yaşamakla öcünü almıştı.. Böyle oluşuna mutluydu, "Taktir-i İlahi" diyordu..
- Son kırk yılının birinci dereceden tanığıyım ben.. Kimsenin kimseye yardım edemeyeceği, güneşin başımın üç karış üstüne indiği gün de tanıklık ederim.. Küçük bir, maaşla, kimselere muhtaç olmadan yaşadı.. " FİSEBİLİLLÂH" anlayışının ve bilincinin altın halkalarından biriydi...
Adını yazmadım, yazamadım. Bu yazının başından beri hep "o" dedim.. Oysa size adını vermeyi ne kadar isterdim.. Ama , o, " Temellerde" Fisebilillâh çalışan bir insan.. " Balık bilmezse Halik bilir" inancında bir insani.. Adını versem, eminim kırılırdı.. Yapamazdım, bunu.. Çünkü kırk yılda: 1964’ten 2004’e kadar hiç kırmadık, birbirimizi…
7 Haziran 2004