Hasan Ukdem
Çaba, Adanmışlık Ve Umut
Budur benim çabam, bu:
adanmak özlem çekerek
dolaşmaya günler boyu.
Güçlenip genişlemek derken,
binlerce kök salarak
kavramak hayatı derinden-
ve ortasından geçerek acının
olgunlaşmak hayatın ta ötesinde,
ta ötesinde zamanın!
Rilke
Bir çaba, bir adanmışlık, bir umut, bu üç şey bütün hayatımızı dolduruyor. Çabamız doğumumuzla başlıyor. Ağlayarak geldiğimiz dünyada hemen bir dala tutunmak istercesine ellerimizi, kollarımızı gayriihtiyari sallayıp duruyoruz. Annemizin şefkatli kucağına erişmek, belki de onun himayesine bir an önce kavuşabilmek için, küçücük bedenimizle kocaman bir mücadeleye girişiyoruz.
Yaşımız ilerledikçe, sorumluluklarımız başlıyor. Önce ailemize, sonra topluma, dine, geleneğe ya da başka bir davaya kendimizi kaptırıveriyoruz. Arkadaşlarımız, akrabalarımız, eşimiz, çocuklarımız oluyor; onlara da ayrı ayrı zamanlar ayırıyor, ömrümüzün süresinden onlara da cömertçe ikram ediyoruz. Ama bazen bu saydıklarımızdan herhangi birine ya da bambaşka bir şeye kendimizi adayıveriyoruz. Hayatımız o adadığımız her neyse onun etrafında, ekseninde, yörüngesinde geçmeye mahkûm oluveriyor.
İnsan, umuttan beslenen bir varlık olduğu için hep umut etmek isteriz. Kiminle olursak olalım, neyle meşgul olursak olalım, içimizin mahzeninde bu duyguyu canlı tutmayı, benliğimizin bir organı gibi her zaman bulundururuz. Ne zaman bu azalır ya da tükenirse, işte o zaman hayat alarm vermeye, çekilmez olmaya başlar.
Her şey verdiğimiz kararlarla, vazgeçtiklerimiz arasında mana kazanıyor. Seçtiklerimiz, vazgeçtiklerimizi unutturuveriyor. Bu belki doğal bir gelişme ama buralarda yaptığımız hatalar hayatımızın bütününü etkiliyor. Mutluluğumuz ya da mutsuzluğumuz bu kararların neticesinde doğuyor. Hayatımızın kalitesi, bu irademize bağlı duruyor. Doğru eş seçmek, doğru arkadaş seçmek, doğru meslek seçmek güzel bir hayat yaşamamıza vesile olurken, buralarda yaptığımız hatalar hayatımızı zindan edebiliyor.
Bütün bunları belirleyen en önemli faktör ise dünyaya ve dünyanın yaratanına olan samimiyetimiz oluyor. Burada yazımızın başındaki o üç şeyi, yani çaba, adanmışlık ve umut etmeyi yeniden düşünürsek; hayatın içindeki argümanlardan ne kadar etkilenirsek etkilenelim, dünyanın yaratılış nedenine ve yaratanın kudretine iyi bakar, iyi okur ve iyi anlarsak, daha dirençli, daha huzurlu, daha mutlu oluruz. Dünyada karşılaştığımız zorluklarla baş etmedeki çabamız bu şekilde direnç kazanır. Doğru bir mercie adanmışlığımız anlamını bulur ve kudretinde sınır olmayandan istemeye kalktığımızda umudumuz doruğa çıkar.
Yukarda Rilke’nin şiirinde bahsettiği, acının olgunlaştırdığı ve zamanın ötesinden beklediği şey bu olsa gerek. Şair bir arayış içinde görünse de aslında içinde hissediyor hakikati ama adını koyamıyor, koyamayınca da nasibinden oluyor. Tolstoy’un Anna Karenina adlı romanında da aynı duygular, aynı arayış ve duyuş var. Oradaki Levin adeta Tolstoy’un içindeki arayışı, huzursuzluğu giydirdiği adamdır. Ama maalesef o da yazarı gibi bulamaz. Buna rağmen o arayış romanın diğer kahramanlarından daha huzurlu, daha onurlu ve daha varlıklı bir hayat yaşamasına sebep olur. Zira her çabanın bir karşılığı vardır. Ama çabanın mekânı bu dünya olsa da amacı daha derin olmalıdır. İşte o zaman umudun sınırları genişler ve hayat, bu inançla sağlam bir direnç kazanır.
Hayata kök salmak mevsiminde yeşermeyi getirir. Bu dünya toprağı zamanın ve iklimin meşrebince ürün verir. Oysa insan bu dünyayı aşan bir varlıktır. Her ne kadar öldüğü zaman dünya toprağına defnedilecek olsa da haşr bambaşka bir alemin bağrında uyanmasıyla olacaktır. Oranın kuralları sağlam, yargıcı adil ve kolluk güçlerinin elinden kimse kurtulamaz. Bu yazımı bir korku tüneli olarak görmenizi istemem. Zira Allah’ın merhameti, gazabının çok üstündedir. Benim demek istediğim çabamız boşa gitmesin, yanlış şeylere ömrümüzü adamayalım ve umudumuz hiç eksilmesin.
Hayat kaşıktaki yağı dökmeden, güzellikleri görebilme sanatıdır. Ne mi söylemek istiyorum? Onu da bir dahaki yazımızda açalım. Sevgiyle kalın.