Cahit SAĞLIK
Konya’da spordan siyasete, sanattan kültüre hayatın içinde olan ama en çok fotoğraf sanatında adından söz ettiren isim Cahit Sağlık... İşte üç nesildir fotoğrafçılık yapan ‘Sağlık’ ailesinin evladı...
Konya’nın meşhur ve meçhul yüzleri
Cahit Sağlık
Hazırlayan: Uğur ÖZTEKE
‘Fotoğrafçı dediğin yoldan çıkmalı’ diyen ve fotoğrafçılığı ise “herkesin çiğneyip geçtiği çiçeği yaşatabilmektir’ diye tanımlayan Cahit Sağlık, özellikle tarihi Konya fotoğraflarını gündeme ve günümüze taşıyan; sessiz, mütevazı bir fotoğraf üstadı.
RAHMETLİ DEDEM BİR ATIN VURMASI SONUCU HAYATINI KAYBEDER
Babam babasını bile hatırlamazmış, çünkü babam daha üç yaşındayken babasını kaybetmiş. Rahmetli dedem Ali Efendi’nin vefatı da çok trajik bir kaza sonrası oluyor. Babamın amcazadeleri nalbant imiş, dedem bir gün onlara yardım ederken yani bir atı nallarken at vuruyor ve dedemin ölümüne sebep oluyor. Ve o günden bu güne babam, rahmetli nenem Şerife Hanım’la iki oğlan bir kızla baş başa kalıyorlar. Amcam Hasan Sağlık terzidir, halam Hacer ise ev hanımıdır. Babamı altı yaşında ya da yedi yaşında kunduracılığa veriyorlar. Bizim mahallemiz Öğlebekledi yani Ulubeğ Mahallesi’dir. Doğma büyüme Konyalıyız, yani öz be öz Konyalıyız.
BABAM 5-6 YAŞINDA KEMAL YÜZBAŞIGİL’İN YANINDA KUNDURACI ÇIRAKLIĞINA BAŞLAMIŞ
Rahmetli babam Kemal Yüzbaşıgil’ in babasının yanında çalışmaya başlıyor. O zamanlar çırağa para filan verilmezmiş, sadece meslek öğrenmek için sanata gidilirmiş. Babam hep anlatır, ‘kunduracıların o küçük sandalyesine oturduğum zaman ayağım yere bile değmezdi, usta acıdığı için cüzi bir para verirdi’ derdi. O para ile bir batman un alırmış, onunla ekmek yapılır sabah gelirken de koltuğunun altına onu alır tuz biber ile onu yermiş. Ustasının gönlü tutarsa yani 1 kuruş filan verirse 8-9 zeytin alırmış. Bu zeytinlerin de dördünü yerse kalanını akşam eve kardeşlerine götürürmüş. Yokluk içerisinde olmamıza rağmen nenem de bir beye filan varmamış, yani bir daha evlenmemiş. O üç çocuğu zorluk içerisinde de olsa büyütmüş.
1930’LARDA KONYA’DA ÇOK BÜYÜK BİR KITLIK OLMUŞ
Babam çok tutumlu bir insandı. Yokluğu gördüğü için hem de ailenin de ilk çocuğu olduğu için aileye bakıyormuş… Bu arada da 3-5 kuruş da para biriktiriyormuş. O zamanlar bedelli askerlik varmış. Babam biriktirdiği o para ile askerliğini bedelli olarak yapmış. Babam anlatırdı ‘Konya’nın sayılı zenginlerinin çocukları bile askere giderken ben dişimden tırnağımdan ayırdığım para ile astsubay okulunun olduğu yerde bedelli askerlik yaptım. Hem de aileme bakmak için askeri bedelli yapmayı tercih ettim. Annem kardeşlerim mahzun olmasın istedim’ derdi. Babam burada 6 ay bedelli askerlik yapıyor. 30’lu yıllarda Konya’da çok büyük bir kıtlık oluyor, bütün ustalar dükkânlarındaki elemanları çıkartıyorlar. Babamların dükkânında da en son babam kalıyor. Babam yine söylerdi ‘Ustam çok titiz vesveseli bir adam idi. Benim taşıyamayacağım kadar bir heybeye sebze meyve alır bana da heybeyi verir, ‘Hadi Osman bunu eve götür’ derdi. Kunduracılar içinden hükümet meydanına çıkar, atlı tramvayın arkasına asılır giderdim. Ustanın evi de Zafer’de eski Çamlıca Pastanesi’nin sokağının içinde bir yerde idi. Tabii böyle çocuk hali ile hızlı gidip gelmesine ustası şaşırırmış. Hatta ‘Osman oğlum malları bir yere mi verdin yoksa döktün mü?’ diye de sorarmış. Babasını böyle eve gönderdiği günlerde inanamadığı için ustası eve ikindi namazını kılıp gidermiş. Kontrol etmek için. Oysa diğer günlerde ustası akşam ezanından sonra eve gidermiş.
BABAM 30’LU YILLARIN BAŞINDA AHMET EKTEMİN YANINDA FOTOĞRAFÇILIĞA BAŞLIYOR
Babam o kıtlıktan sonra 1-1.5 ay boşlukta kalıyor. Ama artık iyi sanatkâr olmuş. Ustası ona ‘Osman kusura bakma bir iki ay dolaş işlerimiz düzelsin tekrar çalışırız’ dermiş. Babam o boşlukta dolaşırken bir gün tesadüfen Foto Ahmet Ektem’ in yanına uğramış. Zaten Foto Ahmet Ektem de uzaktan akrabası olurmuş. Babam o adama 3-4 gün yardım etmiş, cumartesi günü geldiğinde Foto Ahmet Ektem babam kendisine yardım ettiği için bir para vermiş. Ama bu para kunduracılıkta kalfalık yaparken aldığı paradan bile çok fazla imiş. Ve Foto Ahmet Ektem ‘Osman gel bundan sonra seni fotoğrafçı yapalım’ diyor. Foto Ahmet Ektem’in yeri de postanenin arkasında şimdiki Ziraat Bankası ile postanenin arasındaki boşlukta imiş. Yani 1930-1933’lerde filan. Ve babam burada çalışmaya başlıyor.
BABAM DEĞİRMENCİ AHMET’İN KIZI FATMA HANIMLA EVLENİR
Babam 1943’te Nakipoğlu Mahallesi’nden Değirmenci Ahmet’in kızı Fatma ile evleniyorlar. Bu evlilikten 1944 doğumlu abim Ahmet Yılmaz Sağlık, 1947’de ben ve 1962’de küçük kardeşimiz Şeref Sağlık dünyaya geliyor. Yani biz üç erkek kardeşiz. Babamız bize çok düşkündü. Gerçekten kötü sözünü hiç duymadım. Ve babam üçümüzü de kendi yanında fotoğrafçı olarak yetiştirdi. Rahmetli annem ‘Adam bunun birini de başka bir mesleğe ver’ derdi. Ama babam her seferinde de ‘Aman elin yanına verip de anasına avradına mı sövdüreceğiz? Temiz meslek yanımda çalışsınlar askere gidinceye kadar’ derdi. Babam ondan sonra dükkâna bir fotoğraf makinesi aldı. Ama iyisini almadı, çünkü o zaman fotoğrafçılar her yerlere çağrılıyordu. Bizimkilerini de çağırırlar ahlakları bozulur içkili yerlere gider diye babam iyi makine almamıştı. Askerden geldikten sonra ‘Siz de oldunuz bir usta. Çalışın en iyisinden, bir baba fotoğraf makinesi baba bir flaş alın kendi çizginizi kendiniz takip edin’ derdi.
BABAM ÜÇ OĞLUNU DA FOTOĞRAFÇI OLARAK YETİŞTİRDİ
Babam bedelli askerlik yapıyor ama ardından seferberlik çıkıyor ve babam bu kez bir buçuk sene tekrar askerliğe gidiyor. Abim doğduğunda babam askerde imiş. Babam askerden geldikten sonra 1944 -19 45’li yıllarda postanenin orada Hacı Hasan Camii’in arasında iki tane dut ağacı varmış. Hatta bunlardan birini belediye sonradan kesti. Babamlar onun altında 1953 yılına kadar Alimminnut marka makine ile 10-15 kişi ortak olarak seyyar fotoğrafçılık yaparak çalışıyorlar. 1953 yılında PTT’nin arkasında kendi dükkânını açıyor. İşte bu dükkân hepimizin yetişmesini sağlayan üç kardeşin de ekmek teknesi olacak olan Foto Osman oluyor.
ABİM HAYLAZ AKSİNE BEN ÇOK USLU İDİM
Ben 10 Haziran 1947 günü doğumevinde doğmuşum. Ulubeğ Mahallesi Güzle Sokak numara 10… Kerpiç iki odalı bir evimiz vardı. Evimiz bahçelikli hatta ufak da bir bağımız vardı. O zamanlar Arapöldüren tarafından su gelirdi, bağlarımız bahçelerimiz buradan gelen su ile sulanırdı. Küçüklüğümde çok sakin bir çocuktum hatta annemle gezmeye giderdik. Acıksam bile bir şey istemezdim. Annem yemek verecek diye beklerdim, rahmetli annem kültürlü bir kadındı. Bizi çok iyi terbiye etmişti. Misafirlikte hiç bir çorbaya kaşık sallamadık, çünkü öyle yetiştirilmiştik. Ailenin vermiş olduğu terbiye ve kültür buydu. Ama abim benim aksime çok haylaz idi. Haylazlığı da kendine idi. Şimdiki Vakıfların bulunduğu yerde eskiden at pazarı vardı, orada çok marangozlar keresteler vardı. Abim yanında arkadaşları ile Demir Çeşmenin oraya gider, atların boynundaki boncukları keserlerdi. Onlar önde arabacılar arkada kaçarlardı. Ben ise tamamen onun aksine çok sakin, uslu bir çocuktum. 4 yaşında filan sünnet oldum ve ilk hediyemi kulakları çınlasın Atlas Kuru Temizleme’nin sahibi Mustafa abiden aldım. Mustafa abi bize telden makaralı bir oyuncak yapmış getirmişti. Tabii babası da terzi olduğu için bize getirdiği tel arabasında dörder beşer tane makara vardı. Tozun toprağın içinde makaralı arabalarla çocukluğumuz geçti. Şimdiki çocuklar gibi şanslı çocukluk yaşamadık. Yazın bize potin ayakkabı alınırdı bir de lastik. Bunlarla yaz-kış geçerdi. Yamalık da giyindik ama daima her zaman için temiz giydik, üstümüz başımız yamalı idi ama temiz idi.
BARUTHANENİN BİTİĞİNDEKİ NECATİBEY İLKOKULU’NA GİTTİM
Necati Bey İlkokulu’na gittim. Okul şimdiki balık halinin olduğu yerde Baruthanenin bitişiğindeydi. Yani şimdiki Kızılay Hastanesi’nin olduğu yerin karşısı. İlk öğretmenim Nedime Hanım idi. Vasat bir öğrenci idim. Sonradan Tarık Kendi öğretmenimiz oldu. Rahmetli Cevdet Taşbaş müdürümüz idi. Benim sakinliğim orada da devam etti, hiçbir yanlış yapmadım, yaptığım tek hatalı şey rahmetli Ayhan diye bir arkadaşımı dövdüğümü hatırlıyorum... Beş altı senede en büyük yaramazlığım budur. O gün de akrabamız olan öğretmen Memduh Süslü bizi dayaktan kurtardı.
POSTANE BİNASI KARA HAFIZLARIN MEDRESESİ İDİ
Dükkânımız Kayalıpark’ın orada bulunduğu için en eğlenceli yerimiz burası ile Alaaddin Tepesi’nin üzerindeki çay bahçesi idi. Postanenin olduğu yer medrese idi. Kara Hafızların medresesi… Sonradan PTT orayı depo olarak kullandı. Makaralı teller koyarlardı, ağaç direkler gelirdi. 3-5 tane arabaları vardı. Ticaret Odası’nın olduğu yerde Halk Bankası vardı. Orada da ilginç bir hatıramız var. Bankanın olduğu yerde bankanın görevlisi babamdan müsaade istedi. Banka çekiliş yapacakmış. Bize ikramda bulundular ,elimize birer torba verdiler. Dört kişi idik, birer birer torba içinden pinpon toplarını çekiyorduk. Topların üzerinde numaralar vardı. Biz çekiyorduk onlar defterden kontrol ediyorlardı. Ama bazen “olmadı bir daha çekin” deyip bize tekrar çektiriyorlardı. Yani bana göre istedikleri insanlara ikramiyeyi çıkartıyorlardı. İkramiyenin en büyüğü 50 ve 75 lira idi. Bunu çok iyi hatırlıyorum. Karapınarlı Mustafa Şener’e büyük ikramiye çıkmıştı, onun hesabı kabarık imiş.
VALİ CEMİL KELEŞOĞLU’NU TANIMIŞTIM
O zamanki Konya şimdi yok. Mesela Fevzi Halıcı’nın babası Şems Parkı’nın şimdiki 19 Mayıs İlkokulu’nun oradaki caminin kenarında durur, Fatihasını okur ve kireçlerin oradan işyerine gidermiş. Mezarlık olan yerler şimdi hep yol. İlkokul son sınıfta idim. 27 Mayıs ihtilalinden evvel kapının önünde teneffüste duruyordum. Bir baktım kelli felli bir zat geliyor. Dükkânların oralardan gelen o adamı tanıyordum… Bu Vali Cemil Keleşoğlu idi. Hemen koşarak rahmetli müdüre vardım, ‘hocam Konya valisi geliyor’ dedim… “Sen ne biliyorsun len” diye bana bağırdı. Yine de sağını solunu topladı, hakikaten de gelen Vali Cemil Keleşoğlu idi. Yanında koruması filan yoktu, öylesine tek başına yürüyerek geldi. Daha sonra okul müdürü bayrak merasiminde tüm okulun huzurunda beni çıkarttı ‘hepiniz böyle bu çocuk gibi dikkatli olun, Konya’nın zevatını, belediye başkanını tanıyın’ dedi ve bana teşekkür etti.
FOTOĞRAFÇILIK İLLETİ YAKAMIZA YAPIŞTI
Bu arada yazları babamın dükkânına gidiyordum. Fotoğrafçılık illeti orada bize sindi.
Ondan sonra Ticaret Lisesi’ne kayıt oldum. Üç sene orada okudum. Yine fotoğrafın davasına okuldan ayrıldım. Niye ayrıldım: Hafta sonlarında bir benim körüklü makinem vardı. O makine ile foto çekerdim, bayağı da iyi para kazanıyordum, ondan sonra kafamdan kendimle hesap yaptım… “Devlet memuru olsam ne alacağım fotoğrafçılıkta böyle para varken” diyerek babamın yanına kapağı attım. 1952 yılında nenem vefat etti. Bu beni çok üzdü. Nenem eski Konyalı saf kadındı, devamlı hastalık hastası idi… Bana‘Oğlum beni bir oku’ derdi. Ben o 4 yaşındaki çocuk halimle bildiğim duaları okurdum. Nenemi bıçakla makasla çenderdim. Babama ‘Oğlum Osman bu çocuğun duası çok’ derdi. Ardından Eczacı Nejat Güvensoy’un annesi Hatice Hala tutardı, 5 kuruş verirdi… “Hadi bir oyna derdi” işte o zaman da bizim hocalık biter bu kez de ortada oynardık. Bir bisikletimiz vardı, babam bedelli askerlik yaparken 20 liraya dirkop marka bisiklet almıştı. Ama abim ona el koydu, tabii o büyüktü, hep o binerdi.
KANLI GÖLÜN ORADAN OKULA GİDERDİK
Evimiz yakın olsa da okula yürüyerek gidip geliyorduk. Bazen Sahip Ata Caddesi’nden bazen de arka taraftan şimdiki çocuk yuvasından gelirdik. Oraya kanlı göl derlerdi. İsyan olmuş, çok çok eskiden kanlı göl denilen yerin etrafı tamamen koca koca mezar taşları ile çevrili idi. Oralar hep mezardı. Ticaret Lisesi’ne pazardan geçerdik, biz okula giderken o aralarda kolejin sanat okulunun hafriyatı yapılıyordu. Çok büyük insan kemikleri çıktı. Yüksek mezarlık diye geçiyor. Sık sık okuldan kaçardık stadyuma giderdik… Rahmetli Arif Bilge, Nuri Oturanç, matematik öğretmenimiz Melahat Hanım, okul müdürümüz Ahmet Aykol idi. Ama biz okuldan kaçtık, Foto Osman’ın dükkanına kapağı attık.
1965’TE KÜLTÜR MÜDÜRLÜĞÜNÜN FOTOĞRAF YARIŞMASINDA İKİNCİ OLDUM
1967 yılına kadar dükkânda çalıştım. Bu arada amatör yanım da çok ağır basmaya başladı… Merakım arttı, basından yarışmaları takip ederdim. Kültür Müdürlüğü’nün bir foto yarışmasına katıldım. İnce Minare’nin kapısının çok güzel bir fotoğrafını çektim. Yıl 1965 idi. Ama her ne hikmetse bir vatandaşın uçaktan çektiği fotoğrafı birinci ilan edildi, benimki ikinci ilan edildi. Bu ağırıma gitti. Ben burada yine söylüyorum, burada emeğe saygısızlık var.
KÜTAHYA’DA ASKERDE İKEN RAGIP HORASAN İLE YUSUF KÜÇÜKLER KANTİNLERE, AHMET DEMİRSEL DE TABLDOTA BAKIYORDU
1967 yılında 23 Kasım tarihinde askere Kütahya’ya havacı olarak gittim. İki sene 23-24 ay askerlik yaptım. Hava Eğitim Tugayı’nda askerliğe başladık ve orada çavuş olarak kaldım. Burada çok Konyalı arkadaşa sahip çıktım. Kütahya’da ne kadar çok memleketten çavuş olursa geleceklere o kadar iyi oluyordu. Burada Konyalılar ile Sivaslılar rekabeti vardı, her dönem bölükten Konyalı çavuş arkadaşlar en kötü şartlarda 8-10 tane çavuş talimgahına Konyalı gönderirdi. Çünkü Konyalılar rahatlığı sürdürsün diye. Ragıp Horasan kantinlere Ahmet Demirsel de tabldota bakıyordu. Yusuf Küçükler de kantinlerden sorumlu idi. Bu başları Konyalılar ele geçirmişti ve biz geldikten sonra da bu iş 10-12 sene devam etmiş.
ASKERDEN GELİNCE HÜSNÜ RAİF KURŞUNCULAR’IN DÜKKÂNINI KİRALADIM
Askerden geldikten sonra 1969 Kasım ayında Hacı Hasan Camii’nin arkasında barakadan bir dükkânı aylığı 200 liraya tuttum. 100 lira da kapora verdim. Abim babamın dükkânında kaldı. O dükkânda 15-16 sene çalıştım, rahmetli Hüsnü Raif Kurşuncular’ın dükkanı idi. Bu insanlar iki kardeş hiç evlenmemişler, beni aylık vermek için gittiğimde öyle severlerdi ki “parayı niye getirdin” diye adeta benimle kavga ederlerdi. Burada 15-16 sene oturdum ama hiç zam yapmadılar. Allah rahmet eylesin.
BIÇAKÇI MEHMET GÜRE’NİN KIZI HATİCE NANIMLA EVLENDİM
18 Temmuz 1971 yılında Türbe Caddesi’ndeki Bıçakçı Mehmet Güre’nin kızı Hatice Hanım’la evlendim. Bu evlilikten 1972 doğumlu Fatma Nur, 1979 doğumlu Ayşegül ve 1985 doğumlu Osman dünyaya geldi. Şu anda ayrıca dört torunum var… Evlatlarımın hem dünyalık hem de ahretliklerini yaptığıma inanıyorum. Büyük kızım ziraat mühendisi. Küçük kızım haberleşme mezunu. Oğlum Osman Sağlık Meslek Lisesi’ni bitirdi ama o da babası gibi fotoğrafın cazibesine kapılıp dükkana kapağı attı.
FOTO SPOR, HAYAT SPOR, TÜRK SPOR DERGİLERİNDE MUHABİRLİK YAPTIM
1972-1973 yıllarında askerden evvel tanıdığım İhsan Kayseri’nin vasıtası ile gazeteciliğe atıldık. 25 sene Konya’daki mahalli gazetelerde ve Foto Spor, Hayat Spor, Türk Spor dergilerinin spor muhabirliklerini yaptım. Gazetecilik yıllarında hiç unutamadığım bir Tarsus İdmanyurdu maçı var. Tavukların salındığı, filelerin kesildiği ama Konyaspor’un istediği sonucu alamadığı ve şampiyon olamadığı bir maç. Hatta o maç sonrası Güneş Gazetesi’nde tam sayfa, sahanın ortasında boynumda makine ile ben, hakemlerin yanında sahadaki tavukları kovalıyorum. Gazete o enstantaneyi manşetten vermişti. Her ne kadar spor muhabirliği yapsam da siyasetin, bütün olayların, aktivitelerin, mitinglerin içerisinde bulundum. Demirel Cumhurbaşkanı iken bile makamına iki üç defa gittik.
HİÇ KİMSEDE BULUNMAYAN 1930’LU YILLARA AİT TARİHİ KONYA FOTOĞRAFLARIM VAR
Bu arada Konya Ticaret Odası tarafından en son basımı yapılan Konya Tarihi kitabına fotoğraflar verdim. Ayrıca Konya’nın pek çok kurum ve kuruluşları tarafından son yıllarda bastırılan tarihi Konya fotoğraflarının olduğu takvimlere, kitaplara eski Konya fotoğraflarımı verdim. Mesela Büyükşehir Belediyesi tarafından bastırılan Haşim Karpuz ile Sefa Odabaşı tarafından hazırlanan kitaptaki tarihi ve bugün için hiç kimse tarafından bulunamayacak Konya fotoğraflarını ben kendi arşivimden verdim. Bunları yaparken de hiçbir maddi karşılık almadığım gibi bir de bu kitap da bana bir teşekkürü bile çok görmeleri yıllarca emek verdiğim sanatım için beni üzen nokta oldu. Bu işler beni çok üzüyor, kırıyor. Ben bu orijinal cam fotoğraflara yeni doğan bir bebeğe nasıl bakılırsa öyle bakarım. Bunların en yenisi 1930’lu yıllardan hatta bazıları 1900’lü yılların başına kadar gider. Babamdan kalan fotoğraflara çocuklarıma bakar gibi baktım, sakladım, korudum. Bizim yapamadıklarımızın sefasını maalesef eller sürüyor.
ÇETİNKAYA VALİ İDİ VE İRAN HEYETİNİ ÇEKERKEN FLAŞIM PATLAMAMIŞTI
Necati Çetinkaya Konya Valisi idi ve çok dikkatli, titiz bir insandı. Ben de vilayetin işlerini yaptığım için bir gün Özel İdare’de bir sema gösterisi yapılıyordu. İran heyeti vardı, sema gösterisinden sonra toplu foto çekilecekti. Bütün gazeteci arkadaşlar fotoğraf çekiyor, ben de çekiyordum… O anda benim flaş patlamamış. Vali Bey herkesin içinde seslendi ‘Cahit Usta flaşın patlamadı.’ Tabii biliyor işi. Çalışırken vali beyin bütün gözü dikkati benim üzerimde idi. Yine Nihat Kaner Emniyet Müdürü… İlk telsizler geldi, Konya taraması yapıldı. Eski vilayette Nihat Kaner odasında bilgi veriyor, çay içiriyoruz. Kulakları çınlasın Ahmet Sarı da ağzı kapalı makine ile boyuna çekiyor. Nihat Bey o da çok uyanık, Ahmet Sarı’ya seslendi ‘Ahmet bey makinenizin önü kapalı’ demişti.
YEDİ ARKADAŞ KONFAD’I KURDUK
1996 yılında fotoğrafı seven arkadaşlar Turgay Bilge, Zeki Oğuz, Prof. Mustafa Yel, Turgay Kaytancı, ben yedi kişi birleştik, KONFAD’ı kurduk. Bayağı ilk zamanlar çok ses getiren faaliyetlerde bulunduk, daha sonra KONFAD çatı arasına taşındı, faaliyetleri hız kesti. Sonradan birkaç amatör arkadaşın teşviki ile ben başkan oldum. 2000’li yılların başında tekrar ben başkan oldum, KONFAD en iyi dönemini o senelerde yaşadı. Gerçekten çok iyi çalıştık, Türkiye çapında dereceler, birincilikler aldık. Bir arkadaşımız Sırrı Sılay bizim dönemizde Avrupa’dan altın madalya aldı. İki sene çok özveri ile çalıştık, ben dernek rayına oturduktan sonra işi benden daha çok seven, her yönü ile fotoğrafın hastası Şemsettin Özsaydam’a bıraktım ve kendisini başkan yaptık. Rahmetli olduktan sonra arkadaşlarımız devam ettirdi, halen yönetimde de görevim yoksa da derneğin kurucusu olarak, bir ferdi, çaycısı kahvecisi olarak çalışıyorum. Başkanlığı şimdi Turgay Bilge yapıyor. Biz onun başkanlığında devam ediyoruz.
KULLUK DÖNEMİNDE HELİKOPTER İLE ÇEKİLEN KONYA FOTOĞRAFLARI NEREDE?
Yılmaz Kulluk zamanında Konya’nın arşivleme belgeleme işi için helikopter ile iki üç defa Konya’nın bütün fotoğraflarını çektim. İşte en üzüldüğüm noktalardan biri de budur; o fotoğrafların birer nüshasını niye almadım? Acaba şimdi o fotoğraflar Konya Belediyesi’nin arşivinde mi değil mi? Bunları çok merak ediyorum. En büyük arzum isteğim Konya’nın bir fotoğraf müzesinin açılması. Bir Balıkesir, Konya’dan giden Vali Utku Acun vasıtası ile çok güzel bir fotoğraf müzesi yaptırdı. Hatta bend e karınca kararınca çok malzememi hatta bulunmayacak malzemelerimi Balıkesir Müzesi’ne hediye ettim. Ama Konya’ya bir müze yapılırsa Balıkesir’e gönderdiğim bu malzemelerden daha fazlasını bağışlamaya hazırım. Ama bu itimat ettiğim, emin, güvenilir bir makam olursa veririm.
BİZ KONYA SEVDALIYISIZ
Elimde şu anda yaklaşık bir Konya arşivi var, hala gün yüzüne çıkmayan ve kimsede olmadığını bildiğim Konya fotoğraflarım var. Böyle bir müze olursa Belediye Başkanımız, valimiz, rektörümüz önderlik yapacak olursa, seve seve gelecek nesillere bu fotoğrafları veririm. Çünkü bunlar 60- 70 sene öncesine ait. 30-35 fotoğraf makinem var. Biz Konya sevdalısıyız. Her şeyimiz Konya için. Yabancılar gider ama bir Cahit Sağlık, bir Uğur Özteke, bir İhsan Kayseri Konya’yı terk edip gidemez. Bütün sevdamız, dünyamız Konya. Pazartesi oldu mu bütün futbolcular, -profesyonel amatör futbolcular- bana gelirlerdi. Bana öyle inanmışlardı ki, nerede ise bütün sırlarını bana anlatırlardı. Eğer onların söylediklerini ben bir basına aktarsaydım o zamanlar Konya’da büyük olaylar olurdu.
İDMANYURTLU CAMBAZ’I SABAHIN ALTISINDA BİSİKLETE BİNDİRİP TRENE GÖTÜRDÜM
İdmanyurtlu Mustafa Cambaz Kütahya’da bizim yanımızda askerdi. Onun Ali mektebine gitmesini ben önledim. Eğer Mustafa, Ali mektebine gitse 4 ay daha Kütahya’da kacaktı. O zaman da buraya gelip İdmanyurdu’nda forma giyemeyecekti. Orda bizim Yalçın Başçavuş vardı. Konyalı İdmanyurdu’nda voleybol oynamıştı. Bir gün bunu izne yolluyor, yani kafa iznine. Bu bir daha dönmüyor. Bana telefon açıyor ama yine Mustafa gelmiyor… Ben de izne geliyorum bu kez bizim başçavuş ‘Aman Cahit bu şerefsizi yakala buraya yolla’ dedi. Üç sefer yakaladım, Mustafa her seferinde ‘yarın gideceğim’ dedi ama gitmemiş. Bir gün rahmetli annene “beni sabah 6’da kaldır” dedim. Yıl 1968, vasıta filan yok ki... Bisiklete bindim futbolcular eski lokalde, eski İdmanyurdu lokalinde yatıyorlardı. Kapıyı çaldım, Kemal diye bir futbolcu vardı, o açtı. Sabahın altısı “hayrola abi” dedi. Ona ‘Bana Mustafa’yı bul”, Mustafa kalktı bu kez de bana “tren kaçtı diye gitmedim” dedi. Elinden tuttum, bisiklete bindirdim 7.15’teki trene bindirdim. İstanbul’a haber verdim… Yalçın Başçavuş da Kütahya’dan kendisini almış. Mustafa bu, o trene önden biner arkadan atlardı. Ama bu kez elinden tuttum, bindirdim ve tren gidinceye kadar da bekledim. Hürriyet’te bir dönem Genel Müdürlük yapan Nejat Seçen’in nikâhta sağdıcı oldum. Babası nikâhta soruyor ‘sağdıcın kim?’ diyor ben de o sırada foto çekiyorum, o hemen ‘Cahit’ dedi. Nikâhtan sonra hep beraber vilayetin altındaki emniyete gittik, merkez karakoluna gittik, amirini hatırlıyorum… Nejat ile hanımın koluna kelepçe vurdular. Bahşişlerini aldılar…
RIDVAN ABİ HOCACİHAN’DA PETROL BULUNDU DİYE YAZINCA
1 Nisan günü. Birol Kuytan Tercüman gazetesinin Konya büro şefi, Karamanlı. Konya’ yı bilmiyor, bana telefon etti. “Hocacihan neresi?” diye soruyor. Meğer o gün Rıdvan Bülbül Y. Meram gazetesinde şaka olarak “Hocacihan da petrol çıktı” diye manşet atmış. Tercüman gazetesinin Yurt Haberler Servisi Yüksel Bayar da arıyor, ‘Arkadaş biz sizi oraya niye gönderdik, burnunuzun dibinde petrol çıkıyor uyuyor musunuz?” diye fırçalıyor. Birol telaşla beni aradı gazeteyi okuyunca ‘nisan bir’ şakası olduğunu anlıyoruz, Yüksel Bayar da haberi tam okumadığı için birazcık da morarmış.
SİMENS FABRİKASINDAKİ ATLI TRAMVAY FOTOĞRAFI
Bir fotoğraf var, Gazi Lisesi’nin önünde atlı tramvay ve yanında da fayton duruyor, arkasında Gazi Lisesi var. Konya tramvayı faaliyete geçeceğinde merhum Hayrettin Özsaydam o fotoğrafı 30-40 mı ne yaptık Simens’in fabrikasına hediye etmiş. O fotoğraf hala Almanya’da Simens fabrikasında durmaktadır. Bizim atalarımız modern olmasa da atla çekiyorlar, adamlar beni öperek kucaklayarak teşekkür ettiler, müzelerine o fotoğrafı koydular.
MEVLANA’NIN ARKASINDAKİ BAHÇE BİR FOTOĞRAFTAN ESİNLENEREK YAPILDI
Mevlana’nın arkasındaki gül bahçesindeki semazen benim bir fotoğrafımdan esinlenerek yapıldı. Semazenler benden bir alışagelmiş, önünde arkasında dört döndüm. Dolaştım arka bahçedeki havuz gözüme çarptı, benle muhatap olan arkadaşa dedim, “yarın saat 12’de herkes gelsin, mutrip heyeti, semazenler havuzun içinde, sizi döndüreceğim, olur mu?” “Olur” dediler, tam 12’de fotoğrafları çekmeye başladık, gerçekten çok güzel fotoğraflar oldu. Arkada Mevlana, Selimiye Camii, semazenler havuzun içinde, mutrip heyeti havuzun kenarında… O fotoğraflar ses getirdi, ondan sonra oraya bir semahane yapma fikri ortaya çıktı. İnsan böyle eserler çıktımı iftihar ediyor, bu da bizim eserimiz…
KARAMAN’DA ÇATIDAN DÜŞÜYORDUM
Karaman’da Türkiye Gazetesi’nin takvim işlerini yürütüyorum. Daha önce un fabrikasının fotosunu çekmişiz, elime fotoyu alıyorum o açıyı bir türlü bulamıyorum. Meğer oraya bir idare binası yapmışlar. Ben o idari binanın üzerine çıkarsam istediğim açıyı yakalarım diye çıktım çatının üzerine. Çatıda yürüyorum, bir elimde de fotoğraf makinesi… Tam yukarıdayım “bacanın yanına varırsam istediğim o açıyı yakalarım” dedim. Bacaya vardım, sağ elimle bacayı tuttuğum anda baca yıkıldı. O saniyelik anlarda “eğer ayaklarımı oluğa tutturabilirsem aşağıya düşmem” diyordum, kayıyordum… Tam oluğa geldim, durdum… Kendime geldiğim zaman sağ elimde üç tane briket parçası sol elimde de fotoğraf makinesini kucaklamışım duruyorum. Yerler çiğ, kösele ayakkabı ile çıktığım için onun da etkisi olmuş, ayağımdaki ayakkabıları aşağıya attım, çorapla istediğim açıdan o fotoğrafı çektim.