Mustafa Yiğit
Çocukluğumuz, Yeşilçam ve Arzuhalciler…
İnsan hayatının en masum günleri çocukluğudur sanırım. Kimseye müdanası olmadan, hiçbir plan program yapmadan yaşadığımız günler…
Sabah okula gidiyoruz diye çıkıp kendimizi Adliye Parkında bulduğumuz günler…
Adliye Parkı demek bizim için video demekti.
Videonun yeni çıktığı günler…
Televizyonun tek kanallı olduğu ve Yeşilçam filmlerinin yalnızca Cumartesi akşamları gösterildiği günler…
İlk kez gün saat beklemeden Cüneyt Arkın, Tarık Akan, Filiz Akın, Fatma Girik, Türkan Şoray gibi Yeşilçam efsanelerinin filmlerini Adliye parkındaki videosudan izlemeye koşa koşa giderdik.
İlk önce Gazi Mustafa Kemal İlkokulu’nun altında oturan amca oğullarına uğrardık, onlar okulu bırakmışlardı. İlkokul sonrası devam etmemişlerdi. Bu nedenle okulu kırmak gibi bir sorunları da yoktu. Bir yerde de çalışmıyorlardı henüz..
Ondan sonraki durak tabii ki kuaföre yeni başlayan kuaför çırağı Hala oğluna uğramaktı. Onu bir şekilde ustasından allem eder kalem eder iki saatliğine kaçırmanın yolunu bulurduk.
Belediye’nin önündeki Güven pastanesinden birer dondurma alır, Anıt’ın arka sokağından dolanır, Atatürk Ortaokulunun bahçesinde top çeviren çocuklara takılır, bir iki topa vurur doğruca Adliye Parkı’nın yolunu tutardık.
Adliye’nin önünde muhakkak arzuhalciler olurdu. İlginç adamlardı, para basıyorlardı sanki. Önünde kuyruk, elinde evrak insanlar onlara dertlerini arz ediyor, davalarını anlatıyor onlar da münasip bir lisanla dilekçelerini yazıyorlardı. Dava deyince aklıma hemen annemin bize kızdığında söylendiği bir söz aklıma geldi. Bize çok kızdığında aynen şunları söylerdi "Davıya galasıcalar”.
O günlerde bu sözün pek anlamını bilmezdim. Taa ki üniversite yıllarımda Azerbaycan’dan gelen bir arkadaşla sohbet edene kadar. Oralarda nasıl bir Türkçe konuşulur muhabbeti yaparken, okula ilk başlamışız, sonbaharın ilk günleri şöyle demişim ”Özeğim ağrıyor”. Oradaki arkadaşlar hiçbir şey anlamamış gibi bakınca Azerbaycanlı arkadaş benim de “özeğim düştü” deyince ikimiz bir “özek” muhabbetiyle başladık Oğuz Türkçesinin derinliklerine girmeye…Özek, boğaz demek. Annem hep “üşütme özekli kazağını giy” der. Yani boğazlı kazak. Azerbaycan Türk’ü arkadaşla sonunda “Davıya galasıca” muhabbetine geldik. Ben anlamını bilmiyorum ama iyi bir şey de değil. Ondan eminim. Azerbaycanlı arkadaş bizde de öyle söylerler. “Davıya galasıca” yani sorunlarınla, problemlerinle baş başa kal, davanı çözeme demekmiş.
İşte arzuhalciler bu problemlerini çözemeyen davalarını çözemeyen adamlara yol gösteriyorlardı.
Bizim ise çocukluk günlerinde tek derdimiz bir an önce parka gidip video kasetin takılmasıyla birlikte kaleden kaleye uçan Malkoçoğlu Cüneyt Arkın’ı , ya da Hatasız Kul olmaz diyen Orhan Gencebay’ı izlemekti….
Arzuhalcinin önündeki sıradan çok daha kalabalık olan, parkın kapısındaki sıraydı. İki televizyon vardı ikisinin en ön sıraları da çoktan kapılmıştı.
Ancak sebatkardık, bu seansta bulamadıysak ikincisinde en öndeki yerlerimizi alacağız… Tek sorunumuz kuaför halaoğlunun ustasının bize göstereceği müsamahanın sınırı….