Çözüm sürecindeyiz!!!

Türkiye Cumhuriyeti aslında yüzyıllardır devam eden Güneydoğu Sorununda iyi niyetle bir adım atarak “Çözüm Süreci”ni başlattı. Burada amaç bölgeler arasındaki maddi ve manevi farkı kaldırmaktı. Devlet öyle de yaptı. Hakkâri’den Edirne’ye tüm ülkede daha önce yapılmamış yollar, havaalanları, hastaneler, okullar inşa edildi. Güneydoğu ve Doğu Anadolu’ya diğer bölgelere verilmeyen tarımsal teşvikler verildi. Hem de karşılıksız. Ve bu teşviklerin bölge halkının ekonomik seviyesini en az 100 kat artırdığını ben kendi gözümle de gördüm.

Fakat PKK ve siyasi bir unsur olduğunu savunanlar, bölge halkını yanlış yönlendirerek veya AK Parti icraatlarını kendi icraatları gibi göstererek resmen halkı devlete karşı isyana teşvik etti. Türkiye’yi içerden ve dışarıdan zayıflatma gayretlerine dair davranışlarda bulundular. Aslında Türkiye son 10 yılda önemli oranda ihanetlerle karşı karşıya kaldı.

28 Şubat 1999’da toplum mühendisliği yapma girişimi,

Gezi Olayları ile sivil darbe girişimi,

17–25 Aralık 2014’te dış bağlantılı Paralel örgütün Türkiye’yi içerden çökertme faaliyetleri,

PKK terör örgütünün kanlı eylemleri ve terör faaliyetleri vd.   

Şimdi bütün bunlar nasıl oluyor diye düşünebiliriz?

Bunlar devlet kurumlarına, partilere sızmış kişilerin, alenen terör örgütü veya örgütlerine lojistik ve fiili destekleri ile oluyor.

Peki, tarihte Osmanlı Devleti bu eşkıyalara karşı nasıl önlem alıyordu?

Şöyle ki ilkönce silahları bırakıp pişman olmaları için onları uyarıyordu. Uyarıları dinlemeyenler ise en ağır biçimde cezalandırılıyordu. Yakalanan eşkıyalar ise idam edilerek kelleleri teşhir için İstanbul’a gönderiliyordu. Eşkıyaların âleme ibret için teşhir edilmesi bir bakıma devlete isyan edenlerin sonunun nasıl olacağına dair uyarı niteliğindeydi. 

Osmanlı Devleti’nde eşkıyalar silahlarını bırakırsa sistem içinde değerlendiriyordu. Devlet eşkıyaları affediyor ve onlara uygun görevler veriyordu. Yani devlet kendisine pişmanlığını bildirenlere yumuşak yüzünü gösteriyordu. Fakat eşkıyalar pişmanlık göstermiyorsa devletin en sert ve acımasız yüzüyle karşılaşıyorlardı. Devlete baş kaldıranlar hareketinde ısrar etmeleri halinde acınmaz ve affedilmezlerdi. Devlete kalkan “elin”, “başın” ve “dilin” kesilmesi esastı.

Devlet iyi niyetiyle başlattığı Çözüm Sürecinde hesap edilemeyen bir durum ortaya çıktı. Güneydoğu’da asker ve polisin yetkilerinin kısıtlanması sebebiyle Kürtler, PKK’nın eline teslim edilmiş oldu. Peki, bu durum bilerek mi ortaya çıktı. Hayır, bilerek ortaya çıkmadı. Fakat sonradan bilinmesine rağmen önlem alınmakta gecikildi.

Peki, bu süreçte neler oldu?

PKK, istediğinde şehirleri ateşe verebilir duruma geldi. İstanbul’un merkezinde kalaşnikofla yürüyüşler yapıp devleti tehdit edebilecek seviyeye çıktı.   

Güneydoğu ve Doğu Anadolu’da araçları durdurup kimlik kontrolü yapabilir hale geldi.

PKK mahkemeler kurup insanları yargılamaya ve kararlar almaya başladı. 

Halktan vergi toplayıp, vermeyenleri istedikleri şekilde infaz edebilir konuma geldi.

Güneydoğu’da istedikleri icraatları yapıp devletin polisini ve askerini saf dışı bırakabilecek güce erişti. 

PKK’nın dağ kadrosunda bulunan teröristler bir yolunu bulup en iyi üniversitelerde en iyi bölümleri kazanabilir konuma geldi.  

PKK, oluşturduğu komisyonlar sayesinde dağdaki teröristleri devlet dairelerine ve belediyelere zorlanmadan ve kolayca yerleştirebildi. 

PKK’nın dağ kadrolarında görev yapan, çatışmalara katılanlar, devlete kurşun sıkanlar TBMM’ye milletvekili olarak çok rahatça seçilip dokunulmazlık alabildiler. Silah ile ele geçiremedikleri devlet kurum ve kuruluşlarını kravatlı teröristlerce ele geçirdiler.

Güneydoğu’daki şehir ve kasabalarda Türk bayrağı yerine kendi paçavralarını asmaya ve kullanmaya başladılar. Hatta İstanbul ve Ankara’da serbestçe terörist örgütün propaganda afişlerini asar duruma geldiler.

PKK ve uzantıları meclis de dâhil olmak üzere İstiklal marşımızı okumazlarken, kamuoyu önünde tüm devlete ve millete tehdit savurabilir hale geldiler.

Peki, hepimizin şimdi başını iki elinin arasında alıp nerede yanlış yaptık diye düşünme zamanı gelmedi mi? Devlet, asker, polis, millet olarak birlik olup bu terör belasına karşı mücadele etmemiz gerekmez mi?

Fakat eski alışkanlıkların yeniden tesisi edilip gazete başlıklarına aldanıp asker ve polisimizin yaptığı mücadele engellenmemelidir.

Türkiye hem içeriden hem de dışarıdan bir saldırı ile karşı karşıyadır. Şehirlerimizde askerlerimizi, polisimizi ve masum insanları öldüren, evleri, iş yerlerini, iş makinelerini yakan ve yolları, barajları engelleyen içerdeki bu ihanet en büyük tehlikedir. Silahlı teröristlerin dilindeki barışa kanıp milletin ve ülkenin geleceğiyle oynayan yöneticilerin bu ülkeye bir faydası olmayacaktır.

 

Önceki ve Sonraki Yazılar