''Dekolte'' böyle tökezledi!
İki saf feminist muhafazakar fetva verdi! İki İslam mütefekkiri onların foyasını meydana çıkardı!
Dekolte, taciz, tecavüz ve feminist muhafazakarların yanılgıları
Selçuk Üniversitesi İlahiyat Fakültesinin değerli öğretim üyesi Sayın Orhan Çeker'in bir soruya verdiği cevabın biliçli ve maksatlı olarak çarpıtıldığı ve ilavelerle zenginleştirilerek kamuoyuna yanlış bir şekilde sunulduğu bir gerçekliktir.
Türkiye’deki malum kesimin planlı olarak başlattıkları bu hadise yine onlar tarafından abartılmış ve çıkardıkları yaygara büyük bir ses getirmiştir. Bütün bunlara ilave olarak, onların bu çığırtkanlıklarının tesirinde kalan, bu dedikodulara sorgulamadan kolayca inanan, sonra da köşe yazısı kaleme alan bazı saf feminist muhafazkar yazarlar sayesinde de bu gürültü daha da şiddetlenmiş ve yine bu aziz milletin kafasının karıştırılması büyük ölçüde başarılmıştır.
Prof. Çeker’in sözleri şöyledir. "Sen dekolte giyinirsen bu tür çirkinliklerle karşılaşman sürpriz olmaz. Tahrikten sonra şikâyet etmen makul değil. Elbette işlenen suç son derece iğrençtir. Lakin bu suçun işlenmesinde dekolte ve tahrik edici kıyafetler giyen kadının da etkisi küçümsenemez." (17 Şubat 2011, Zaman).
Bu tanıdık ve bildik kesimler, “taciz” konuşulduğu halde, işi “tecavüze” getirmişler, bilerek ve isteyerek gerçekleri çarpıtmışlar, kamuoyunu tahrik etmişler ve sayın Çeker'i adeta lince tabi tutmuşlardır.
İlahiyatçıların akademik ifade özgürlüklerini kullanmaya sıra geldiğinde bunu içlerine sindiremeyenlerin, geçmişte sürekli demokrasiden ve üniversitenin bilimsel özgürlüğün merkezi olduğundan bahsetmelerinin ne denli yaman bir çelişki olduğu da böylece anlaşılmıştır. Söz konusu olan “ihlaslı bir ilahiyatçı” olunca, bunlar yine yasakçı kesilmişler ve “söyletmen vurun” mantığı ile hareket etmişlerdir.
Yaşanan bütün bu gelişmeleri yakından takip eden sitemiz ise, saf feminist muhafazakar yazarların yaptıklarının yanlış olduğunu açıkça belirtmiş ve onları buradan özür dilemeye davet etmiştir.
Tıpkı bizim yaptığımıza benzer şekilde, yazdıkları köşe yazıları ile bu feminist yazarları isim vermeden eleştiren sahasında uzman saygın ilahiyatçıların bu kanaatleri ve düşünceleri ise malum medya tarafından yine görmezlikten gelinmiş, milletin kafasının karıştırılması bu şekilde yine başarılmış ve doğruların anlaşılması ve bilinmesi engellenmiştir.
Buradan hareketle ifade edelim ki, sorumlu yayıncılığın ilkeli ve tutarlı adresi olan diyanethaberler.com sitesi, bu konuda saygın iki ilahiyatçının görüşlerini alıntılarla naklederek kafası karışanların doğruları bulmasına yardımcı olmayı amaçlamaktadır.
İşte bu noktada İslam müteffekkiri Ali BULAÇ’ın kanaatleri bizler için büyük bir önem taşımaktadır.
Ali BULAÇ yazdığı makalesinde yapılan taraflı yayınlardan etkilenen ve bu konuda olumsuz görüş beyan eden bazı feminist muhafazakâr yazarların durumlarını şu şekilde özetlemektedir.
“Modern kadın bakış açısı veya feminizmin derin etkisindeki muhafazakâr yazarlar, yine özür dileyici üsluplarıyla ortaya çıkıp Nur Sûresi'nin 30. ayetini delil göstererek, aslolan "erkeğin gözlerini haramdan sakınması gerektiğini" hatırlattılar. Bu doğruydu. Ama 31. ayet de, çıplaklığı, zineti ve teşhiri yasaklamaktadır. Yani harama ve zinaya götüren yollar ve davranışlar -dolayısıyla tahrik edici kıyafetler, çıplaklık- da haramdır. Dahası bir müçtehit edasıyla Ebu Hanife ve İmam Gazali dönemindeki fetvalarla bugüne bakılmayacağını söylediklerinde, ya asl'sız ve usulsüz içtihat yapıyorlar ya da farkında olmaksızın Mekkeliler gibi "Bu geçmişlerin masallarıdır", bugün şartlar çok değişti demeye getiriyorlar.”(Ali Bulaç, 21.02.2011, Zaman)
Ali Bulaç’ın bu haklı, yerinde, sert ve ağır tepkilerini hala görmezlikten ve anlamazlıktan gelen malum yazarlar umarız yanıldıklarını, haddi aştıklarını anlayarak özür dileme erdemini göstereceklerdir.
Onlardan sadece ikisini sitemizde yaptığımız açıklamalarla özür dilemeye davet ettiğimiz ve yanılgılarını delillerle gösterdiğimiz halde birisi özür dilemeyeceğini ve konuyu “ahirete havale ettiğini” (!) söyleyerek hala inatla savunduğu yanlışın arkasında durmayı ve kaçmayı tercih etmiştir.
Bir diğeri ise, kendisine hakaret edildiğini ileri sürerek özür dilemekten kaçınmış ama bu hakaretin ne olduğunu ispat edemeyerek müfteri damgası ile damgalanmayı kabul etmek zorunda kalmıştır. Dolayısıyla haklı uyarıları anlamaktan ve algılamaktan uzak bu tiplerin “dini konularda bir müctehid edasıyla köşe yazıları yazarak” takipçilerini etkiliyor olmaları, hem kendileri hem de onlara itibar edenler adına bir talihsizlik olsa gerektir.
Ayrıca bu tiplere gazetelerinde ve sitelerinde yazma imkanı sağlayan ve yanlışlarına rağmen arkalarında durmaya devam edenlerin durumunu ise biz sadece kamuoyunun takdirine bırakıyoruz.
Sayın Bulaç hem bu tür feministlerin ve hem de herkesin rahatlıkla anlayacağı bir dil ile “tahrik”i şu şekilde açıklamaktadır ki, bu gerçekten haklı ve yerinde bir tespittir.
“Modern psikoloji kendini, "dış uyarıcılar karşısında organizmanın verdiği tepkileri ölçen bilim" şeklinde tanımlar. Bir organizma olarak tasarlanmış bulunan insan dış dünyadan birtakım uyarıcılar alır, bunlara çeşitli seviyelerde ve şiddette tepkiler verir. Modern psikoloji, biyoloji ve fiziğin yöntemlerini kullanarak bu tepkileri ölçülebilir hale getirerek matematiğin diliyle ifade eder. Buna göre, bir erkek organizması, çıplak kadın bedeniyle karşılaştığında, cinsel arzu duyar. Çünkü çıplak beden ona uyarıcı mesaj vermiştir, uyarıya rağmen erkek herhangi bir istek duymuyorsa, sorun var demektir. Eğer kadın kısmen veya tamamen teşhir ettiği çıplak bedeniyle erkeğe cinsel mesaj vermiyorsa yeterince cinsel cazibeye sahip olmadığı düşünülür”.
“Bir erkek iki durumda kitlesel teşhire sunulmuş bedene cevap vermez:
1) Kendini denetler, arzusuna hakim olur. Bu ideal durumdur;
2) Uyarıya rağmen kadın bedeni onun için herhangi bir anlam ifade etmez. "Aşırı uyarılma"nın söz konusu olduğu plajda genellikle böyle olur”.
“Cinsel açlığın yaygın ve kadına ulaşmanın zor olduğu durumlarda, sürekli olarak uyarılan erkek, -haram gibi normlara sahip değilse- fırsatını bulduğunda kendisini uyaran -tahrik eden- kadına yönelir, rıza ile karşılık bulamazsa duruma göre saldırır.”
“Erkekler günün her saatinde sokakta, televizyon ekranlarında tahrik edilmektedir. Büyük kentler yüz binlerce cinsel yönden cinsel aç bekar ve habire tahrik olmakta olan erkekle doludur. Dekolte kıyafetle erkeğin karşısına geçen kadının erkeği tahrik etmediğini iddia etmek deneysel pratiklerce yalanlanmaktadır.”
“Tabii ki, tahrik tecavüz suçunun mazereti veya gerekçesi değildir, ama sebebidir. Cinsel tahrik veya çıplaklığı tecavüz suçuna mazeret veya gerekçe sayamayız ama, sebepleri göz ardı ettiğimizde ne kadar gerçekçi davranmış oluruz, bunu soralım. Prof. Orhan Çeker bu olguya dikkat çekmekte, tahrike verilen tecavüz suçunun "sürpriz" olmayacağına söylemekte, ayrıca tecavüz suçunun "iğrenç" olduğunu belirtmektedir. Ahzab, 59. ayette "başörtüsü hükmüne gösterilen iki illet"ten biri "Müslüman kadınların öyle (başörtülü) tanınmaları" diğeri "eziyet görmemeleri" değil mi? Tecavüz veya cinsel taciz tam da ayetin "eziyet" dediği şeydir.”(Ali Bulaç, 21.02.2011, Zaman)
Sayın Bulaç’ın bu makalesi yeterince açık ve aydınlatıcı olmuştur. O bir İslam mütefekkiri olarak taciz ve tecavüzü, ayetin “eziyet” dediği şey olarak açıklamıştır. Dolayısıyla bu kadar açık ve net uyarıya rağman hala yanlışı savunmak doğru değildir.
Kanaatimizce dinin sosyal alanda görülür, bilinir, tanınır ve yaşanır olmasından rahatsız olan, bunu hazzetmeyen, içine sindiremeyen bir takım çevrelerin bu maksatlı ve yönlendirme amaçlı haberlerinin tesirinde kalanların dönüp kendilerine bakmaları uygun olacaktır.
Benzer şekilde, bir başka İslam mütefekkiri Prof. Dr. Hayreddin Karaman da bu konu ile ilgili şu çarpıcı tespit ve değerlendirmelerde bulunmaktadır.
“ Erkek veya kadın her mümin iffetini koruyacak, zinaya yaklaşmayacak, başkalarını da tahrikten uzak duracaktır; ama iffetin korunması için bütün tahrik unsurlarının (cinsi bakımdan günah işleme imkanlarının) ortadan kalkması diye bir durum da, dini talep de olamaz. Tam aksine günah işleme imkanı, hatta tahrikler mevcut olduğu halde iffet korunacak ve kulluk böyle gerçekleşecektir.”
“Bir kadın veya erkek karşı cinsi tahrik etse ve o da dayanamayıp –zorla veya rıza ile- taciz ve tecavüz de bulunsa bu tahrik; taciz veya tecavüz suçunu hafifletmez, suçu işleyen cezasını çeker. Öte yandan İslam toplumunda taciz kadar tahrik de engellenir, bunun için tedbirler alınır.”
“Bu taciz konusu konuşulurken hep erkeklerin kadınları taciz ettikleri dile getiriliyor. Taciz, "engelleme gücü bulunmayan bir kimseyi cinsî davranış veya saldırı ile rahatsız etmek, ona zarar vermek" şeklinde tarif edilebilir. -Cinsî sapıkları bir yana bırakırsak- Allah Teâlâ insanlara, karşı cinse, cinsî manada ilgi duyma, onu arzulama kabiliyet ve duygusu vermiştir. Ama aynı zamanda karşı cins ile cinsî temasın meşru olmasını da evli olma şartına bağlamıştır.”
“İnsanlar evli olsunlar olmasınlar karşı cinsten olan birine ilgi duyabilirler, karşı cins bu ilgiyi uyandırmak ve şiddetlendirmek için bazı davranışlarda bulunursa arzu da şiddetlenir. Arzuya, günah duygusu ile karşı durmak, onu haram yoldan tatmine izin vermemek, bunun için iradesini kullanmak, sabretmek insanı rahatsız (taciz) eder.”
“Laik ülkelerde daha çok kadınların –ya kasten veya modaya uyarak- aşırı açılmaları, cinsî cazibe merkezlerini açığa çıkarıp âdeta karşı tarafın gözüne sokmalarını da ben bir taciz olarak görüyorum. Karşı taraf -iffetini korumak için çaba gösteren- bir mümini tahrik ve taciz etti diye ona saldırmanın caiz olduğunu elbette söylemiyorum, ama taciz edenlerin bunun farkında olmalarını istiyorum.” (Hayreddin Karaman, Yeni Şafak, 27.02.2011)
Gerek Sayın Bulaç’ın, gerekse de Sayın Karaman’ın bu tespitleri gayet yerinde ve makuldur. Bunları okumak ve anlamaya çalışmak yerine düşüncelerini söyleyen Sayın ÇEKER’i hedef tahtasına koyup İslam’ın bu emir ve tavsiyelerinin yanlış anlaşılmasına ve anlatılmasına neden olmak doğru olmamıştır ve olmayacaktır.
Nitekim Sayın Çeker tecavüzden hiç bahsetmediği halde onun sözleri çarpıtılmıştır. Oysa o da diğer ilahiyatçılar gibi “taciz” yapan erkekleri suçlu bulmaktadır. Sayın ÇEKER’in sözleri aynen şu şekildedir:
“Bu konuda suçu işleyenleri savunduğum anlaşılmasın. Elbette işlenen suç son derece iğrençtir. Lakin bu suçun işlenmesinde dekolte ve tahrik edici kıyafetler giyinen kadının da etkisi küçümsenmeyecek kadar büyüktür. Bu konuda tabi ki erkek suçludur ama kadının da suçu gözardı edilirse meseleyi çözümde yanlış adım atmış oluruz. Bu olayda her iki taraf da suçludur."
Böyle diyen bir akademisyenin sözlerini alıp okumadan, anlamadan, sayın ÇEKER’in şahsi web sitesinden bu gerçekleri araştırıp teyit etmeden yalanlara kanarak köşe yazısı yazanların tamamı hata etmişlerdir. Zira dini konuları ehil olanlara sormak gerekmektedir ve herkesin kendini müctehid yerine koyarak ahkam kesmesi yanlıştır. Bu konuda araştırmadan köşe yazısı yazan saf feminist muhafazakar yazarların büyük bir vebali omuzladıkları ortadadır.
Oysa inananlara düşen en önemli görev, birilerine şirin ve sevimli görünmek değil, her zaman ilkeli ve tutarlı olmaktır. Kınayanın kınamasına aldırmadan her daim doğruların, evrensel ilkelerin ve adaletin yanında yer almaktır.
Çığırtkanlık yapan, bir bardak suda fırtına kopartan, akademik özgürlüğü bir ilahiyat hocasına çok gören, yapılan bir analizi bağırarak ve çağırarak tesirsiz hale getirmeye çalışan o kesimin esas tepkileri sayın ÇEKER’in şahsına değildir. Onlar, aslında İslam’a duydukları antipatinin bir sonucu ve bunun dışa yansıması olarak böyle davranmaktadırlar.
Zira bu kimseler her zaman yaptıkları gibi “alkole” din yasakladığı ve “tesettüre” din emrettiği için karşı çıkmaktadırlar. Niyetleri böyle olan bir kesime şirin görünmek adına böyle bir tavır takınmak ve araştırmadan köşe yazısı yazmak son derece popülist bir yaklaşımdır.
Bu itibarla gazetecilik etik, ilke ve kurallarını hiçe sayarak, gerçeği teyit etmeden yazılar yazan ve müctehid kesilen bütün bu feminist muhafazakar yazarların kamuoyundan özür dilemeleri şart olmuştur.
Diğer taraftan şu da bilinmelidir ki, burada bizim yaptığımız bir şahsı savunmak değil, bir fikri, ilkeyi ve akademik özgürlükleri savunmaktır. Sayın Bulaç ve Sayın Karaman da bunu yapmışlar ve İslami bir duyarlılık ve hassasiyetle konuyu ele alıp değerlendirmişlerdir.
Ancak birileri hala sahanın uzmanlarının bu kanaatlerinin birbiriyle örtüşmesinden etkilenmek ve doğru yola gelmek yerine bundan rahatsızlık duyarak, bu haklı tepkileri dile getiren kimseleri Sayın ÇEKER’in sözcüsü ve avukatı olmakla ve “dayanışmacı tavır” sergilemekle itham etmeye kalkmışlardır ki bu, en hafif tabiriyle edep ve terbiye yoksunluğudur.
Her şeyden önce şunu ifade edelim ki, biz bu konunun kapatılmasından daha ziyade tartışılmasının çok daha sağlıklı ve doğru olduğuna inanmaktayız. Vur kaç taktiği ile sonuç almaya almaya alışmış ve bunu her zaman başarı ile uygulamış malum medyaya bundan sonra bu tür konularda prim ve malzeme vermemek adına, gerçekler anlaşılıncaya ve özümseninceye kadar her türlü konunun özgürce ve medenice tartışılmasının ve toplumun aydınlatılmasının daha doğru olacağını düşünmekteyiz. Zira mesele anlaşılmadan konu kapanacak olursa kafalarda oluşturulan bir takım soru işaretleri orada kalacak ve ilk oluşturulan o yanlış kanaatler daha da pekişebilecektir. Bu nedenle, sorunları halının altına süpürmek çözüm ve marifet değil, tartışarak doğru sonuçlara ulaşmak esastır.
Bu konuda sahanın uzmanı olmayanların hariçten gazel okuyarak saf zihinleri bulandırmaları yanlış olmuştur. Onlar Kur’an’ın ifadesiyle, hakkında bilgi sahibi olmadıkları meselenin peşine düşmüşler ve kendi kafalarına göre ictihadlar ortaya koymaktan kaçınmamışlardır. (“Hakkında kesin bilgi sahibi olmadığın şeyin peşine düşme. Çünkü kulak, göz ve kalp, bunların hepsi ondan sorumludur”. İsra, 17/36.)
İlahiyat alanında otorite kabul edilecek konumlara gelmiş ve ömrünü bu işe adamış bu değerli mütefekkirlerin birbiriyle örtüşen bu görüş ve tespitlerini anlamaya çalışmak yerine, İslam’ın yıpratılmasına vesile olanların konuyu ciddi olarak düşünmeleri gerekmektedir.
Sonuç olarak ifade edecek olursak, İslam’ın bakış açısını akademik özgürlükler çerçevesinde ve sorumluluğun bir gereği olarak eğip bükmeden ortaya koyan sahanın uzmanlarının dediklerini kavramaya ve özümsemeye çalışmak gerekmektedir.
Pazardan mal alırken seçici davrananların ve çarşının altını üstüne getirenlerin, mesele doğru, güvenilir ve sağlam haberi seçip almaya gelince hemen her duydukları habere, her gazetedeki köşe yazısına inanmaları ve yanlış kararlar almaları ahirette kendi aleylerine ciddi sonuçlar doğuracaktır.
Bilgi kaynakları konusunda gereken hassasiyeti göstermeyerek beynini birilerinin atık deposu haline getirenlerin ve yalan yanlış haberlere sorgulamadan ve incelemeden hemen inananların o gün suçlamaları gereken kendilerinden başkası olmayacaktır.
Bu itibarla savunmacı bir üslupla, feminist ve “laikçi” (laik değil, laikçi) çevrelere şirin ve sevimli görünmek adına böyle yazılar kaleme alan muhafazakar bayan yazarların ve onları okuyarak yanlış karar alanların kendilerini kontrol etmeleri uygun olacaktır.
Din alanındaki tartışmalarda saygın, bilimsel, akademik, özgür ve özgün bir duruş ve tavır sergileyen, kullandığı yazı diline ve ifadelerine son derece dikkat eden, kısa sürede haber siteleri arasında hatırı sayılır bir okuyucu kitlesine ulaşan diyanethaberler.com sitesi, gerçeklerin sesi olmaya ve İslam’ın doğru anlaşılmasına katkı sunmaya devam edecektir. 03.03 2011
Kamuoyuna saygı ile duyurulur.
DİYANETHABERLER.COM