Haşim Akın
Dikenin Tohumlarını Bulma Kolaylığı
Geçen günlerde bir arkadaşım, sosyal medyadaki hesabından adını bilmediğim veya üzerinde de durmadığım bir şahıstan alıntı yapmıştı. Bu alıntı cümlelerine göre; “Türkiye’de fetö anlayışının yeşermesinin asıl sebebi neymiş biliyor musunuz? Bu yanlış ve çarpık din anlayışının tohumlarını Mevlana, Yunus Emre, İbn-i Arabi vb. mutasavvıflar atmış. Onların ektiği tohumların çiçekleri güzel ülkemde böylesi bir terör örgütüne dönüşüvermiş.”
Tabi böylesi bir yargıyı içeren cümleler, adı geçen ve döneminde güzel hizmetlerde bulunmuş numune-i imtisal şahıslardan daha çok tasavvuf gibi düşünce ve eylemi yaralamaya yöneliktir. Bazı insanların tasavvuf konusunda daha negatif bir duruş sergilemesini anlarım. Onların da böylesi bir fikre sahip olması mümkündür. Lakin yaşadığımız bu acı tecrübelerin yegâne faturasını onlara kesmek, insafsızlığın da ötesinde bir yaklaşım olmaz mı?
Bu arkadaşların Sarı Saltuk’u okuduklarını sanmam. Bugün bizim çağdaş ulaşım araçlarıyla bile gidip tebliğ faaliyetlerini göze alamadığımız coğrafyaları kendisine hedef bilmişler. Zor bir dönemde ve onlarca sıkıntının içerisinde balkanları yurt edinip orada iman çınarları yeşertmişler. Balkanların farklı noktalarında Sarı Saltuk mezarlarının niçin çok olduğunu muhtemelen ya hiç görmediler, ya da bunu da başka şeylere yorumladılar.
Kuzey ve Orta Afrika’da Senusi tarikatının yaptıklarını, o bölgede yapılmış insanı ve arzı inşa çalışmalarını hiç görmemişlerdir. Veya görmek için de bakmamışlardır. Afrika’nın çöllerini kuyuyla yeşertip, âlim müritlerle imar etmişler. Batı Afrika’ya İslam’ın yayılmasında etkili olan ve o bölgedeki İslami tebliğin tek omuzlayıcısı olan Ticani tarikatını görmezden gelemezsiniz. Bugün Afrika’nın ücra köylerine kadar misyoner teşkilatlarının üyeleri gitmekte ve çalışma yapmaktadır. Bu durum, bizi bir Müslüman olarak rahatsız eder. Lakin “bir adanış destanı” olarak da şapka çıkartmaya mecbur bırakır. Küçük bir cümleyle, bir göz işaretiyle, bırakın insanını, adını bile duymadığı memlekete sadece Allah rızası için giden bu tasavvuf erlerini görmezden gelmek yanlış olur. Böylesi elemanları çok kitap okutarak gönderemezsiniz…
Güney Afrika’ya hem de dönemin en zor şartlarında giden Ebu Bekir Efendi’yi inşallah dikkate alacaklardır. Bunları anlatmak kolay… Lakin yaşamak ve uygulamasını hayata göstermek o kadar kolay değildir. Böylesi bir fedakârlık hikâyesini paylaşmak ve güzelce anlatmak iyi de aynı yolu takip edenlere yapılan hakaret ve küçümsemeler hiç de güzel değil.
Ben burada Anadolu’nun İslamlaşmasında önemli rol oynayan dervişleri ve alperenleri saymadım. Elbette burada güzel hizmetleri konu edinilmiş birçok zevatın anlaşılması zor, hatta kabul sınırlarını zorlayan söz veya davranışları olabilir. Böylesi söz veya davranışları eleştirmek, kişiyi iman dairesinden de çıkarmaz. Lakin biraz da insaf gerektir. Onların yaptığı ve eleştirilerimize muhatap olmuş davranış veya söylemleri, onun bütün hayatına ve hizmetlerine şamil kılmak ehli vicdanın işi değildir.
Ehli tasavvuf, şeyhlerini çok sevmekle ve onun emir ve görüşlerine itiraz etmemekle tanınır ve tenkit edilirler. Bugün yaşayan ve söylemlerini daha çok tasavvuf eleştirisi görüşlerle besleyen çağdaş bir hoca var. İsmi bende kalsın. Bunu okuyan, dinleyen ve seven bir yakınımın ona yapılan bir eleştiri için neredeyse kavga çıkaracak dereceye geldiğini bilirim. Onunla olan tüm buluşmalarımızda ben asla o isimle ilgili bir şey söylemem. Yani başkalarını eleştirdiğimiz kimi yanlışlar, farkında olmadan bizi de sarıverir.
Böylesi sapkın bir anlayışın temelini sadece tasavvuf düşüncesinde aramak yanlış olur. Bunda hepimizin rolü oldu. Bir kısmımız bazı yanlışları göremedi. Görenler; ya söylemeye cesaret edemedi, ya da söylediğinde yanlış anlaşıldı ve susturuldu. Bugün yüzlerce sayfalık raporlarla onu eleştirenler var. Ama şu soruyu sormak hakkımız sanırım: “Bunları yeni mi söylemiş?”
Kafamızı duvara vurunca anladık gerçeği... Ama biraz geç oldu. Sebeplerini araştırırken de insafı elden bırakmamak lazım…