Hasan Ukdem
Dikiş İzlerinde Bahar
Acemi bir terzi gibi
Teyellemişim seni bahtıma
Bir resmin kalmış albümde
Sense düşüp gittin cılız rüzgarla
Dikiş izlerin kaldı kalbimde
Hangimiz sevmedik diyor ya bir şarkı, işte öyle... Bahar geldi ve her şeye olduğu gibi kalplere de bir can suyu akıverdi. Yeni umutlar dirilirken eski sevdalar depreşti. Hayat, sanki siyah beyaz bir resimden renkli bir fona doğru kayıverdi. Güneş doğdu, yaprakların üstündeki kırağılar damla halini aldı, kuş sesleri neşesini buldu, arıların vızıltısı bal tadında bir zamanı çağrışıyor. Elbette umutlara yelken açmak, sevgiye gönül sermek, aşka göz kırpmak güzeldir, ancak yaş ilerledikçe insan yüreğine baharın da gücü yetmiyor. Hele ki ayrılıkların altında kalan günlere, giden sevgiliye, büyüyen hasrete rağmen mevsime gülümsemek, güneşe pencere açmak, çiçekli dalların coşkusuyla hayata bakmak güçleşiyor. Ve kalpler dikiş izlerinden sızlıyor.
Ne söylüyorsam
Seni anlatıyordur
Aklım kelimelerime karışıyor
Ben derken bile
Seni kastediyorum
İnsan belli bir eşiği aşınca, artık mevsimlerden sadece teninden ve yüreğindeki yaralarından tepki geliyor. Ten, mevsime göre ya üşüyor ya ısınıyor. Yürek yaraları ise düşen yapraktan kanadığı gibi, açan çiçekten de hüzün deriyor. Düşen yaprak sevgiliyi götürürken, açan çiçek, onu getiremediği gibi bir de onun güzelliğini, yokluğunu, erişilmezliğini hatırlatıyor. Ve aşık, çiçek derken, kelebek derken, hatta ben derken hep onu kastediyor, onu hissediyor.
Ben bir kelimeysem
Sen olsun anlamım
Ben bir rakamsam
Seninle toplasınlar
Ben bir şiirsem
Sen ol kafiyem
Ben bir romansam
Sensin kahramanım
Her şeyde, her yerde onun ayak izleri dolaşıyor, ağacın gölgesi siluetini çiziyor, rüzgârın nefesi kokusunu getiriyor, bahar güneşi sıcaklığını tene işliyor. Toprakla kavuşan yeşil, göklerle kucaklaşan kuş, yuvasının etrafında dolanan karınca, kaybedilmiş bir cenneti temsil ediyor aşığa. Bunca vuslatın yaşandığı mevsimde, ayrılığın burukluğunda içini dağlıyor.
Bir bir ölüyor
İçimde açan çiçekler
Neredesin kelebeğim?
Gel de tozlaştır gönlümü
Yârinden uzakta çoğalamıyor aşık, hatta bir bile kalmakta zorlanıyor. Bu sadece bedensel bir kısırlık değil, genel bir akamet. İnsanlar içinde, yalnız odasında ve kendi içinde bir yokluğun esiri oluyor. Hayat yeşerip çoğalırken, meyvelere açan çiçekler, merada meleşen kuzular, komşu evlerden gelen bebek sesleri... Hepsi ama hepsi onun tek oluşunu, yalnız oluşunu, yârsiz oluşunu yüzüne vuruyor.
Her yağmurda
Sırılsıklam âşık oldum sana
Ve açtığında güneş
Yedi renge uyandım
Attım bütün renkleri gökyüzümden
Bir tek sana boyandım
Bu yazıyı karamsar görmeyin, hüzünlü bulmayın lütfen. Bu ayrılıkların içindeki bir aşığın baharı nasıl karşıladığını anlatıyor sadece ve aşık bütün bu kederlere, hüzünlere karşın aşkından bizar değildir. Hiç sevmemiş olmaktansa bin kere sevip bin kere ayrılmaya razıdır. Zira varlığın anlamı aşktır. İnsan sevdiği zaman yaşar, sevdiği zaman anlam kazanır, sevdiği zaman varlığını hisseder. Yoksa sadece ot biten toprakta bir çiçek açmamışsa, oraya bahar gelmiş, gelmemiş ne fark eder? Ayrılıklardan korkup sevgiden uzak kalmayın. Yedi rengin güzelliğine ermek istiyorsanız, bir gülün rengine boyanın.
Bakışın aksın çeşmelerden
Bulutlardan gülüşün yağsın
Ellerin gibi uzansın yerden çiçekler
Rüzgâr senin kokunla essin
Mevsimler penceremden
Senin gibi türlü kıyafetlerle geçsin
Geceyi kar kına gibi
Gözlerinin karasından,
Gündüzüm uyansın
Beyazından.
Kalbim gibi çalışsın saatler
Gelmediğin günlerde
Takvimler yaprak vermesin
Sensiz doğan güneşi
Gözüm görmesin
Sevgiyle kalın