Derviş Argun
Doğu Türkistan
Uygur Türklerinin ülkesi olan Doğu Türkistan, Büyük Türkistan'ın doğu kesiminde ve 1949 yılından bu yana Çin'in işgali altındadır. Çin, özgür bir ülke olan Doğu Türkistan'ı, hem fiziksel olarak işgal etmiş, hem de ekonomik ve siyasi olarak abluka altına almıştır. Doğu Türkistan, Türkistan'ın bir parçası olup 1.65 milyon km2'lik bir coğrafyaya sahip yeraltı zenginlikleri olan bir ülkedir. Neredeyse Türkiye'nin iki buçuk katı büyüklüğünde bir coğrafyaya sahiptir. Buna rağmen dünyanın unutulmuş köşesi, terk edilmiş milleti olarak en büyük acıları en sessiz bir şekilde yaşamaktadır.
Acının yeni olmadığını biliyoruz. 1750 yılından bu yana Çin, dönem dönem Doğu Türkistan'a saldırılar yapmış, en son 1949 yılından bu yana da fiziksel olarak işgal etmiştir. Doğu Türkistan'da 1933 ve 1944 yıllarında iki defa "Doğu Türkistan İslam Cumhuriyeti" kurulmuş her iki devlet de Çin işgaliyle yıkılmıştır. Bu işgal öyle bir noktaya gelmiştir ki, her ev, her birey tek tek bu işgalin izlerini taşımaktadır.
Özgür bir ülke olan Doğu Türkistan'ı işgal eden Çin, Nazi kamplarını aratmayan toplama kampları kurarak bu kamplara dünyayla dalga geçercesine, "Yeniden Eğitim Merkezi" ismini vermiştir. Çin, Doğu Türkistan'ı işgal etmekle kalmamış, alimlerini, siyasetçilerini ve toplum önderlerini katletmiş, gençlerini zindanlara atmış, inançlarını ve kültürlerini yok ederek, cami ve medreseleri yıkmıştır.
Bugünlerde çok daha utanç verici haberler gelmektedir. Çin hükümeti her bir Uygur Türk'ünün evine bir Çin erkeği yerleştirerek "Çinlileştirme" programına hız vermiştir. "Kardeş aile" projesi adı altında başlatılan bu uygulama, Müslüman Uygur halkının en hassas olduğu konu üzerinden bir acı oluşturmaktadır. İnsanların haremi ismeti olan evine bir yabancı erkeğin zorla yerleştirilmesi taşınabilir bir yük değildir. Bu durum doğal olarak Müslüman Uygur Türk'lerini isyana ve başkaldırıya teşvik etmekte, isyan edenler ise, zindanlara atılıp katledilmektedir. Bu durumda karşımızda, Çinlileşmek ya da öldürülmek ikileminde yok edilen bir millet vardır.
Türkiye'de STK'ların ve duyarlı toplulukların bu konuyu dile getirmeleri, gazetelerde köşe yazılarının çıkması çok önemlidir. Ama çözümün buradan çıkmayacağı da bilinmelidir. Bir devlet diline ihtiyaç hisseden bu konu, daha fazla çıkmaza girmeden Çin hükümeti ile görüşülerek ve gerekli uluslararası baskı oluşturularak çözülmelidir.
Henüz Suriye krizini atlatamamış bir Türkiye ile Suriye'de çözüm yakalayamamış bir dünyanın, Doğu Türkistan sorununa katkı sağlamasını beklemek saflık olarak görülebilir. Ama zulmün yol aldığı, gücün egemen olduğu şu yüzyılda, başka da bir çıkış gözükmemektedir. İslam İşbirliği Teşkilatı ve Arap Ligi ülkelerinin bu konuya bir batı ülkesi kadar bile ilgi göstermeyeceğini görmek için kör olmaya gerek yoktur. Suriye iç savaşında ortaya koydukları tavır, Doğu Türkistan sorununda ortaya koyacakları tavrın görüntüsünü vermektedir.
O sebepledir ki,
Doğu Türkistan sorununa katkı sağlaması muhtemel tek ülke olan Türkiye, körfez ülkeleri başta olmak üzere hiç bir Arap ülkesinin dolduruşuna gelmeden, ABD'nin tavsiye ve dayatmalarına kulak asmadan son dönem Suriye iç savaşında geliştirdiği dil ve yönteme benzer bir çözümü, Doğu Türkistan için de yapmalıdır. Sorun, sorunun taraflarıyla konuşulur. Bu bağlamda Çin ve Çin'i çözüme zorlaması muhtemel ülkeler nezdinde girişim yapılarak bu sorun küreselleştirilebilir. Küreselleştirme becerilebilirse, Çin'in mutlak çözüme yanaşmasa bile daha duyarlı davranacağına ve çeki düzen vereceğine inanıyorum.