Haşim Akın
DÜNYANIN VE MENFAATİN ESARETİ
Allah resulü Hudeybiye anlaşmasından sonra çevrede bulunan değişik vali ve krallara mektup gönderdi. Gönderdiği mektupta onlara “kendisinin peygamber olduğunu” bildirip onları ve tebaasını İslam'a davet etti. İlgili mektupların ulaştığı her bir yerde, mektuplar açılıp okundu. Elbette hepsi de aynı muameleyi göstermediler. Allah Rasülü her bir bölgeye hem o civarı iyi bilen hem de temsil yeteneği güçlü örnek sahabeleri göndermiştir.
Kimi yerlerde elçileri şehit ettiler. Habeş Kralı Necaşi mektubun tesiriyle şehadet getirip Müslüman olduğunu izhar etti. Müslümanların bu topraklara ulaşacağını kabul eden ve bunu ilan edenler de vardı. Resulullah'a (SAV) hediye gönderenler de oldu.
Bu yazımızda dikkat çekmek istediğimiz konu, Mısır Kralı Mukavkıs’ın tutumu ve Allah Rasülü’nden aldığı cevap olacaktır. Mısır’a bizim daha sonra Mekke’nin fethinde yeniden göreceğimiz ve yaptığı bir hata nedeniyle büyük bir cezadan dönen Ashab-ı Bedir’den olan Hatıp İbni Ebi Belta’yı (RA) elçi olarak göndermişti. Hatıp (RA) Mısır’a ulaştı ve uhdesinde bulunan mektubu takdim etti. Mektup okundu.
Mukavkıs bu mektubun sahibini sorgulamak ve burada yer alan bilgileri tetkik etmek için ülkesinde bulunan ve Hz. Muhammed (SAV) hakkında bilgileri verebilecek birilerini bulmasını ister. İçlerinde Ebu Süfyan’ın da bulunduğu bir grup Arap saraya davet edilir. Onlar kralın karşısında sorguya alınır. Mukavkıs gelen heyete mektubun sahibi Muhammed’le (SAV) ilgili sorular sordu. Ebu Süfyan, Allah Rasülü’nün düşmanı olduğu halde O’na övgüler yağdırdı. Çünkü doğru söylemezse arkasında bekleyen diğer Mekkelilerin onu yalanlayacağından, yalan ortaya çıkarsa da Mısırda zor duruma düşeceğinden korkuyordu. Böyle olunca da Muhammed’le (SAV) ilgili doğru bilgileri vermek zorunda kaldı.
Bunun üzerine de Mukavkıs, Resulullah'ın (SAV) mektubuna hediyeler göndererek mukabelede bulundu. Zira anlamıştı ki o bir hak peygamberdi. Onun daha önce İncil’de haber verilen Ahmet isimli peygamber olduğunu anlamıştı. Ancak gerçeği kabul etme cesaretini gösteremedi. Sadece hediyeleri göndererek iyi niyetini göstermiş oldu.
Ancak imana gelme ve Rasul’e tabi olmaya cesaret edemedi. Bu durum sahip olduğu birçok dünya menfaatini elinin tersiyle itmek demekti... İnandığı dava ve gerçekler uğruna var olan dünya menfaatini, makam ve mansıbını, çevresinde bulunanları ve etrafında pervane olan yarenlerini terk etmek çok da kolay değildi elbette... O da bunları terk edemedi ve sadece “iyi dileklerini” bildirerek işi kotarmaya çalıştı.
Bu zorluk sadece o gün için değildi. Tüm zamanlarda ve tüm mekânlarda “hak bildiği gerçeklere sarılarak dünyayı ve menfaatlerini itmek” hiç de kolay değildir.
- Dünyanın üzerinde yaşamak yerine dünyayı içinde yaşatanlar,
- Malı ve parayı kalbine gömenler,
- Sahip olduğu nimetler gidince öleceğini sananlar,
- Elinde var olanlarla dünyada ebedileşeceğini ve buraya kazık çakacağını sananlar,
- Kendisinden önce bu dünyada yaşamış ve tüm bu metaları terke edip ayrışmış olanları göremeyenler,
- Mezarlıkların “vazgeçilmez” insanlarla dolu olduğunu kabul edemeyenler...
Onlar için çok zor olacaktır hakikat yanında saf tutmak.
Bu durum kendisine iletilince Nebiyyi Muhterem Hz. Muhammed (SAV) “Yaramaz adam! Dünyaya kapıldı ve üzerinde oturduğu tahtına kıyamadı ha... Oysaki kendisinden öncekilerin oturduğu o saltanat onu da yalnız bırakacaktır. Bir gün onu da kaybedecektir” buyurdu.
Ah bu yaramaz adamlar...
Ayaklarına gelen ilahi rahmeti kolayca teper ve dünyanın esiri oluverirler. Özgürlük kolay iş değildir. Asıl köleler saraylarda ve köşklerde yaşar. Hem de büyük şatafat ve varlık içinde...