Dürüstlük, Doğrucu Davutluk değildir
Halkla İlişkiler Koordinatörümüz Kezban Bayık, Konya Milletvekili ve TBMM Sağlık Komisyonu Üyesi Mustafa Ünaldı ile görüştü. Ünaldı, Konya’da son günlerin tartışma konusu olan İl Sağlık Müdürlüğü’ndeki yer değiştirmelere açıklık getirdi…
K. Bayık : Seçim sonrasında sağlık alanında ülke genelinde ve Konya’da neler yapıldı?
M. Ünaldı : Türkiye’nin genelinde yapılan çalışmalar var ve elbette Konya’ya da yansıdı. Bunlardan en önemlisi darmadağın olan sağlık hizmetlerinin tek çatı altında toplanmasıdır. Tabi bir şeyi yeniden yapmak eskiyi düzeltmekten daha kolaydır. Devlet kurumlarında elbette mevcut yapıyı ıslah çalışması yapmak gerekiyor. Onun için de, şikayet ettiğimiz neler var, onları düzeltmeye çalışacağız. Sağlık en önemli hizmet sunumudur. Bu alandaki düzeltmeleri hızlı ve sürekli kılmak, vatandaşı memnun etmek gerekiyor. Bunun için de Bakanlık, Sağlıkta Dönüşüm Programı’nı başlattı. Programın ilk esaslarından birisi hizmetleri tek çatı altında toparlayabilmektir. 91 yılından bu yana siyasetin içerisindeyim. Sağlık konusunda fikirlerimiz değişmedi. Sayın Demirel’in döneminde sözü edilen yeşil kart uygulamasına karşın söylediğim bir söz vardı: Yeşil kart olmasına gerek yok. T.C. kimliğini taşıyor olmak yeterlidir. Bizim hedefimiz budur. Sağlık Bakanlığının yaptığı program bu hedefe doğru gidiyor. Aile hekimliği, genel sağlık sigortası uygulamaları yakında devreye giriyor. Biliyorsunuz, bazı pilot bölgelerde uygulama başladı. Gelişmeler tamamlandığında nüfus kağıdı varsa vatandaşın, sağlık hizmeti alma hakkı da var demektir. Elbette maliyeti ağır olan bir hizmet olduğundan, hem lisans bilgilerine, hem yetişmiş elemana hem de maddi harcamalara ihtiyaç var. Bunun için zamana ihtiyaç var. Memurlar için bir statü var, emekliler ve sivil vatandaş için hizmet var. Ödeme imkanı olmayan vatandaşlar için yeşil kart var. Bunların hepsinde yaşanan ayrı sıkıntılar var. Numune Hastanesinde yaşanan yoğunluğun azaldığını görüyoruz, bunu sıfırlamak için çalışacağız. SSK hastanelerindeki kuyruklar, ilgisizlikler, muayenehaneye gitme ve sevk sıkıntıları halkımızın yaşadıklarıdır. Bu sıkıntıların azaldığını biliyoruz. Bitti demiyoruz.
K. Bayık : Bu çalışmaların Konya’ya yansımaları nasıldır? Sağlık İl Müdürlüğü’deki sıkıntılar neler? Müdürlerin biri gidiyor biri geliyor. Sizce neler oluyor?
M. Ünaldı: Demokrasinin olmazsa olmaz şartı partilerdir. Partilerin yönetime müdahalelerinin de bir ölçüsü ve sınırı olmalıdır. Siyasi parti, tabanın isteklerini idareye yansıtan, ileten ve düzenlemeleri sağlamak isteyen bir sistemdir. Bu konuda denge sağlamak gerekiyor. Konya’da da Sağlık Müdürlüğü seviyesinde olan sürtüşmelerde dengenin kurulamamasından kaynaklanan sıkıntılar oldu. Bir yandan “aşırı sayılabilecek siyasi müdahaleler”, “bir yandan siyaset ne karışıyor işimize” diyen bir bürokratik anlayış. Bundan dolayı o sürtüşmeler değişimler getirdi. Sağlıktan sorumlu olarak görevlendirildim. Dengeye riayet etmeye çalışıyorum. Ama bir de sağlık komisyonumuz var parti teşkilatı içerisinde. Zaman zaman diyalog kurarak, zaman zaman bizim dışımızda müdahaleleri oluyor. Orda bu ölçü kaçtığı için bazı sürtüşmeler oldu. Eski İl Müdürümüz Fatih Bey, oldukça verimli hizmetleri olan biridir. Talepleri karşılarken olmaz kelimesini kullanmanın bir üslubu vardır. Siyasetçi karşısında çok sert, kesin tavırlar takınmak, kırmak, üzmek de yanlış. Zannediyorum komisyon üyelerimize karşı sert bir üslup kullandı. Fatih Bey, benim talebemdir, öğrencilik yıllarından tanırım. Ama dürüstlük demek “Doğrucu Davut” olmak demek değildir. Doğrucu Davut diye bir üslup vardır biliyorsunuz. O üslubu kullanmak değil, yeri geldiği zaman lisanı münasiple anlatabilmektir. Zannediyorum bundan, karşılıklı iyi diyalog kuramamaktan kaynaklanan sürtüşmeler oldu. Yerine gelen arkadaşımız Hasan Bey de, çok sevdiğimiz, dürüstlüğünden emin olduğumuz bir başka doktor arkadaşımız. Ama idari meselelerde idari yargının da aldığı bazı kararlar var. Bu kararlar değişiklikleri getirdi. Üçlü kararname ile gelen bir sağlık müdürü arkadaşımız var. O da benim talebem ama sonunda inşallah başlangıçta söylediğim hizmet anlayışımıza uygun gelişmeleri sağlayacağız. Güzel gelişmeler olacak. Doğumevi yönetiminde çok güzel gelişmeler oldu. Numune Hastanesinde belki o seviyede olmasa da arkadaşlarımız gayret içerisindeler. Başhekimimiz, başhekim yardımcılarımız halka hizmeti ön plana çıkaran, halka hizmet Hakk’a hizmettir anlayışını ön plana çıkaran çabalar içerisindeler. Nasıl bir mali yönetim aldığımızı da herkes biliyor. Hizmeti büyütürken mali imkanlara ihtiyaç var. Birdenbire yapılaşmayı istediğimiz ölçüde sağlamak mümkün değil. Başlı başına zamana ihtiyaç var. Numune Hastanesi’nde tamir şeklinde bir yenilenme oldu. Oysa Konya’da yeni bir Numune Hastanesini kurmaya ihtiyaç var. Meram Hastanesini biliyorsunuz SSK’dan devraldık. Orada güzel bir yapılanma var. Burayı eğitim hastanesi şekline dönüştürmeye çalıştık. Önemli atamalar da yapıldı ve yapılacak. Bunları karşılamaya çalışan sağlık Bakanlığı da şu şekilde karşılık veriyor: Güneydoğuda daha büyük bir açık var. Oradaki insanlarımızı da kurtarma çabası içerisindeyiz. Mesela Hadim’e bir uzman ihtiyacımız var. Cizre’den buraya gelmek isteyen bir arkadaşımız olmasına karşın, Bakanlık yerine biri bulunmadan gerçekleştirilemeyeceğini söylüyor. İhtiyaçların hepsini göz önünde bulundurmak, buradaki ihtiyaçları da mümkün mertebe karşılamak çabasındayız. Epey gelişmeler var. Yeni kadrolar geldi, yeni hekimler geldi, hizmette büyüme var. Ama bütün ihtiyaçları karşıladık demek mümkün değil. Önümüzdeki hizmet anlayışı ile mevcut durum arasımda önemli farklar var. Adım adım gönlümüzde olana gideceğiz.
K. Bayık : Doktorlarda ve sağlık mekanlarında tebessümle hizmet vermenin önemli olduğunu düşünüyorum. Bunu sağlamak için bir kanun gerekli midir?
M. Ünaldı : Tebessüm aslında her meslekte geçerlidir. Ben şöyle tahsis ediyorum. İnsanı hasta eden faktörlerin yüzde ellisi ruhsaldır, organik hastalıklar dahil. Sözgelimi kanser, organik bir rahatsızlıktır, vücutta bir ur meydana geliyor. Bunun da oluşumunda ruhsal haller çok önemlidir. Bugün basına da “kanseri yendi” şeklinde intikal etmiş pek çok hasta vardır. Bunda haleti ruhiyesi, mücadelesi, inancı çok önemlidir. Hastalığı kim tedavi edecek? Hekim. Ne ile? İlaçla, ameliyatla, ama önce ruhen tedavi edecek, moral verecek. Ama bu çok kolay bir olay değil. Maddi ve ailevi sıkıntıları olan bir insandan bunu beklemek her zaman mümkün değil. Doktorun ayrı bir insan kimliği olmalıdır. Tıp Fakültesi’nde birinci sınıfta ders veren bir hoca idim. Talebelerime ilk söylediğim şu idi: fedakarlık sizin birinci özelliğiniz değilse hemen bırakın mesleği. Hekim fedakar olmalıdır. Kendini yakınlarını gerektiğinde ihmal etmek zorundadır. En çok hastasına faydalı olmalıdır, birinci amaç budur. Yüzü gülmek, şefkat göstermek mecburiyetindedir. Tebessüm tedavi edici bir unsurdur. Hekim bir gönül adamı, sevgi adamı olmalıdır.
K. Bayık : Son günlerin tartışması kamusal alandaki başörtü yasağına geçelim. Kararı nasıl buluyorsunuz?
M. Ünaldı : Çok üzücü bir tablo olarak görüyorum son kararı. Birincisi bu karar belirsizliği artırıyor. Bence hukuk, çok keskin çizgilerle insanların uyması gerekenleri ortaya koyan, sınırlar çizen ve bu sınırlar içerisinde yaşama imkanı veren bir sistem olmalıdır. İnsanlar arasında yanlışları engelleyen, hakları mükemmel bir şekilde ortaya koyabilen bir sistem olmalıdır. Burada ise aksine ne sistem ne sınır bellidir. Bu karmaşık tablo kimin ekmeğine yağ sürer bakmalıyız. Bu tablonun milletin huzur isteyen, adalet isteyen talepleri karşıladığını söylemek, bu kararın gerek içerideki huzurlu tabloya gerek uluslararası platformdaki hakları koruyan ve talep eden bir devlet olma tablosuna yaradığını söylemek mümkün değil. Onun için biran evvel düzeltilmesi gereken bir karardır. Bu yanlışlığın ortadan kaldırılması gerekir. Hukukun kendi bünyesi içerisinde bunu düzeltmesi daha doğrudur. Sınırı belli olmayan, tarifi mümkün olmayan, insanları topyekun huzursuz edecek bir karardır diye düşünüyorum.
Bilgi eksikliği de var. Bir deli bir kuyuya taş atar, kırk akıllı çıkaramaz diye bir tabir vardır. Yanlış bilgilere istinaden verilmiş karalar da böyledir. Aslında kamusal alan diye hukuken belirgin bir tablo yok, belirgin bir yer yok. Kamusal alanın tarifini herkesin kendine göre yapması mümkün. Kamu genel demek, toplumun bütünü demektir. Toplumun bütününü ilgilendiren her yer kamusal alan olabilir. Yani evlerimizin içerisinde özel hayatımızı yaşadığımız alan hariç her yer kamusal alandır denilebilir. Camiler de kamusal alandır. İbadet yapıyor insanlar.
Ben şimdi sizi başörtülü olarak görüyorum. İnanıyorum ki, başörtüsünü bir inanç unsuru olarak takıyorsunuz, olmayabilirdi de, keyfi de takabilirdiniz. Bu da insani bir haktır. Bir de inanç sistemi söz konusu olduğunda daha büyük bir hak söz konusudur. İnsana yapılabilecek en büyük zulüm inandığı tarzda yaşamasına engel olmaktır. Bir örnek gelir akla. Tarihte aslanların önüne yem olarak atılan Hıristiyanlar. Hangi insan kabul edebilir ki bu muamelenin doğru olduğunu. Aslanlara yem edilen insanın çektiği acı, acaba aslanın dişleri bedenine girdiği, bedenini parçaladığı için midir, yoksa inancına hakaret edildiği için midir? Bana göre aslanların dişi bir hiçtir. Onun inancına yapılan müdahale daha büyük acı verir. Dolayısıyla bugün, başörtüsüne yapılan müdahale her tahribatın üstünde acı vermektedir. Ben yakın çevremde bunu hissediyorum. Bir inancın gereği olduğunu bilmeyen insanlar başörtüsüne müdahale ediyorlar. Kendilerine göre beğenmiyorlar. Beğenmeme hakları vardır, oysa müdahale hakları yoktur.
K. Bayık: Demokrasilerde kuvvet ayrılıkları prensibi temeldir. Yasama ve yargı organları birbirine müdahale etmemelidir. Bugüne kadarki şikayetler yürütmenin yargıya müdahalesi şeklinde idi. Son Danıştay kararı ile yargı yasamaya mı müdahale ediyor?
M. Ünaldı: Türkiye’de gerek yükseköğretimde gerek başka alanlarda başörtüsünü yasaklayan herhangi bir hukuki müeyyide yoktur. Onun için ben bunu “zulüm” diye tarif ediyorum. Zulüm nedir? Haksız yapılan işlem demektir. Burada açıkça bir zulüm vardır. Kanunsuzdur. Hatta yükseköğretimi düşündüğümüz zaman bir tek kanun vardır, o da rahmetli Özal’ın çıkarttığı kanundur. “Yükseköğretim kurumlarında kılık kıyafet serbesttir”, der. Cumhurbaşkanımız başörtüsüne karşı en çok reaksiyon gösteren insanlardan biridir ama Anayasa Mahkemesi üyesi olarak, bu kanunla ilgili bir dava görüşülürken, Cumhurbaşkanının yazdığı bir muhalefet şerhi vardır: Eğer bu madde yürürlüğe girerse, çarşaf da dahil, her türlü kılık kıyafetin kisvenin üniversitelerde kullanılabileceğini ortaya koyar. Bu muhalefet şerhidir. Yani diyor ki, madde iptal edilmeli. Böyle bir talepte bulunması önemli değil. Madde iptal edilmiş mi? Edilmemiş. Muhalefet şerhinde denilen şerh doğrudur. Ancak Cumhurbaşkanımız, bugün bu doğruya riayet etmiyor. Bugün başörtüsü ile ilgili yürürlükte olan tek hüküm budur. Üniversitede her türlü kılık kıyafetin kullanılabileceğini söyleyen bu madde bugün yürürlüktedir. Öyleyse yasamanın yapacağı bir şey yok. Yasama kanun koymaktadır. Ortada bir fiili durum var, kanuna uymuyor. Kanunsuz bir fiili durum var. Bunu söylemek istiyorum. Bunun için zulüm diyorum. Ama diyorlar ki, laiklik var Türkiye’de. Anayasada yer alan tarife göre laiklik dinsizlik demek değildir. O halde dine müdahale etmeyecek. Yani dinleri kabul ediyor. Anayasanın 2.maddesine göre Türkiye, laik, demokratik, sosyal hukuk devletidir. Bakın bunların her biri başörtüsü yasağını men eden ifadelerdir.
En başından söylediğimiz gibi, bu tablo kimin ekmeğine yağ sürer? Türkiye’de hayırlı gelişmelerin olmasını engellemek isteyenlerin! Türkiye’nin yeryüzündeki güçlü bir devlet olma çabalarının önüne geçmek isteyenlerin ekmeğine yağ sürer. Bunun için biran evvel düzeltilmesi gerekir diye düşünüyorum. Yasamanın şu anada yapacağı bir şey yok. Hukuktaki zihniyet anlayışının değişmesi gerekir. Bu durum karikatür olayından çok daha ağır bir olaydır. Yapılan yanlış düzeltilmelidir. Yapılan anketlerde yüzde seksenleri aşan, bazen yüzde yüze yaklaşan bir kesim referandum yapılması halinde başörtüsü serbest kalmalıdır, diyeceğini belirtiyor. Demokrasilerde çoğunluğun azınlığa tahakkümü doğru değildir. Bir tek insan dahi olsa, bir hak sahibi ise, onun haklarına müdahale ettirilmez. Demokrasinin esası budur. Demokrasinin bir başka tarifi hak arama rejimidir. Ama burada tam tersine, azınlığın çoğunluğa tahakkümü vardır. Adalet Bakanımızın da sık sık tekrarladığı ve kendilerine katıldığımız gibi, kanunla yapılacak bir iş değil, zihniyet değişikliği ile yapılacak bir iştir. Türkiye’nin hayrına olarak düzeltilmesi gerekir.