Mustafa Yiğit
Edebiyat ve tat…
Son zamanlarda çok az kitap okuyabiliyorum. Bu aç kalmaktan daha kötü bir şey benim için. Bu yüzden de kendimi, kendi dünyama sıkışıp kalmış gibi hissediyorum.. Ufkum daralmış, etrafımı göremez bir halde geziyorum sanki.. Konuşurken kelimelerim kanadı kırık bir kuş gibi oraya buraya çarparak yol bulabiliyor. Anlatmak istediklerimi anlatmakta zorlanıyorum. Bu durum, herkes için olmasa bile en azından benim için böyle…
Ama bugün bir kitaba başladım. Kitabın adı “Baba ve Piç.” Elif Şafak’ın Metis yayınlarından çıkan ve büyük tartışmalara konu olan kitabı. Bu kadar şöhretli bir kitabı yeni okuyacağım. İlk çıktığında yolda yürürken kaldırımlardaki işportacılar da görüyordum kitabı. Satın almak için elim uzanıyor ama almıyordum bir türlü. Çünkü ilkesel olarak işportaya düşmüş hiçbir kitabı almıyorum. Sanılmasın ki, kötü kitaplar işportaya düşer diye bir kanaatim var o yüzden almıyorum. Aksine iyi kitaplar da işportada zaman zaman yer buluyor. Hatta Cemil Meriç, Alber Camus, Kafka gibi çok beğendiğim yazarların kitaplarını da görüyorum işportada. Ancak benim derdim başka. Kafayı korsanlara takmıştım bir ara. Ben her zaman şunu bilir şunu söylerim: Her ne yaparsa yapsın insan emeğine saygılı olmak, yazarın, çizerin verdiği emeğe hürmet etmek gerekiyor. Ama korsan dünyasının hiç umurunda değil. Hele yazarlara, sahne sanatları yapan sanatçılara hiç mi hiç acımıyorlar. Ancak bir bakıyorsunuz ki sanatçıların, eserleri basılmadan, kasetleri çıkmadan korsan CD’leri, korsan kitapları çıkıyor. Gerçi ses sanatçılarının yazarlara göre bir şansı var. En azından onlar, kaset ve CD’den para kazanamasalar da, konserlere çıkabiliyorlar. Peki bizim yazar çizer takımı ne yapsın? Kitaplarını canlı performansla okuyup, dinleyenlerden para mı alsınlar?
Kitaplar pahalı, hem de ateş pahası anlıyorum. Ve korsan kitapçılık biraz da bu yüzden artıyor. Bunu da biliyorum. Bildiğim bir şey daha var ki, bazı yayınevleri de korsan kitap basabiliyor. Bunu kimi yazara daha az para vermek için, kimi mali nedenlerden dolayı yapabiliyor. Ve bakıyorsunuz kaldırımlarda 30 milyonluk kitap, 5 milyona satılıyor. Demek ki, kitapların maliyeti o kadar da yüksek değil. Yayıncı eseri, korsan da, orijinal de satsa kazanıyor. Bu nedenle diyorum ki, biraz az para kazanın ve bizi korsana, kopyaya muhtaç etmeyin yayıncılar. Bu hem emeğe hem edebiyata saygıdır.
Gelelim Elif Şafak okuma meselesine…
Aslında Elif Şafak’ın kitaplarını uzun zamandır okumuyordum. Neden okumuyorsun diye soracak olursanız, bir projenin içinde yer alan, bir kurgu ile yazan yazarlardan hoşlanmıyorum da ondan. Böyle bir şey yok nereden çıkardın diyebilirsiniz, ama ben bunun böyle olduğuna inanıyorum. Önceden okurdum kitaplarını. Daha samimi gelirdi, ruhu olan romanlardı onlar. Orhan Pamuk’u da siyasi düşünceleri bir tarafa bu yüzden okuyamıyorum. Eserleri profesyonelce yazılmış. Kurgu çok iyi. Fakat edebiyat ruhu yok. Bir şablon var çizdiği, o şablonun içine olayları ve kişileri yerleştiriyor. Allah için söyleyeyim çok emek harcıyor. Hatta bir araştırmacı gazeteci gibi, titizce çalışılmış eserler çıkarıyor. Ancak okurken sizi alıp götürmüyor Pamuk. Etkisini aylarca üzerinizden atamadığınız bir Peyami, ya da Tanpınar olamıyor.
Peyami’nin “Yalnızız”ını, Tanpınar’ın “Saatleri Ayarlama Enstitüsü”nü okuduğum günleri hatırlıyorum da şimdi.. Okuduklarımın günlerce etkisinde kalmıştım. İç dünyama girmiş ve kahramanlarıyla hasbıhal etmemi sağlayan üsluplarıyla unutulmayan bir edebiyat lezzeti tattırmışlardı, Peyami ve Tanpınar. Edebiyatın bir tat olduğunu ve okudukça iştah kabarttığını daha iyi görmüştüm. Şimdi elimde Elif Şafak var. Aynı edebi tat ve lezzeti bulabilme umudu ile ilk sayfaları çeviriyorum.
Ve Aklımda hep aynı nakarat, edebiyat, tat…