Fehmi Koru'yu köşeye sıkıştıran sorular
Türkiye'nin en çok konuştuğu yazarlardan Fehmi Koru'nun parfümünden transfer parasına Gül ve Erdoğan'la olan ilişkisine ve gündeme dair fikirlerine ait her şey bu ropörtajda soruldu.
Gülay Altan'ın ropörtajı
Gecekonduda değil gecekondu semtinde oturuyorum
Fehmi Koru, son birkaç yıldır Türkiye'nin en çok konuştuğu, muhafazakar kesimi çok iyi tanıdığı için yazıları referans kabul edilen bir gazeteci. Yeni Şafak'a kendi adıyla ve Taha Kıvanç olarak haftada toplam 11 yazı yazıyor.Haftada bir de ATV'de Beyin Fırtınası isimli programı sunuyor. Hafta içi her akşam Kanal 7 'Haber Saati' içinde yorumlarının yanına, konuk olarak çağrıldığı programları da eklerseniz neredeyse ailemizden biri gibi.
Üstelik Türk basınının en çok kalem kavgasına girişen namlı polemikçilerinden. Her daim gündemde olan Fehmi Koru ile siyasi gelişmelere ilişkin sohbetimiz dün AKŞAM'da yayınlandı. Bugün de Türk medyası ve kendi gazeteciliği üzerine yanıtlar verdiği ikinci bölümü yayınlıyoruz.
Bu yandaş medya meselesi biraz karışık, bir tarafa göre, hükümet yandaşı medya var, diğer tarafa göre de muhalefet yandaşı...
Birileri birilerine bir yafta yapıştırınca, yafta yapıştıranlar da karşı tarafa aynı şekilde davranmayı kendilerinde hak görüyor. Bugün Türkiye'deki en temel çelişki siyaset alanında yaşanıyor. Eğer bir AK Parti medyası varsa, bu iddiada bulunanlar da büyük ihtimalle ana muhalefeti teşkil eden CHP ile bir şekilde işbirliği halinde bu işi yapıyor. Nitekim belli sütunlar CHP Basın Merkezi'nin hazırladığı bültenler gibi çıkıyor.
AK Parti bülteni gibi köşeler de var ama...
Olabilir, var... Bizde, bir siyasi çizgiyi savunmak büyük bir ayıpmış gibi algılanıyor. Halbuki dünyanın her yerinde siyasi partilerle iç içe gazeteler var. Dünyanın her yerinde olan bir şeyi Türkiye'de sanki ayıp bir şeymiş gibi sunuyorlar. Elbette yandaş olabilirsiniz ama karşı çıktığım şey; bunun gazetecilik ilkelerinin ayaklar altına alınarak yapılması. Meslek ilkelerini ayaklar altına almayan bir yandaşlık, makul bir yandaşlıktır. Bizde maalesef, kendi çıkarlarını neredeyse partiyle bütünleştiren, onun dışında hayat bulamayacak olan yakınlık söz konusu. Bu yanlış.
Bunu her kesimin kendi tarifine uygun yaftaladığı 'yandaş medya'ya mı söylüyorsunuz?
Tabii, her iki kesim için de...
Örneğin AK Parti yandaşı olarak etiketlenen ATV- Sabah Grubu veya Kanal 24-Star Grubu ile CHP yandaşı olarak etiketlenen Doğan Grubu'nu aynı biçimde mi eleştiriyorsunuz?
Ben, şu yaptığınız tasnifi de doğru bulmuyorum. Çünkü CHP medyası veya AKP medyası dediğiniz, isim vererek örneklendirdiğiniz gazeteler ve televizyonlarda çok farklı fikirlerde insanlar var. Mesela ATV'de Hasan Bülent Kahraman'la bir program yapıyorum; Sabah yazarıdır. CHP'li geçmişi olduğunu ve halen de sosyalist olduğunu söyler. Şimdi böyle bir insanın yazdığı gazetenin, program yaptığı televizyonun içinde yer aldığı gruba nasıl AKP yandaşı dersiniz? Aynı şekilde pek çok insan var, o grubun gazete ve televizyonlarında çalışan ve AKP ile uzak-yakın ilişkisi yok. Bütün bir grubu yaftalamak yerine, konumunu bir siyasi parti adına kullandırtan kişilerden söz edebiliriz. Eğer bütünü böyle yapıyorsa zaten bu memlekette medya bitmiş demektir.
MEDYANIN DERİN BİR SORUNU VAR
İşte tam da bunu diyorum; bu etiketlerin karşılıklı bahsettiğim gruplar tarafından birbirine yapıştırıldığı, vatandaşların da genel algısının öyle olduğu bir dönemden geçiyoruz. Yoksa o grupları tasnif eden ben değilim. Yani Türk medyasının derin bir sorunu yok mu?
Evet, medyanın derin bir sorunu var. Bu sıkıntıyı tartışırken isimlere indirince de sıkıntı oluyor. Bunu tartışırken isimlere indirilmemeli. İnsanlar neden bahsettiğimizi, ne tür bir gruplaşma olduğunu da biliyorlar. O nedenle siz isim verince böyle bir savunma mekanizması içine ister istemez girdim.
Medya bitti mi, buna yanıt verebilir misiniz?
Sıkıntılar masaya yatırılmalı. Mesleği sadece gazetecilik olan, babadan gazeteci medya patronu yok. Başka işleri de olan patronlar medya patronluğu yapıyor. Dolayısıyla, acaba kar-zarar hanelerini düzenlerken, gazetelerimizi kullanıp karımızı biraz daha artırmamız mümkün mü sorusunu soruyorlar mı? Muhtemelen bu sorular soruluyor ve ne cevap verdiklerini de gazetelere baktığınızda görüyoruz.
Kimse, sütten çıkmış ak kaşık değil mi?
Böyle bir yapılanma içinde düzgün bir medya düzeni nasıl oluşturulur... Önce yanlışlığı tespit edeceğiz, sonra o yanlışlık içinde doğruyu nasıl savunabileceğimizi göstereceğiz. Bu da birlikten geçer, onun için eski medya düzeni yıkılmalı derken bunları kendi aralarında tartışmayan ve sorun yokmuş gibi davranan, var olan sorunları kişisel hesaplar içinde değerlendiren yanlış anlayışa işaret ediyorum.
Zaman zaman köşe yazılarınızda medya patronlarına mesajlar veriyorsunuz. Bunu yapmanız Hürriyet'in başına geçmek istemeniz olarak yorumlanıyor, siz bunu daha önce yazdınız, söylediniz 'hayır 40'ımda olsaydı, olurdu ama şimdi öyle bir isteğim yok' diye. Öyleyse neden bu mesajları köşenizden veriyorsunuz? Aydın Doğan'la yüz yüze de konuşabiliyorsunuz üstelik.
Amacım şu: Şimdi size anlattığım medyayla ilgili tüm bu konuları bir mesaja dönüştürüp aktarmak. Çünkü neticede Aydın Doğan veya Mehmet Emin Karamehmet dediğiniz insanlar, bu topraklarda yetişmiş insanlar. Ben Aydın Doğan gitsin, başka biri onun yerini alsın görüşünde değilim. Buna hakkım yok, hem maddi olarak hem de ömrünün yarısını medya alanına vermiş birine bu gitsin de falanca gelsin demek makul da değil, insani de değil. O zaman Aydın Doğan'ın elindeki o medya grubu yanlış yapmasın diyebilirim. Bunu diyorum zaten. Yanlış gördüğümde, o patronun kim olduğuna bakmaksızın o yanlışı ifade ediyorum. Bunu, 'seninkiler bu işi iyi yapamıyor, onları kov beni oraya getir' mesajı olarak algılayanlar gözlüklerini değiştirerek bu olaya yaklaşsın. Ben böyle bir beklenti içinde olsam bunu yazıya mı dökerim yoksa başka vesilelerle Aydın Doğan veya başka patronlara aynı sonucu doğuracak şekilde mesajlar mı veririm? Tabii ki ikincisini yaparım. Ben, Türkiye'de sağlıklı bir medya düzeni kurulsun istiyorum. Bu bugünkü yapı içinde olursa beni çok daha mutlu eder. Mevcut patronlar, alacakları basit tedbirlerle medyanın kendi ilkeselliğini uygulanır hale getirecekler. Buna uyanlar yöneticiyse yöneticiliğine, yazarsa yazarlığına devam etsin. Kimse yerinden olmasın, var olanlar daha iyi olsun. Ama bütün dengeler bu yanlışlıktan besleniyorsa bu insanlar bu yanlıştan başkasını yapamıyorsa, onların yerine doğruyu yapacak insanlar gelecektir.
Aydın Doğan ve Mehmet Emin Karamehmet'e mesaj veriyorsunuz ama Ahmet Çalık veya Ethem Sancak isimlerine böyle mesajlar vermediniz, neden?
Henüz daha o düzeyde görmediğim içindir. Yani biri Hürriyet'in başında olduğu büyük bir grup, öteki ona yakın bir başka büyük grup ama saydığınız Sabah-ATV ve Kanal 24-Star Grubu henüz daha onlarla benzer, en azından benim meşgul olacağım çapta değil. Büyük olabilirler ama öncelikli olarak bunlar söz konusu değil. Ama ben Ahmet Çalık her şeyi doğru yapıyor, Star Gazetesi ve Kanal 24 doğru yapıyor gibi bir anlayışa sahip değilim. Sadece diğerlerine mesaj vermeyi daha önemsiyorum.
İşadamı çapı olarak değil, medya patronluğu çapı olarak mı mukayese ediyorsunuz?
Her halde Doğan ve Karamehmet'i daha önemsiyorum; böyle diyebiliriz... En büyük patron olduğu için Aydın Doğan'ı önemsiyorum. Son dönemde ismi başka vesilelerle geçtiği için ve kendisi bazı şeylere muhatap edildiği için Mehmet Emin Karamehmet'i de önemsiyorum. Yani ona söylenmiş olan sözleri, sanki bana söylenmiş gibi algılıyorum. O bakımdan da daha ilgiliyim ama ötekiler... Belki onlar da ilgi alanıma girebilir... Şimdilik değil.
HÜRRİYET YENİ ŞAFAK'LAŞTI
Siz Hürriyet'in başına geçme arzusu içinde değilim diyorsunuz; fakat okurlarınızın tepkisi nasıl, gitmeyin mi diyorlar, gelin mi?
Bunların ötesinde bir gelişme yaşanıyor şu anda bence; Hürriyet'i Yeni Şafak'laştırıyorlar. Çünkü hatırlayın bu pazardan itibaren yeni bir yazar başladı. Öncesinden başlayarak büyük büyük ilan ettiler. Gazetenin yöneticisinin sütununda da bu hoş bir biçimde anlatıldı. Adını da 'Bizim Mahalle' koydular, o sayfanın... Bunu çok önemsiyorum; Hürriyet Yeni Şafak'tan bir şeyler öğrendi galiba. Önemsiyor ve Hürriyet'i Yeni Şafaklaştırmakla meşguller.
Duyurusunun yapıldığından bahsettiğiniz Ahmet Arsan'ın da Ahmet Hakan olduğu konuşuluyor. Siz Ahmet Hakan'ı nasıl buluyorsunuz?
Çok başarılı. Kendisine özel bir alan açtı. İkisinin aynı kişi olup olmaması benim için önemli değil ama bu çevrede herkes de biliyor ki Gerçek Hayat Dergisi'nde Ahmet Arsan imzasıyla çıkan yazıları o yazıyordu. Bugün kendisi 'ben değilim' diyor. O yazmıyorsa kim yazıyor? O çevreleri bilenlerin söylediği ikisinin farklı insanlar olmadığı.
Siz de iki kişilik yazıyorsunuz ama kimliğinizi saklamıyorsunuz. Neden?
Kim sorduysa inkar etmedim, Taha Kıvanç olduğumu. Ama en başta Bülent Şirin olarak yazdığımda saklamıştım. Çünkü o sütunun anonim olmasını istemiştik. Taha Kıvanç'a çevirdiğimizde, ne zaman sordularsa kabul ettim. Hele ben değilim diye bir yazı yazdığım hiç olmamıştır.
Meşhur fasıllarınız ilk başladığında size katılacak kadar yakınmışsınız Ahmet Hakan'la, şimdi küs müsünüz?
Yoo, hayır. O benden kaçıyormuş, öyle yazdı. Çok bir araya geldiğim biri de değil ama Kanal 7'de o haber sunarken ben de orada sık sık yorum yapıyordum. Dolayısıyla aynı çevrenin insanıyız ama o şimdi Sabah ve Hürriyet olunca, başka yerde artık. Sık karşılaştığım muhitlerde değil.
NİŞANTAŞI'NDA ESKİYİM
Bunu söylerken bir serzeniş mi var? Yeni bulunduğu çevreleri tercih ettiği için kırgın mısınız?
Yoo, onun dolaştığını söylediği çevreler benim eski çevrelerim. Halen de içinde olduğum çevreler. O anlamda söylemiyorum ben... O daha yeni gidiyor oralara ama ben doğduğumdan beri o çevrelerdeyim. Sadece yollarımız kesişmiyor diyelim.
Doğduğunuz çevrelerden bahsetmişken, aileniz İzmir'de kolonya imalatçısı, varlıklı bir aile. Daha önce de yazmıştınız ama neden bu mahalleye sonradan gelmiş gibi algılanıyorsunuz?
Bunu çok önemsemiyorum, neticede herkese bir kisve biçip o kisveden dolayı kendisine yakın ya da uzak bulan bir anlayışa sahibiz. Her insana bir şey biçiliyor, bana biçilen de bu. Rahatsız değilim. Sadece bu kadar keskin sınırlar içinde birbirimizi algılamamalıyız. Bıyıklarımı kestiğimde de yapmak istediğim şey buydu. Muhafazakarlık kılık kıyafetle ilgili değil. Kılık-kıyafet ve başka dış etkenlerle insanlar yaftalanmamalı, bunun mesajını verip duruyorum ama başarılı olamıyorum demek ki.
EVİMİN BELEDİYEYLE PROBLEMİ YOK
Gecekonduda oturuyorum demişsiniz...
Gecekondu muhitinde dedim, yukarıyı göstererek. Çünkü yalı denilen şey deniz kıyısında olur. Benim evim deniz kıyısında değil, sadece denizi görüyor ama bir gecekondu semtinde. Benden önce orası inşaat mühendisi bir müteahhidindi. Gayet iyi elden geçirmiş, ben de geldikten sonra çevresiyle biraz ilgilendim. 200 metrekarelik mütevazı bir evde oturuyorum. Büyütülecek bir şey yok.
Resimlerini gördüm. Beykoz Belediye Başkanı'nı övdüğünüz yazının sebebi imar sorununuz mu?
Hadi, o yazıyı bulsunlar bana. Ben de çok merak ediyorum.
Ben söz konusu yazınızı okudum...
Ben de biliyorum ne yazdığımı. Evet, bir cümle geçiyor, nedir bu? Siyaset yazan bir adamın hakkı yok mu, filanca kişinin adaylığı iyi olur diye bir cümle yazamıyor mu yani? Bunun o arkadaşa bir hulus çakma olduğu nereden çıkıyor? Belediyelerin hiçbirinden, bırak Beykoz Belediyesi'ni, hiçbir talebim olmamıştır. Evimle ilgili de belediyenin getirdiği hiçbir hizmet yoktur.
Evinizin imar yasasına ihtilaflı bir durumu var mı, yok mu?
Hayır, etrafımdaki evlerden hiçbir farkı yok.
Evinizin 1957'de yapılmış gibi gösterildiği ancak 1982'den sonra yapıldığı, evrakta sahtecilik olduğu iddiaları da var...
Yok, yok, yok, hiçbir şey yok. Ev, ne anıtlarla ne belediyeyle problemli. Öyle bir şey yok yani, yok olan bir şeyi çıkarıyorlar. Doğrusu bunların konuşulmasından da rahatsız değilim, çünkü yok böyle bir şey. Bugüne kadar kapımı çalıp da burada bir yanlışlık var diyen kimse olmadı. Hiçbir şey yok, hiççç!
Merkez medyanın içinde bana bu yazıları yazdırmazlar
Daha önce Sabah ve Hürriyet'ten bizde yazın diye teklif gelmiş.
Geldi, sizinkilerden gelmedi mi?
Bunun çok önce olduğunu duyduğum için söylemedim ama sonuçta merkez medyadan size bir talep var, siz kabul etmiyorsunuz, neden? Şimdi köşenizden yazmak yerine içinde olarak daha iyi mesajlar veremez miydiniz?
O yazıları içinde olsam yazabilir miydim sizce?
Bahsi geçen gazetelerin içinde de sizin de dediğiniz gibi çok farklı ve muhalif sesler var...
Ama o başka. Bu muhalefetimi devam ettiririm tabii ama içinde olduğun grubun kendi içine dönük eleştirilerin aynı gazetede olması pek makul değil.
Yani öyle olsaydı Ertuğrul Özkök'ü eleştiren yazılar yazamayacağınızı mı düşünüyorsunuz?
Zaten almaz seni. Alırsa da o şartla alır. Neticede zaten meslek ilkeleri de o kadar geniş değil. Kalkıp patronunuz aleyhine yazılar yazacaksınız. Öyle bir şeyi, kimse kimseden beklemesin.
TRANSFER KAPISINI AÇIK TUTUYORUM
Zaten siz patronun gazetesi için belli sınırlar çizmesi gerektiğine inandığınızı belirten bir yazı yazmıştınız.
Evet, buna inanıyorum. Dünyanın en ilkesel yayınlarını yapan gazetenin de patronu var, orada da yazamazsınız. Yazılması da etik değil. O gazete de olacak, o gazetenin patronunun açığını yazacak başka bir gazete de olacak ve düzen böyle kurulacak. Bütün doğruları yazacak tek bir gazete olamaz. İnsanlar bulundukları yerde ağır. Transferler ve oradan oraya zıplamak bana çok sıcak gelmiyor. Aynı yerde çok uzun kalmanın da zararları vardır. Bu nedenle o kapıyı her zaman açık bırakıyorum. Bu bir denge meselesi... Güvence alsam, güvensem, kendini merkezde konumlandıran medyada bildiğin gibi yaz deseler, değindiğim sınırları gözeterek yine yazarım. Farklı tavrımı da yine sürdürebilirim. Belki de muvafık bir tavırla aynı şeyleri yazabilirim. Önemli olan çizgim, inandığım ve doğru bildiklerimi yazmamdır.
Gelen teklifleri aynı şeyleri yazmanıza engel olunacağı için mi reddettiniz?
Hayır, hiç o raddeye gelmedik. Pazarlık etmeyi bilmem. Bir de biraz rahatına düşkün biriyim. Oranın durumunu bilmiyorum, rahat mı rahatsız mı? Bulunduğum yerde rahatım şimdilik. Bulunduğum yerde rahatsız olsam bakınırım etrafa.
Zaman Gazetesi'nde de rahatsızlık duyduğunuz bir ortam mı oluşmuştu? O nedenle mi ayrıldınız?
Üzerinden çok uzun zaman geçti, hatırlamıyorum.
Para meselesini de sormadan geçemeyeceğim. Aylık gelirinizin 100 bin liradan fazla olduğu konuşuluyordu, bunun doğru olmadığını yazdınız. Ama bir kez daha sorayım...
Hep aynı şey, sürekli neden karşıma çıkıyor anlamıyorum. Bizim kuşak için bu tür şeyleri konuşmak ayıp sayılırdı. Bir hizmet veriyorsunuz, tabii ki bunun karşılığı neyse alacaksınız, dünyanın her yerinde bu böyledir. Kim talepte bulunuyorsa, hangi televizyona program yapıyorsam, bunun bedeli neyse ödüyorlar, herkes kadar alıyorum yani. Başkalarına bana program yaptır demiyorum, onlar talep ediyor, pazarlık falan da yapmıyorum. Söylenen rakamlar zaten doğru değil ama hala önüme geliyor olması üzücü.
Ben eskiden de ünlüydüm
Bu kadar ünlü olmayı planlamış mıydınız?
Ben eskiden de ünlüydüm. Şimdi sizin çevrelerde belki böyle algılanıyor ama ben 30 yıla yakındır bu mesleği sürdürüyorum. İlk yazım 45 yıl önce çıktı. Son 25 yılda her gün yazıyorum. Belli dönemlerde, belli görüşleri, başkaları ne der diye düşünmeden savunmuş bir insanım. Benim ismim 20 yıl önce de biliniyordu, 10 yıl önce de...
Evet, ama şimdi televizyonlara da çok sık çıkıyorsunuz.
Bilinmek benim isteyerek yaptığım bir şey değil. Tam tersine özellikle son yıllarda eğer bir televizyona çıkıyorsam en az iki tanesine hayır diyorum. Çıkmıyorum. Yoksa bütün kapıları açık bıraksam, başka iş yapmadan her dakika televizyonda olabilirim.
Ne yapıyorsam kendim yapıyorum
İyi bir arşivci olduğunuz söylenir hep. Bir de arşivinizi tutan, size yardım eden bir ekibiniz olduğu, doğru mu?
Benim hiç ekibim olmadı maalesef, keşke bir ekibim olsa, yardım edenim olsa... Ne yapıyorsam, kendim yapıyorum. Bazı meslektaşlarıma da gıpta ediyorum, ekibi olmayanlara bile etraftan, okurdan malzemeler geliyor, sağdan soldan uçuşup masalarının üzerine belgeler geliyor. Ben kendiliğinden masama gelen hiçbir belge ve bilgiyi kullanmadım. Özel araştırmam olmaksızın elde ettiğim her bilgi ve belgeyi eğer haber değeri varsa da başkalarına vermişimdir. Ancak kendi ellerimle ulaşabildiğim malzemelerle yazdım.
Masaya düşen belgeler deyince, aklıma Emin Çölaşan ve 'minik kuş'u geldi. Kendiyle bir zamanlar iyi dostluğunuz varmış.
Herkesin hayatında olmuştur, biriyle arkadaşsınızdır, zaman içinde yollar ayrılır. Bu meslekte 30 yıl içinde benim de birlikte olduğum ama ayrı yönlere gittiğimiz, şimdi aynı yönde olsak bile ilerilik-gerilik açısından farklı olduğumuz pek çok insan var.
Sizin kalem kavgalarınız da meşhur...
Bana saldırılmazsa hiç kimseye saldırmadım ben. Polemikten hoşlanırım ama hiçbir zaman hiçbir polemiği ben başlatmam. Mutlaka birisi bir şey söyleyecektir ki ben ona cevap verme gereği duyayım. Polemik çıkacağını düşündüğüm durumlardaysa, ilk ben yazıyorsam isim vermem. Sonuna kadar kaçınırım ama buna rağmen başlarsa da ne yapalım...
Bilderberg geçtiğimiz hafta Atina'da toplandı. Gidenleri 'medya fahişesi' olarak gören muhaliflerin sözlerine köşenizden yer verirken, 3 yıl önce siz de gittiniz ve dönünce yazdıklarınız kimseyi tatmin etmedi.
Onlar zaten tatmin olmamaya kendilerini konuşlandırmıştı. Bir gazetecisiniz ve çok ilgilendiğiniz bir konu, defalarca yazmışsınız. Milliyet Gazetesi onun hesabını tutmuştu, 34 tane yazı yazmışım hakkında. Hakkında bu kadar yazdığınız yer, 'gel kardeşim, gör' diyor. Bir gazetecinin bunu asla reddedebileceğini zannetmiyorum. Gideceğim haber olarak çıkınca, beni caydırmak üzere yazılar yazıldı, ben en çok o yazıların karşı tarafı caydıracağından korktum. Ya adamlar beni davet etmekten vazgeçerse diye. Aynı şey Aydın Doğan için de söz konusu. Rodos'a bayram namazına gideceklerini okuyunca ben de yazdım... Aydın Doğan, Ertuğrul Özkök, Mehmet Yılmaz, bir arada, bayram namazına Rodos'ta gidecekler, onları gözlemek için ben de giderim. O da haber gönderdi, 'ayrı gitmesine gerek yok, bizimle gelsin' diye. Şimdi ben bir gazeteciyim, Türkiye'nin en ünlü medya patronu, merak ettiğim bir olay... Böyle bir şeyi insan reddeder mi? Bunları yazıp çizenlere hayret ediyorum. Bilderberg'de de Rodos'ta da gördüğümü, bildiğimi yazdım dönünce.
Peki, insanlar yazdıklarınızdan tatmin olmadı, siz oldunuz mu? Bilderberg bir hayal kırıklığına dönüştü mü?
6 gün yazı dizisi yaptım. Buymuş yani... Önceki 34 yazıda yazdıklarım arasında olan fark, benim hayal kırıklığımdır. Önemsiz bir örgüt değil ama giderek yaşlanan bir örgüt. 4-5 yıl içinde çekirdek kadro 3'te 1'e düştü. Ya vefat ettikleri veya öngöremedikleri bu son krizde iflas ettiklerinden, gelemediler. İkisi de; benim hayal kırıklığımı büyütüyor.
Bilderberg'e katılanlar hızla yükseliyor tezine ne diyorsunuz?
Doğru... Bu hafta da yazdım, örnek verdim.
Siz de belki bu ünlü gazeteci olma sürecini Bilderberg'e borçlusunuzdur.
Bilderbergci değil ama benim yazdığım, çizdiğim gruplar. Hürriyet'in başına gelseydim belki bu değdiniz doğru olabilirdi.
40 yaşında olsaydım olurdu demişsiniz...
Evet, isteyebilirdim, olurdu.
II. BÖLÜM
Bu savcılarla dokunulmazlık şart
Yeni Şafak yazarı Fehmi Koru: Cumhurbaşkanı olmanız bile 'Gel kardeşim buraya, ifade ver' denmesinin önüne geçmiyor. Dokunulmazlık olmazsa ikide bir Başbakanı, bakanları çağırırlar. Yargının siyaset üzerine ağırlık koyma alışkanlığından vazgeçmesi gerek
GÜLAY ALTAN'ın röportajı;
Bu hafta boyunca Cumhurbaşkanı'nın yargılanıp yargılanamayacağı tartışıldı. Gül, 'Hadi, yargılayın bitsin' dese, tüm şaibelerin de sonu gelmiş olmaz mı?
Dedi zaten. Seçilmeden önce söyledi.
Milletvekili dokunulmazlığı vardı, yargılanamadı, şimdi diyemez mi?
İki günde bir bunu mu diyecek? Hayır dedi yargı; sizi yargılayacak bir şey yok. Cumhurbaşkanı olmuş, tekrar mı müracaat edecek? Bu olmaz. Münakaşa da boşuna. O savcının talebi, bunun yersizliği üst mahkemeden döner.
Türkiye'nin 'dokunulmazlık' hadisesinden kurtulması gerekmiyor mu?
Elbette ama Türkiye'nin özel bir durumu var. Cumhurbaşkanı olmanız bile 'Gel kardeşim buraya, ifade ver' denmesinin önüne geçmiyor. O kadar insanın oyunu almış, 2 yıldır devleti yönetiyor ama oradan bir savcı, 'gel kardeşim buraya' diyebiliyor.
Dokunulmazlık olmazsa siz nasıl böyle bir ortamda kendinizi korunmuş hissedeceksiniz? Öyleyse dokunulmazlıklar çok darlaşırsa ikide bir Başbakanı, bakanları çağırırlar. Evet, yargıya saygı duyuyoruz ama her şeyden önce yargının siyaset üzerine ağırlık koyma alışkanlığından vazgeçmesi gerek. Normal ve gerçekten kuvvetlerin ayrı olduğu bir demokrasiye kavuşursak, ki ben bunun çok uzak olmadığı kanaatindeyim, o zaman dokunulmazlığa ihtiyaç olmayacak.
'TARİHİ FIRSAT' MGK'DA BİRLİKTE KOTARILMIŞ
Kürt sorunuyla ilgili adım atılacağına dair açıklamaların Cumhurbaşkanı Gül tarafından yapılmasının nedeni nedir sizce? AKP 29 Mart'ta Güneydoğu'da kötü sonuç aldığı için 'kamuoyunu hazırlama işi' Gül'e bırakılmış olabilir mi?
Hayır, katılmıyorum. Benim gördüğüm, bu işin Milli Güvenlik Kurulu toplantılarında kotarıldığı; orada doğal bir görev bölüşümü yapılmış. Cumhurbaşkanı bir noktasından tutuyor, Başbakan bir noktasından, Genelkurmay Başkanı da bir noktasından. Aralarında uyum var.
Başbakan niye benzer bir açıklama yapmıyor?
Başbakan daha mülayim açıklamalar yapıyor. Genelkurmay Başkanı gerekirse geniş kapsamlı bir af anlamına gelebilecek bir hukuksal düzenlemeye karşı olmadıklarını açıklıyor. Cumhurbaşkanı da kurumlar arasında uyum var mesajını tekrarlayıp duruyor.
Bu iş bölümü, sonunda Meclis'e sunulacak birkaç yasayla pekiştirilecek. Cumhurbaşkanı, bunun bir tür duyurusunu yapıyor. Buna bir itiraz yok anlamına gelecek açıklamaları da Genelkurmay Başkanı yapıyor. Sıra Başbakan'a gelecek, uygulamada adımlar atılacak. Cumhurbaşkanı başka, Başbakan başka telden çalıyor gibi bir şey yok.
Peki, sizce bu tarihi fırsat nedir? Bildiğiniz veya tahmin ettiğiniz bir şey var mı?
Benim bildiğim şu: Türkiye, demokrasi limanına kapkalın halatlarla bağlı kalması gereken bir ülke. Artık teröre muhatap olmaması şart. İnsanların bir ve birlikte yaşamalarını sağlayacak bir formüle ihtiyaç var.
Bu formülün ne olabileceğine ilişkin herkes fikirlerini ifade ediyor. Hatta dağdakiler bile bir-takım şeyler söylüyor. Herkesin fikirlerini ifade edebildiği bu ortamda demokratik çözümlere en yakın olduğumuz hissine kapılmamız gayet normal.
Ancak bir yandan da tansiyon yükseltiliyor, örneğin DTP'li vekillerin polis zoruyla ifadelerinin alındığı bir resim dünyada nasıl yankılanır?
Terörün tasfiyesine en yakın olduğunuz nokta, teröre maruz kalmaya da en açık olduğunuz noktadır. Terörden yararlanıp ticaret yapanlar var. Böyle süreçlerde herkes parmak sokmaya çalışır. İçimizde ve dışımızda bu süreci durdurmak, Türkiye'nin demokrasiyle ilişkisini sorunlu hale getirmek isteyenlerin en faal olacakları zamandır şimdi.
Gözaltına alınacakları bildiğim yalan
Suikast listesinde olduğunuzu Ergenekon savcılarından mı yoksa soruşturma öncesinde mi öğrendiniz?
Az öncesinde öğrendim. Bir gazeteden aradılar. Bana göre sürprizdi. Araştırınca gerçek olduğunu öğrendim.
Korktunuz mu?
Korksak ne olacak ki? Zaten korkulacak ortamlarda yaşıyoruz.
Korumanız var mı?
Var ama önceden var.
Sizin yazdığınız kişilerin, siz yazdıktan sonra gözaltına alındığı iddia ediliyor.
Yalan, yok böyle bir şey. Bunu bir yalancı yazdı. Ben o gün İlhan Selçuk yazmıştım ama 3 gün önce de İlhan Selçuk yazmıştım.
Alınacakları önceden biliyormuşsunuz...
Nerden bileyim. Bana vahiy gelmiyor, savcılarla da herhangi bir ilişkim yok. Veya polisle. Ama etrafı kokluyorum, yazılarıma da yansıtıyorumdur. Hiç kimseyi bilerek yazmadım.
Türkan Saylan'ın evinin aranması hakkında ne düşündünüz?
Doğru değildi, bunu da yazdım. Bu süreci belki de en fazla yaralayan o yanlışlıktı. Bu kararın kim tarafından alındığını da sorguladım. Birileri cevap olarak dedi ki 'Polis yapmış.'
Gül ve Erdoğan daha uzun yıllar siyasette
Cumhurbaşkanı Gül'ün görev süresi de tartışmalı. Siz 7 yıl olduğuna inananlardansınız. Bir de Başbakan Erdoğan'la yer değiştirebileceklerini söylemiştiniz. Bu fikrinizi koruyor musunuz?
Diyelim ki Gül görev süresini tamamladı, parti derse 'Gel başımıza geç' ve gerekli oyu alabilirse bunu yapar. Tayyip Erdoğan da cumhurbaşkanı olmak isterse, yeni kanuna göre halk seçerse olabilecektir. Bir süre sonra şartlar öyle gösterecek; Tayyip Bey herhalde talip olur. Gül'ün görev süresi 7 yıl olursa 2014'te süresi dolacaktır. Genel seçimle zamanlaması uymazsa bir ara dönem olur, başkası başbakan olur. Ama bence Tayyip Erdoğan ve Abdullah Gül daha uzun yıllar Türk siyasetinde önem taşıyacak.
Yeni kabineyi nasıl değerlendirdiniz?
O koltukların sahiplerinin zaman zaman değişmesinde büyük yarar vardır. Nedense Başbakan Erdoğan sık değişikliğe gitmedi. Parti içinde dalgalanmaya neden olsa bile o dalgalanmalar genellikle olumlu sonuçlanır. Hükümette meydana gelen değişikliği partide de bir değişiklik izleyecek. Bu da iyi.
Yeni kabinede çok arkadaşınız var mı?
Evet, yakından tanıdığım çok insan var, ama siyasette yukarılara doğru çıkıldıkça aşağılarda kalan siyaset dışı insanlarla irtibat azalır.
Cumhurbaşkanı Gül'le olan arkadaşlığınız daha farklı herhalde, irtibatınız sürüyor mu?
O benim çok, çok eski arkadaşım. Diğer siyasetçilerle olan arkadaşlığım gibi değil, aile boyu dostluğumuzun olduğu biri. Ama Cumhurbaşkanı seçildikten sonra ilişkimiz Cumhurbaşkanı-gazeteci ilişkisidir. Farklı bir ilişki ne benim tarafımdan talep edilmiştir ne onun böyle bir beklentisi var.
Başbakan'ın yanağını hiç okşamadım ki
'Obama gibi geldi-Bush gibi oldu' yorumunuzun ardından Başbakan Erdoğan'la yaşadığınız soğukluk geçti mi?
O benzetmeyi yapmadan önce, ben her gün Başbakan'la görüşen, yanağını okşayan veya telefonla arayıp 'Ya, bugün ne yapalım' diye fikri sorulan bir adam mıydım ki işler değişsin. Şimdi de aynı şekilde. Benim de zaten daha fazla bir beklentim yok. O üzüldü mü benim o sözlerime? Üzüldü ki o cevabı verdi.
Peki, siz üzüldünüz mü?
Herhalde ben de üzülmüşümdür ama hayat bu. O zaman da yazdım, yanağında öpücük değil, tokat izi olan bir gazeteci olmayı tercih ettim.
İLİŞKİM PARTİNİN TABANIYLA
Ama genel algı tam tersi yönde...
O konuda yapabileceğim bir şey yok. Benim ilişkim AK Parti'nin tabanıyla. AK Parti bu toplumun yüzde 70'inin değerlerini savunmak için kurulmuş bir parti. Ben, o yüzde 70'e hitap ediyorum. Beni ilgilendiren de parti değil, o yüzde 70.
AK Parti o kesimi ne kadar temsil ediyorsa, ben onlara o kadar alkış veriyorum. Geçmişte ANAP'la ilişkim de böyleydi. Turgut Özal'ın savunduğu temel değerler bugün AK Parti'nin savunmaya çalıştığı değerler. Şimdi bunlarla beraber yürüyoruz, ama bu siyasi bir beraberlik değil. Eleştirilerimi okumak zorundalar. Ne olup bittiğiyle, nasıl davranmaları gerektiğiyle ilgili yazdıklarımız tabanla olan yakınlığımdan geliyor. Sokakta insanlarla oturup konuşmayı seviyorum. Mesela ekonomik kriz teğet mi geçti, geçmedi mi onlardan öğreniyorum.
Erdoğan olgunlaşacak devlet adamı olacak
Başbakan Erdoğan, partisinin tabanının beklentilerini karşılayacak bir lider mi?
Sadece tabanın değil, Türkiye'nin beklediği liderdir. Karizmatik bir tip ve bulunduğu yere değer katıyor. O parti, Tayyip Erdoğan'sız bu kadar oy alamazdı.
Cumhurbaşkanı seçilirse, eleştirilen agresif çıkışları sorun yaratmaz mı?
Tayyip Bey daha olgunlaşacak, eleştirilen noktalar da zaman içinde ortadan kalkacaktır. O da daha tatmin olmuş, daha önemli bir devlet adamı haline dönüşecektir. Şimdi bir politikacı.
JOOP HER AN ELİMİN ALTINDA
Ailesinin kolonya imalatçısı olması nedeniyle ilgisi olan 'kolonya'nın, muhafazakarlığına atıf gibi kullanılmasını Koru artık pek umursamıyor. 'Parfüm kullanıyor musunuz' sorusuna cevabı şöyle: Kullanıyorum tabii. Şu anda Prada kullanıyorum ama her an elimin altında başka parfümler de var. (Çekmecesinden Joop'u çıkarıyor...) Bu pek kullandığım bir şey değil. Evde unuttuysam diye burada tuttuğum bir şey. Oğlum hediye etmişti. Parfüm öncesi dönemde Koru Kolonyaları ünlü bir markaydı. Hala daha amcam ve amcamın oğulları hem İzmir'de hem de İstanbul'da kolonya işine devam ediyor.
Alman istihbaratı Deniz Feneri'yle Türk siyasetini etkilemeye çalışıyor
Almanya'daki Deniz Feneri davasının Alman istihbarat örgütünün işi olduğunu yazdınız...
Her şeyiyle öyle olduğunun izlerini bulabilirsiniz o davada. Almanya'daki Deniz Feneri ile Türkiye'dekini ayırmak lazım. Türkiye'dekinin olaylarla ilgisi olmadığını gayet kuvvetle tahmin ediyorum. İçinde değilim ama dışarıdan baktığınızda en ufak bir leke konulabileceğini sanmam.
Zaten o kadar insanın aldatma üzerine bir araya geleceklerini düşünemem bile. Almanya Deniz Feneri'nde de bir yanlışlık varsa, içine adam sızdırarak Almanlarca yapılmıştır.
Bundan nasıl bu kadar eminsiniz?
Almanya'daki Anayasayı Koruma Örgütü baştan sona bu olayın içinde. Komiser Böhm bu örgütün bir elemanı. Özel bir mahkeme olduğu da anlaşılıyor. Yargılamadığı, mahkum etmediği insanlar hakkında karar metnine ifadeler koyuyor. Bir de haber gönderiyorlar, 'Biz de buraya müdahil olalım'. Hangi davada olunmuş ki bunda olsun. Bir tür intikamcı duygularla hareket etmek ancak Türkiye siyasetine ağırlık koymak isteyen istihbarat örgütlerinde olur.
Nitekim hatırlayalım, ilk konu gündeme geldiğinde siyasi bağlantılardan bahsettiler, hatta Tayyip Erdoğan'ın ismi bile yine Almanlar tarafından telaffuz edildi. Belli ki bu işten başka şeyler çıkartmaya çalışıyorlar. Almanlar'dan biri çıkıp da 'Bunu nereden uyduruyorsun' demedi bana.
Akşam