Seyit Küçükbezirci

Seyit Küçükbezirci

Gazi Mustafa Kemal Atatürk, “Büyük Hemşehrimiz”, seni devamlı özlemle an

1-225.jpg

Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün Konya’ya ilk gelişinin 98.yıl dönümü, Atatürk Anıtı’nda kutlandı

 

2-249.jpg

Kutlamaya katılanlar Atatürk Anıtı’ndan, Atatürk Evi’ne kadar birlikte yürüdüler; Atatürk Evi’ni gezdiler. Törene ve Atatürk Evi ziyaretine Valimiz Sayın Yakup Canbolat, 3. Ana Jet Üs ve Garnizon Komutanı Sayın Hv. Plt. Tuğgeneral Fidan Yüksel, Büyükşehir Belediye Başkan Vekili Sayın Mithat Büyükalim, İl Kültür ve Turizm Müdürü Abdüssettar Yarar, İl Emniyet Müdürü Sayın Şükrü yaman, Selçuk Üniversitesi Rektörü Mustafa Şahin ile İlimiz protokolünün diğer üyeleri katıldı.

 

3-206.jpg

Atatürk Evi Müzesi’nde kutlamaya katılanlara Seyit Küçükbezirci’nin yazdığı, Necmettin Erbakan Üniversitesi’nin yayınladığı “Mustafa Kemal Atatürk’ün Konya ile Yakınlığı” kitabı sunuldu.

 

 “BENİ GÖRMEK DEMEK, MUTLAKA, YÜZÜMÜ GÖRMEK DEĞİLDİR…”

            “Beni görmek demek, mutlaka, yüzümü görmek demek değildir. Benim fikirlerimi, benim duygularımı anlıyorsanız ve hissediyorsanız, bu kâfidir” demiştin. Ben, SENİ görmedim; ama görmüş gibiyim. İlk gençliğimde, yazıya ilk sevdalandığım yıllarda SENİN Çanakkale’de, Kurtuluş Savaşı’nın bütün safhalarında, “Başkumandanlık Meydan Muharebesi”nde “Silâh arkadaşların”olan Konyalılardan çoğunu tanıdım. Araplar’da, Uluırmak’ta, Biçcimez’de geceler boyu onları dinledim. “İslâm’ın son ordusu”nda savaşanlar 1955’lerde, 1960’larda daha aramızdalardı; altmış, altmış beş, yaşlarındalardı. SENİN adını anınca gözleri ışılardı; yirmi yaşlarında olurlardı; torunu torbayı bırakıp Sakarya’ya doğru koşmak isterlerdi. Araplar’da Akcami’de “çifte ezanlar” okunduğu; “Çiftçi Övendiresiynen, çoban deyneğiynen” diye “Seferberlik” ilânına katılışlarını heyecanla anlatırlardı. “Gazi” diye andıkları “Kemal Paşa” diye andıkları “Rahmetli Komutanları”na titrek dudakları ile “Fatihalar” gönderirlerdi. Tek tük aleyhine konuşan olursa, “Söyleyin Ona, cenazesine bile gelmem” derlerdi.

“GALİP ET, ÇÜNKÜ BU SON ORDUSUDUR İSLAM’IN”

Zaman Tünelindeyim.

            Yahya Kemal, “26 Ağustos 1922” başlıklı şiirini okuyor; 26 Ağustos 1922’de.

“Şukopan fırtına Türk Ordusudur Ya Rabbi

Senin uğruna ölen ordu budur Ya Rabbi

Taki yükselsin ezanlarla müeyyed namın     

Galip et! Çünkü bu son ordusudur İslâmın”

            “RAB” duaları kabul etti; “öldü” sanılan bir millet, “Ana Vatan”ını kurtardı, devletini kurdu. Anadolu’ya Türk vatanı olma kapılarını açan “Malazgirt Meydan Muharebesi” 26 Ağustos 1071; “Başkumandanlık Meydan Muharebesi” de 26 Ağustos 1922. Türkiye’deki varlığımız iki “26 Ağustos”ta, iki kere “tescil edildi”.

KONYA’DA SEDİRLER’DE BABALIĞININ EVİNDE

            İki resim karşımda. “Zaman Tüneli”ndeyim…

            Konya’nın Sedirler Mahallesi’nde, iki odalı kerpiç evde Abditolu Köyü’nden Hüseyin Ağa ile eşi Akife Hanım oturmakta. 20 Mart 1923’de Gazi Mustafa Kemal Konya’da. Hüseyin Ağa’ya “Benim babalığım olur musun?” der. Kabul edilir. Hüseyin Ağa’nın bir oğlu “Çanakkale Şehidi”, bir oğlu “Sakarya Şehidi”…

            Atalarının “Konyalı” oluşu ile gurur duyan, her fırsatta Konyalılara “Hemşehrilerim” diye hitap eden “GAZİ”; Ocak 1925’de tekrar Konya’ya gelir. Yanında “Lâtife Hanım da var.

            Sedirler’e, “Babalığı” Hüseyin Ağa’nın evine giderler. GAZİ, “Analığı Akife Hanım”a “Gelini”ni götürmektedir; el öptürmeye.

            “GAZİ” mânevi sekiz kızından birini de Konya’dan alır. “Birinci Cihan Harbi”nde yazıcı çavuşunu Konya’da arar; öldüğünü söylerler. Çocuklarının, yetimlerinin en küçüğü Rukiye’yi “evlat” edinir. Okutur, evlendirir, Dolmabahçe Sarayı’nda düğününü yapar. Rukiye “Baba”sının ağır hastalığında yanındadır.

“MÜBAREK SAVAŞ”IN SIRTINI DAYADIĞI KADINLAR

 “Zaman Tüneli”ndeyim.

            Düşmanı denize dökmek için “Meydan Savaşı” vermeye hazırlanan orduların “Batı Cephesi Karargâhı” Akşehir’de. Gazi’nin bir ayağı Konya’da. Siz bakmayın münafıkları. “Meydan Savaşı” verecek ordular, sırtını, en güvendiği şehre, en güvendiği ile dayar. Konya bir “ikmal” şehridir, bir lojistik üstür. “Kurtuluş Savaşı”nı şiirde ölümsüzleştirdiği “Kuvayı Milliye Destanı”nda Nazım Hikmet, “Akşehir üstünden Afyon’a doğru” gece karanlığından kağnılarla cephane taşıyan “Mübarek elli”, “ince, küçük çeneli”, “Kocaman gözlü”, “anamız, avradımız, yârimiz” Konya kadınlarının destanını söyler.

            Gazi, 21 Mart 1923 Çarşamba günü, Lâtife Hanım’la, Konya’da “Kadınlar Birliği”ndedir. Hilâl-i Ahmer Konya Şubesi Kadınları Kolu üyelerine derin anlamlarla yüklü, uzun bir konuşma yapar. “Hanımlar ve efendiler” diye başlar. “Kadınlarımız erkeklerle mücadele hayatında hayat-ı maişette, erkeklerimizden yarım adım geri kalmayarak yürüdüler. Belki erkeklerimiz memleketi istilâ eden düşmana karşı süngüleriyle, düşmanın süngülerine göğüslerini germekle düşman karşısında ispat-ı vücut ettiler. Fakat erkeklerimizin teşkil ettiği ordunun hayat membalarını (kaynaklarını) kadınlarımız işletmiştir. Binaenaleyh hepimiz bu yüksek ruhlu ve büyük duygulu kadınlarımızı şükran ve minnetle ebediyen taziz ve takdis edelim.”

            21 Mart 1923’de Kadınlar Birliği salonunu dolduran kadınlar Gazi’yi; Gazi, O kadınları çok iyi tanıyordu. “TÜRK”ÜN ATEŞLE İMTİHANI’nda birlikteydiler.

“KUL’A KUL OLMAKTAN KURTULUŞ”

            Yüzlerce yıl, atalarım hem “Allah’ın Kulu”; hem “Kulunun kulu” oldu; sultanların, padişahların. “Cumhuriyet”le bitti; bu insan olarak kabul edilemez durum. Sultanın kulları, sadece sadece “Allah’ın Kulu” oldu; “Türkiye Cumhuriyeti’nin Vatandaşları” olarak.

            TÜRK’e “etrak-i bi idrak” deniyordu; “İdraksiz Türk” deniyordu; Arap “Necip Arap Milleti”ydi…

            İğrenç bir deyimde “Al bir turpu, vur bir Türk’e, yazık oldu turpa” deniliyordu.

            Dedem, “Kul’un kulu olarak” ömrünün yarısını yaşadı; babam ve ben “kulun kulu” olarak yaşamadık. Binlerce şükran. Sana, silâh arkadaşlarına; şehitlere, gazilere; Cumhuriyet’i kuranlara…

“KUMANDANIMIZ, REHBERİMİZ, BAŞÖĞRETMENİMİZ”

           “Zaman Tüneli”ndeyim.

            1950, İstanbul Caddesi’nde Akif Paşa İlkokulu’ndayız. Bir “10 Kasım” günü, toplanmışız. “Başöğretmenimiz” rahmetli Namık Ayas. “Günün manâ ve ehemmiyetini” anlatıyor. “Ben kimim?” diye soruyor. “Başöğretmenimizsin” diye bağırıyoruz, hep bir ağızdan. “Hayır” diyor; “Benim ve sizin Başöğretmeniniz Gazi Mustafa Kemal Atatürk’tür bayanlar ve baylar” diyor. Biz ilkokulda “Bayanlar ve baylarız”.

“BENİ HATIRLAYINIZ”

            Cumhuriyet’in 10. yılında, “On yılda, on beş milyon” olduk diye gururlanmıştın. “Onuncu Yıl Nutku”nun altına bir ara “Beni hatırlayınız” diye yazmıştın. Sonra ne düşündün bilemem; karalamıştın. Yazmaya lüzum görmemiştin; Seni hatırlayacağımızdan emindin.

            “Birinci Vazife”miz devam ediyor. Yüz yıl da, bin yıl da devam edecek. Gençliğe “Birinci vazifen, Türk istiklalini, Türk Cumhuriyeti’ni, ilelebet muhafaza ve müdafaa etmektir” demiştin. And olsun ki, o fikirdeyiz, o yoldayız…

            “MİNNETLE”, “ÖZLEMLE” SENİ HEP HATIRLIYORUZ

Sadece 10 Kasım’larda değil; “Cumhuriyet”in nimetlerinden her faydalanışımızda.  

 

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Çok uzun metinler, küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,Türkçe karakter kullanılmayan yorumlar onaylanmamaktadır.
1 Yorum