Ümit Savaş Taşkesen
Gazze mi? Hadi Git Be!
Kin susturur insanı, adına çıdam denir… o yüzden sustuğumu, Gazze’de şahit olduğumuz vahşetten dolayı kinimizin bizi suskunlaştırdığını sanıyordum. Yanılmışım. Unutmuşuz aslında, gündemimizden çıkmış, otuz bin çocuk-çocuğunuz, ananız, kardeşiniz, arkadaşınız, komşunuz, gözü dönmüş bir katil sürüsü tarafından ellerine verilen en yeni ölüm makinaları ile sistematik bir şekilde öldürülmeye devam ediyor. Görmezden gelmeye başladık. O yüzdenmiş suskunluğumuz.
“üstü başı kükürtlü bu dünyadan/kancıklık sıçradı çevirdiğimiz sayfalara”…
Bir, bin, on bin ölüm trajediydi ama sayı her gün her saat her dakika arttıkça artık sadece rakam olarak karşımıza geliyordu. Ölümün istatistiği… insan olan şahit olduğu bu acıya dayanamaz. Bununla yaşayamaz. Şahit olduğumuz şiddet zulüm karşısında çaresiz kalmış aciz mazlum rolünü benimseyerek susuyoruz. Gazzede mücahitler alsın intikamımızı… onların imanları, pes etmemeleri ile suskunluğumuzu perdeliyor, yüzleşmiyor, bu acıları görmezden gelmeye, baskılamaya, unutmaya çalışıyoruz… susuyoruz… “Size ne oluyor da: "Rabbimiz! Bizi halkı zalim olan bu şehirden çıkar, katından bize bir sahip çıkan gönder, katından bize bir yardımcı lutfet" diyen zavallı çocuklar, erkekler ve kadınlar uğrunda ve Allah yolunda savaşmıyorsunuz?” diyen mazlum rolünü biçiyoruz kendimize susarak…
Hiç değilse ticaret gemilerini yollamayın, azaltın ya da ticareti kesin, durdurun, askıya alın bir süre diye düşünüyoruz, reelpolitiğin bakış açısıyla, baskısıyla, binlerce ekonomik argüman ile cevaplar yağıyor gemiler gitmeli, ticaret sürmeli, ekonomi önemli… sonra, birden bire, çevirdiğim kitabın satırları arasından bir şey çarpıyor gözüme “De ki: Babalarınız, oğullarınız, kardeşleriniz, karılarınız, aşiretiniz, elde ettiğiniz mallar, kesada uğramasından korktuğunuz alışveriş ve hoşunuza giden evler, sizce Allah'tan, Peygamberinden ve onun yolunda savaş etmeden daha sevimliyse bekleyin Allah'ın emri gelinciye dek ve Allah, buyruktan çıkan kötü topluluğu doğru yola sevketmez.” Bu yüzleşme nefsime hoş gelmiyor, kaçak ve kaygan gözlerle hızla kapatıyorum kitabı…
Dijital plaformlardan beni avutacak, bunu unutturacak, onbeş yirmi sezonluk bir dizi bulmaya çalışıyorum… ama ne kadar görmezden gelirsem geleyim, şiddetin, vahşetin, çocuk, bebek, cenin, genç, yazlı, kız, erkek, evli, bekar, yaşlı, genç, hiçbir ahlak, tür, ayırt etmeden bize bu işkenceyi izletiyor ve insan damarlarımızı kurutmaya çalışıyor cinayet şebekesi. Çaresiz izliyoruz. Kulaklarımızı kapıyoruz. Gözlerimizi yumuyoruz. Can verenleri suçluyoruz içten içe…
Hepimiz, dünya denen bu toplama kampında Holokost kurbanıyız artık… her gün yakılan, parçalanan ölümlere şahit olan aciz? kurbanlarız… peki bu algı kurtaracak mı bizi? Katilin kendiliğinden durmasını umacak kadar aciz miyiz? Katilin merhametine mi bıraktık kendimizi…
…
Bugün, Karatay Ali Ulvi Kurucu Gençlik Merkezinde Türkiye Yazarlar Birliği Konya Şubesinin İnsanlığın İmtihanı Gazze programında salona bakarken aklımdan geçip gidiyor bu düşünceler… Mikrofonu alıp konuşsam diyorum. Utanıp susuyorum… Kalkıp dışarı çıkıyorum, biraz daraldım. Vicdan temize çıkacak konuşsam. Sussam da konuşsam da temize çıkmayacak biliyorum. O yüzden yazıyorum, susmamak lazım, biliyorum. Anlıyorum ki, sanki, biz kendimize gelinceye kadar orada masum katliamı devam edecek, uyanmadığımızda… cümleyi tamamlayamıyorum…