Prof. Dr. Ali Akpınar
Gel ey Muhammed, bahardır!
Yıllardır Kutlu Doğum programlarına katılıyoruz. Hemen her programda Peygamberimizle ilgili meşhur bir na’t okunur. Bayrak şairi Arif Nihat Asya’nın Na’t’ı. Aslında çok içten ve yalın bir dille yazılmış bir şiirdir onun na’t’ı. Hz. Peygamberin siretini veciz bir şekilde özetleyen bir şiir. Hüzünle okunup dinlenen ve her okundukça ayrı bir lezzet alınan şiirde herkesin anlayamadığı yerler vardır. Elbette şairin kastettiği manalar vardır, bir de onun şiirini okuyup dinleyenlerin anladıkları vardır ve anlamadan okuyup geçtikleri yerler vardır. Örnek verecek olursak,
İyiliğin türbesine türbedar oldu iyi!
Örümcek ne havada, ne suda, ne yerdeydi...
Hakkı göremeyen gözlerdeydi!
Çarpılsın, hakikat niyetine cenaze namazı kıldıranlar!
Bilal-i Habeşi sustuysa ezanlarını Davud okusun! Ve benzeri cümleler..
Şimdi bunlardan ikisini açıklayalım kısaca:
İyiliğin türbesine türbedar oldu iyi!
İyilik güzellik hayata geçirildiği ölçüde değerlidir ve anlamlıdır. Hayata geçirilmeyen iyilik ve erdemlerin bir anlamı yoktur. Kötülerin egemen olduğu toplumlarda, iyiler ve iyilikler katledilir ve geride kalan iyiler iyilerin mezar bekçisi olurlar. Artık dirilere hayat vermek için gelmiş olan Kur’ân’lar ölülere okunmaya başlar ve iyiler türbelere/mescidlere yahut evlerine kapanırlar. Ve meydan, ehil olmayan liyakatsiz, hatta zalim kişilere kalır. Oysa yapılması gereken, ne pahasına olursa olsun meydanlara inmek, halkın içine katılmak ve kötü gidişata dur demektir. Bu konuda peygamberimiz şöyle buyurur: “İnsanların arasına karışıp onların eziyetlerine katlanan bir mümin, onların arasına karışmayıp onlara katlanmayan müminden daha hayırlıdır.” Münavî, VI, 255.
Çarpılsın, hakikat niyetine cenaze namazı kıldıranlar!
Cenaze namazı, İslamî ölçüler doğrultusunda yaşayıp ölen Müslümanlara, diğer Müslümanlarca yapılan son görev ve duadır. Bu duanın anlamlı olması, kişinin Müslüman olarak ölmesine bağlıdır. Müslüman olarak ölebilmek ise, müslümanca yaşamaya bağlıdır. Nitekim hadiste, “Nasıl yaşarsanız, öyle ölürsünüz” buyurulmuştur. Kur’ân, Münafıkların ardından istiğfar ve dua etmenin onlara bir fayda sağlamayacağını belirtir ve onların ardından cenaze namazı kılınmasını uygun bulmaz. Söz konusu ayetler şöyledir: “Onlar için ister af dile, ister dileme, onlar için yetmiş defa af dilesen, yine Allah onları affetmez. Böyledir, çünkü onlar Allah’ı ve Elçisini tanımadılar; Allah, yoldan çıkan kavmi yola iletmez.” (9Tevbe 80) “Ve onlardan ölen birinin üzerine asla namaz kılma, (dua için) onun kabri başında durma. Çünkü onlar Allah’ı ve Elçisini tanımadılar ve yoldan çıkmış olarak öldüler.” (9 Tevbe 84) Bugün ise, İslam yalnızca ölünce hatırlanan bir din haline getirilmiş ve hayatında müslümanlıkla hiç ilgisi olmayanlar, öldüklerinde İslamî ölçülere göre defnedilmektedirler. Öte yandan, toplum mühendisleri ve önderleri olmaları gereken ve peygamber mesleğini kendisine meslek edinmiş olan imamların çoğu da üzerlerine düşen görevi layıkıyla yerine getirmiyorlar, İslamî gerçekleri dirilere ulaştırmıyorlar, ama hakikati elbirlik katledip üzerine namaz kılıyorlar. Dirileri uyarmak için inmiş olan Kur’ân’ı (36 Yâsîn 70) yalnızca ölüler üzerine okunan bir kitap haline getiren bu insanlar, yaptıkları bu işi ticarî bir sektör haline getirmişlerdir. Şair dini çarpıtan, yanlış anlayıp yanlış yorumlayan bu insanlara sitemlerini bildiriyor.
Na’tın tümünün açıklaması için bkz. A. Akpınar, Na’t-ı Şerif/Şerh, Kitapkent 2006, Tel: 0332 351 62 17-0212 518 56 62