Genç işadamı Bülent Kaşdoğan

Genç işadamı Bülent Kaşdoğan

Kese kâğıtçılığından Türkiye’nin en büyük ilk beş firması arasına uzanan isimBülent Kaşdoğan







Röp: Uğur Özteke


 


Bugünkü konuğumuz genç ve başarılı iş adamının Konya’da isminin geçtiği her yerde, başarı öyküsüyle birlikte Fenerbahçeliliği ön plana çıkar. Çünkü o arenalarda matadorun elindeki kırmızıya saldıran bir boğa gibidir. Evet o fanatiktir. O her fırsatta kırmızıya saldırır, çünkü o fanatik, hatta hastalık derecesinde bir Fenerbahçeli’dir. Oğlu Cemil’i, kızı Meral’i anarken, üçüncü kelimesi mutlaka Fenerbahçe kelimesi olarak dudaklarından dökülür. O hiçbir zaman Fenerbahçeliliği’nden gocunmamaktadır. Hatta her gün koca bir canavarla boğuşurcasına mücadele ettiği iş, aş, ekmek mücadelesinde pek çok insanla ticaret yapamamaktadır.  Galatasaraylı, Beşiktaşlı olduğu için onunla iş dahi yapmayan, dost bildiği kimseler vardır. Ama o her fırsatta yüksek sesle şunu cesurca haykırmakta, “Ben Konyalı’yım. Ben önce Konyasporlu’yum. Benden kim ne yardım istedi ise bir fazlası ile yanında olmuşumdur. Mehmet Oktut Başkanlığı’nda Konyaspor yöneticisi olarak görev yaparken o dönemin Valisi Atilla Vural’dan yardım istediğimiz zaman Sayın Valinin kulübümüze önerdiği rakamı ben yine o yıl sadece bir Isparta deplasmanında cebimden harcamıştım. Ancak ben torunlarına, çocuklarına Fenerbahçe, Galatasaray, Beşiktaş formalarını giydiren ama milletin önünde de ‘Konyasporlu’yum’ diyen korkaklardan olmadım. Olmam da. Önce Konyalı’yım, Konyasporlu’yum, sonra da Fenerbahçeliyim” derken yine öfkeleniyor, kızıyor ve ses tonunu yükseltiyordu.


 


 


 


DDY’da hareket memuru iken geçirdiği bir rahatsızlık sonucu bu görevinden ayrılmak zorunda kalan Cemil Bey ile ev hanımı Mihriban hanımın iki erkek, bir kız çocuğundan birisi olan Bülent Kaşdoğan, 1960 yılında dünyaya gözlerini açtı. Cemil Bey rahatsızlığı nedeni ile 1964 yılında Konya’da bulunan bir arkadaşının daveti ile ailesini de yanına alarak Konya’ya yerleşir. Burada kendisini şehre davet eden arkadaşı ile o zamanlar Aziziye Camii’nin arkasında bulunan Şeyh Ahmet Çarşısı’nın bodrum katında kese kağıdı yapımına başlarlar. Küçük Bülent ilkokula İhsaniye İlkokulu’nda başlar. İki sene burada okuduktan sonra Mümtaz Koru İlkokulu’na gitmeye başlar. Daha sonra Mevlana Ortaokulu, ardından da Ticaret Lisesi’ne kayıt olur.


SOLCULARDAN DAYAK YEMEMİ


YİNE SOLCU BİR ÖĞRETMEN ÖNLEDİ


Liseye kadar derslerinde parmakla gösterilen başarısına lisede de devam eden Bülent Kaşdoğan üç sene arka arkaya okul birincisi olur ve okulu da yine birincilikle bitirir.  


Ama lise birinci sınıf öğrencisi iken o dönemlerde yaşanan siyasi olayları ve bir dayaktan nasıl kurtulduğunu asla unutamıyor ve ekliyor: Henüz okulun birinci sınıfındaydım. Cihanbeylili olan ve okulda solcu olarak bilinen bir öğrenci ile okul bahçesinde karşılaştık. Önce bana laf attı, arkasından da bir grup öğrenci sağdan soldan gelmeye başladılar. O anda kötü bir dayak yiyeceğimi tahmin etmiş ve nasıl karşı koyabileceğimi düşünürken yine okulda sosyal demokrat olarak bilinen ve beni çok seven Matematik Öğretmenimiz Mehmet Göksu hocamız Hızır gibi yetişti ve beni o grubun elinden alıp kurtardı. Siyasetin en civcivli anlarında o günü hiç unutamıyorum. Yine Ticaret Lisesi’nde okurken dönemin müdürü, daha sonra da Konya Belediye Başkanlığı’nı yapan Ahmet Öksüz hocam ile müdür yardımcısı ve şimdi de Diltaş Lisesi Müdürü olan Esen Büyükşahin’in elinden okul birincisi olmam sebebiyle verilen kalem setini almak öğrencilik yıllarımın hem güzel hem de acı anları olarak hep aklıma gelir.


TIP VE HUKUKU BIRAKIP


İKTİSADİ VE TİCARİ İLİMLERİ SEÇTİM


Okul yıllarının başarılarla dolu bölümlerini anlatırken yerinde oturamayan, o günleri adeta yaşayan Bülent Kaşdoğan 1976 yılında Ankara İktisadi ve Ticari İlimler Akademisi İşletme Bölümü’nü kazanmış. Okul birincisi olduğu için Ankara Hukuk ve Diyarbakır Tıp Fakülteleri’nden okula kayıt için davet almış. “Ancak ben geleceğin mesleği olarak işletmeciliği görüyordum. Aileme de söyleyip kaydımı Ankara İşletme’ye yaptırdım. O dönemlerde derslere devam mecburiyeti yoktu. Ayrıca sağ ve sol çatışmalarından ortalık çok karışıktı. Yani 12 Eylül İhtilali öncesiydi. Hem kendi iş yerimizde çalışıp babama yardım ediyor, hem de imtihanlara dışarıdan girerek okuluma devam ediyordum. Ama yine okulu da derece ile bitirmeyi bildim” derken rahatlıyor ve yerine oturuyordu. 1981 yılında okuldan mezun olan Bülent Kaşdoğan bu yılın altı ayında diplomasını almış, üç ay sonra da vatani görev için kışlanın yolunu tutmuştu.


FATSALI TERZİ FİKRİ’Yİ YAKALAYAN KOMUTANIN ASKERİYDİM


Önce Tuzla Piyade Okulu’na asteğmen öğrencisi olarak gittim. Kur’a çekimi ile esas görev yerim Amasya Eryatağı Acemi Birliği idi. O yıllarda Türkiye, sağ sol çatışmalarından dolayı çok karışıktı. Mesela Fatsa’da o yıllarda bir Belediye Başkanı olan ve tarihe ‘Terzi Fikri’ olarak geçen olaylar yaşandı. Fatsa kurtarılmış bölge idi. Öyle ki devlet güçleri bile buraya giremiyordu. Daha sonra bu Belediye Başkanı Terzi Fikri’yi ihtilalde tutuklayan yüzbaşı ise benim orduevi müdürümdü. İki ay sonra onu bazı nedenlerden dolayı görevden aldılar. Ama okulda ve askeri öğrencilik dönemindeki sicilimin düzgünlüğü ve başarılarım nedeniyle Orduevi Muhasebe Subaylığı görevi bana verildi. Bu ilk defa oluyordu. Evet ilk defa bir asteğmen orduevine müdür olarak atanmıştı. Turgut Özal’ın önerisi ile çıkartılan sözleşmeli personel yasası sayesinde komutanlarım tarafından orduda kalmam istendi. Mesele tugay komutanımız çok ısrarcı oldu. Hatta dönemin Kurmay Başkanı Binbaşı Kuntay Özbal beni sık sık yanına çağırır ve ikna etmek isterdi. Ama ben sivil yaşamı tercih ederek memleketime dönmek istediğimi belirttim ve zaten görevi de tamamlar tamamlamaz Konya’ya döndüm.


SARI NECDET VE NİYAZİ YILDIRIM


HACIKAYMAK’TA BENİ SEÇMİŞLER


“Ben de her çocuk gibi ailemden, özellikle de babamdan kaçarak top oynardım” diyen Bülent Kaşdoğan nasıl lisanslı sporcu olduğunu, Konya şampiyonluğunu yaşadığını ve Ereğli’de maçta ayağının kırılması ile spor yaşamının bittiğini de bir çırpıda özetleyiveriyordu: 15 yaşındaydım. Arkadaşlarımla birlikte top oynarken Hacı Kaymak Mahallesi’ndeki özel bir turnuvaya katılmıştık. O zamanın Şekersporlu ünlü ismi Sarı Necdet ve Niyazi Yıldırım’ın dikkatini çekmişim. Benim hemen  Hocacihanspor’a lisansımı çıkardılar. Tabii ki ailemden gizli olarak lisans çıkartmıştım. Daha sonra düzenli olarak top oynamaya başladım. Sağ bek ve stoper olarak oynuyordum. Hocacihanspor’da o dönemlerde emlakçilik yapan Zeki Dağ’ın Başkanlığı’nda iki sezon şampiyon olduk. Kaptanımız Bekir Bitikçioğlu idi. Şu dönemlerde öğretmenlik yaptığını biliyorum. Dört sene Hocacihanspor’da top oynadıktan sonra Dertbentspor’a geçtim. Dertbentspor’a çok samimi mahalle arkadaşlarım olan Nevzat Eraslan ve rahmetli Hıdır Şengöz’ün ısrarıyla gitmiştim. Burada oynamaya başladım. Bu kulüpte de 3 yıl şampiyon olduk. Ereğli’de Yeşilyurtspor ile maç yaparken ayamın kırılması sonucu faal futbol yaşantım bitti.


HAKEM ÇATKAFA YILMAZ, YAN HAKEM


DELİ BEKİR’E BENİM YÜZÜMDEN KÜFRETTİ


Toprak sahalarda hiçbir karşılık beklemeksizin dökülen ter, verilen mücadele, dahası ayağının kırılması pahasına ortaya konan yürek yıllarında Bülent Kaşdoğan’ın unutamadığı bir maç vardı ki bu Kemal Sunal’ın Türk filmlerini aratmayacak cinstendi


Kaşdoğan bu anı anlatırken yine yerinde oturamıyor, koltuktan fırlıyordu: Hiç unutamadığım hatırlaradan birisi ise Karapınar’daki o maçtı. Karapınar Esnafspor ile maç yapıyorduk. Orta hakem, o yılların en korkulan, taviz vermeyen, ama iyi bir hakem de olan Çatkafa Yılmaz idi. Yan hakem ise daha sonra öğretim üyeliği filan da yapan, ama ünlü namıyla Deli Bekir idi. Ben o maçta libero oynuyordum, ayakkabımın bağı çözülmüştü. Onu bağlarken kendi ceza sahamız içindeydim. Rakip atak yapmış ve tam bizim kale önüne inmişlerdi ki yan hakem Deli Bekir ofsayt bayrağını kaldırdı ve orta hakemi ikaz etti. Halbuki ben ayakkabımı bağlıyordum ve ofsaytı bozuyordum. Deli Bekir beni görmemişti. Orta hakem Çat Kafa yan hakemin bayrağı üzerine düdüğü çaldı, rakip takım oyuncuları beni hakeme gösterince önce Bekir’e küfür etti, sonra da bana dönerek “Ulan hıyar, ayakkabını bağlayacak başka yer yok mu?’ diye kızdı.


BABAMDAN 50 METRE KARE OLARAK ALDIĞIM


İMALATHANE TÜRKİYE’NİN İLK BEŞ FİRMASI ARASINA GİRDİ


Bülent Kaşdoğan hızla geçen yıllar içerisinde ideali olan işletmeciliği de babasının dükkanında uygulamaya çalışıyordu. Kendi sözleriyle “Babamdan 50 metrekare ile devir aldığım imalathaneyi büyüterek kardeşlerim ile birlikte Türkiye’de ilk beş firmanın içine soktuk. Hiçbir kriz döneminde ise işçi çıkartmadan bugünlere kadar geldik” derken güçlükleri, engelleri, bir bir, inanarak aşmanın haklı gururunu yaşıyordu. Sonra iş dünyasını da kısaca özetliyor ve “1983’te ilk katıldığımız İzmir Fuarı’nda Burhan Özfatura’nın yanındaki belediye personeline dönerek ‘İşte gördünüz mü? Anadolu’dan neler çıkıyor? 10 sene sonra Anadolu İstanbul egemenliğine son verir’ diyerek bizleri tebrik etmesi bize ayrı bir hırs ve güç vermişti. 84 yılında TÜYAP’ın düzenlediği ambalaj fuarına Anadolu’dan ilk katılan firma olmak da bizim ayrı bir övünç ve gurur kaynağımızdır. Mesleğinizde bir yere gelip para kazanıyorsanız, o şehre hizmet etmek için bazı yolları vardır. Ben de sivil toplum örgütlerinde muhtelif görevler aldım. 5.5 yıl Ticaret Odası Meclis Üyeliği, Yönetim Kurulu Üyeliği ve TOBB delegeliği, komisyon sözcülüğü, ayrıca TOBB Vergi ve Teşvikler Grup Başkanlığı çalışması yaptım. Ticaret Odası’ndaki ilk yıllarım bana birçok konuda deneyim kazandırdı. Son yapılan seçimlerde meclis üyesi olarak sektörümde bu çalışmama devam ediyorum’ diyor.


‘KONYA’DA İNSANLAR ŞUCU BUCU DİYE KÜSTÜRÜLÜYOR’


Görev aldığı pek çok sivil toplum örgütü içerisindeki çalışmalarda ise Kaşdoğan Konya ve Konyalı adına ümitli değil. Bu düşüncelerini ise şu cümlelerle özetliyor: Konya’nın daha iyi şeylere layık olduğunu düşünüyorum. Ancak Konya’nın dinamiklerinin birer birer değil topluca hareket edebilmesi için bir bilenin çıkıp bu çalışmaları birleştirmesi gerektiğini düşünüyorum. Çünkü Konya hep yanlış anlatılıyor veya yanlış tanınıyor. Fert olarak yapılan yatırımların yeterli olmadığını düşünüyorum. Sizin gazetenizde ‘Ne zaman adam oluruz’ diye bir köşeniz var, ben de hep şunu söylüyorum: Konyalı olarak içimizden çıkan, yükselen değerleri harcamak için elimizden gelen bütün pisliği yapmadığımız zaman adam oluruz. Konya’da değeri bilinmeyip, şunun adamı, şucu bucu diye küstürülmüş, kenara itilmiş, çok yitik beyinlerin ve değerlerin olduğunu maalesef herkes biliyor. Siyaseten bir beklentiniz yoksa, bu cümleleri de çok rahat, vicdanınız müsterih olarak söyleyebilirsiniz.


NAKLİYECİ İBRAHİM ŞİRİN’İN


ISRARI İLE YÖNETİCİLİK HAYATIM BAŞLADI


Faal spor hayatından sonra spor yöneticiliğinde de kendisini ispatlayan Bülent Kaşdoğan amatör yöneticilikten Konyaspor’a, daha sonra Fenerbahçe’ye  kadar uzanan profesyonel yöneticilik hayatının başlangıç noktasını ise yine bir tesadüfe bağlıyor. O yılları ise şöyle anlatıyor: Nakliyeci İbrahim Şirin abimiz o dönemde Kromspor’un başkanı idi. Beni Kromspor’un genel kaptanı olmam konusunda ikna etti ve Kromspor’un yönetimine girdim. İki yıl üst üste Konya şampiyonu olarak gruplara gittik. Takımın başında ise Sami Özdedeoğlu vardı. Daha sonra yine iş adamı arkadaşlarımın ısrarı ile Mehmet Oktut Başkanlığı’ndaki Konyaspor’un ikinci yönetimine girdim. Konyaspor yöneticiliğini ise Ahmet Hamdi Uçarok’un aday olduğu kongrede Mehmet Oktut ve ekibi olarak yeni isimlere bıraktık. O dönemde yönetimde Mehmet Oktut, Yusuf Genç, Faruk Turhan, Mustafa Güvenilir, Necdet Erben, Nuri Mehtap, Ahmet Limancı, Halil İbrahim Kaplan gibi çok değerli insanlar vardı.


ESKİDEN YÖNETİCİLER PARAYI CEPLERİNDEN ÖDERDİ


Yine eski yönetimlerde tüm Konyasporlu yöneticiler paraları ceplerinden harcarlar, harcadıklarının da pek çoğunu geri almazlardı bile. Bir gün Ispartaspor kafilesi başkanıydım. Isparta maçı da kesin puan alacağımız. galip geleceğimiz maçtı, ama maçtan 4-1 mağlup ayrıldık. Teknik Direktör Müjdat Yalman’dı. O günkü  tek golümüzü de Varol atmıştı.


Dönüşte futbolcuların ağzını bıçak açmıyordu. Eğirdir’de zorlayarak yemek yedirdim. Döndük ve dönemin başkanı Mehmet Oktut benim bütün masraflarımı yırttı: ‘Bu da senden hediyedir dedi.’ Severek kabul ettim. Ve şunu çok iyi biliyorum ki o dönemin bütün yöneticileri birer deplasmana götürüyordu, dışarıdan ise hiçbir destek yoktu.


VALİ BİLE BİZİM VERDİĞİMİZ KADAR YARDIM ÖNERMİŞTİ


Bir çok arkadaşımız maddi olarak çok ciddi fedakârlıklar yaptı. Hiç unutmam, dönemin valisi Atilla Vural’a ziyarete gitmiş, Konyaspor’a yardım istemiştik. Sayın Vali sadece benim Isparta deplasmanına yaptığım yardım kadar yardım teklif etmişti.


İYİ BİR İDMANYURDLU İKEN


BU GÜNLERE KADAR GELDİK


Çocukluk yıllarında çok koyu, hatta fanatik bir şekilde İdmanyurdlu idim. Malum o yıllarda Konya’da Konyaspor-İdmanyurdu rekabeti vardı. Daha sonraki yıllarda, yanılmıyorsam 2002’de Konyaspor’un kupa maçında Fenerbahçe’yi eleyerek kupa dışı bıraktığı maçtan sonra yönetim kurulunda bulunan tanıdığım bazı iş adamları ile sohbet ediyorduk. Aziz Yıldırım ‘Konya’da Fenerbahçeli çok? Neden burada bir dernek yok? Bunu kurun’ dediği için Konya’da Fenerbahçeliler Derneği kurmaya karar verdik Yine söylüyorum, oysa çocukluk yıllarından bu yana koyu bir İdmanyurdlu idim. Daha sonra iki takımın birleşmesi ile aynı derece koyu Konyasporlu olup maddi ve manevi yardımlarda bunmuştum. Ancak yıllarca ‘Konyaspor’da gel görev yap’ diyen olmamıştı. Aziz Yıldırım’dan çok etkilendiğim için Konya Fenerbahçeliler Derneği’ni yedi arkadaşımla birlikte kurdum. Kurucu Başkanlık ve iki dönemdir de Yönetim Kurulu Başkanlığı yapıyorum. Aslında Konyaspor’da yöneticilik yapmış, Konya’daki sporla ilgilenmiş pek çok insanın tuttuğu bir İstanbul takımı var. Bazıları siyaseten, bazıları da tepki almamak için bunu açıklamıyorlar. Ancak ben her zaman Fenerbahçeli olduğumu söylüyorum, ama yine de her şeyden önce Konyasporlu’yum. Ben hala bazı taraftar gruplarına deplasmanlara giderken elimden geldiği ölçüde destek olmaya çalışıyorum. Ve kaldı ki biz FB Derneği olarak İstanbul dukalığını temsil yerine çocuk yuvasına bilgisayar, ceza evlerine kitap, spor malzemeleri, fakir çocuklara yardım ve Meram Devlet Hastanesi’ne 30 oda döşeme gibi hep sosyal ve toplumsal hizmetler yapıyoruz.


TİCARİ TRENİ KAÇIRMIŞTIK


Zaman zaman ticarette ne kadar başarılı olduğuma inansam da gün gelir o hep bir dönem ‘Ben nasıl bir hata yaptım. Fırsatı treni kaçırdım diye de hayıflanırım. Yıl 1966. O yıl İtalya’dan aldığımız son sistem, en modern, o yılların en gelişmiş makinelerini Konya’ya değil de Gebze’ye, Çorlu’ya kursaydık bugün çok daha farklı olabilirdik. Çünkü 2003 yılına kadar o bölgelerden ihracat yapan rakiplerimizden geri kaldık.


ORGENERAL NECİP TORUMTAY’IN DENETİMDEN BAŞARI İLE GEÇTİK


Askerde unutamadığım ikinci bir olay ise o dönemin Genelkurmay 2. Başkanı Orgeneral Necip Torumtay, denetleme yapmak üzere geldiği Amasya’da kendisine verdiğim brifing ve güzel yemek ziyafetinden sonra benim nereli olduğumu sordu. Ben de Konyalı olduğumu söyleyince bizim paşamız Tümgeneral Hilmi Şengül’e dönerek ‘Gördün mü Konya’dan ne akıllı adamlar çıkıyormuş paşam’ dedi. Ancak asasını eline alınca o meşhur 32 günlük ceza veren hali aklıma geldi ve bir taraftan da 32 gün ceza yiyeceğim diye korktum. Asasına yaslanıp ayağa kalktı. Gel bakayım seni öpeceğim dedi ve öptü O an da, dün gibi hiç aklımdan çıkmayan bir askerlik hatırasıdır


HER BAŞARI ERKEĞİN ARKASINDA


MUTLAKA BİR KADIN VARDIR


Oğlum Cemil kızım Meral’in de hep başarılı birer sanayici olmasını isterim. Çocuklarım, özellikle sivil toplum ve fabrikadaki işlerim yüzünden kendilerine yeterince vakit ayırmadığımı düşünüyorlar. Eşimin fedakarlıklarını ise kesinlikle unutamam. Çünkü başarılı her erkeğin arkasında bir kadın olduğu söylenir. Benim de iş hayatımdaki ve sivil toplum örgütlerindeki başarımda evi ihmal etmemin ve buna da eşimin anlayış göstermesinin büyük katkısı vardır. Ankara’da geçirdiğim kalp krizi sırasında eşime ve çocuklara biraz daha fazla zaman ayırmam gerektiğini gördüm. Biraz da yaş ilerleyince insan fazla dünyalık yapmanın artık faydası değil, zararı olduğunu görüyor.Biraz da öbür dünya için çalışmanın gerektiğini söylüyor. Dolayısıyla genç kuşaktaki iş adamı arkadaşlarıma hem dünya hem de ahiret için, dengeyi koruyarak çalışmalarını, ailelerine ve sağlıklarına önem vermeleri gerektiğini tavsiye ediyorum. Toplumun hangi kesiminde olursa olsun, yapılan toplumsal görevlerde lider olarak gösterilen kişinin çevresine, ekip arkadaşlarına geçmişi bir kalemde silmeyerek gerçek anlamda büyüklük, liderlik yapması, bunu göstermesi gerektiğine inanıyorum. Çünkü inanıyorum ki en kötü şey görev yaptığı makamlarda despotluk yapanların, o görev bittikten sonra toplumdaki bireyler taraftan aranmamaları, onların aralarında gezememeleri olduğuna inanıyorum. İşte o an insan, makam ve mevki için selam verilmiş, makam ve mevki için değer verilmiş olduğunu görür. Ama en güzeli, darbe de yeseniz, ayrıldıktan sonra o kurumdaki kişilerin veya toplumdaki insanların hala size sevgi ve saygı gösteriyor olmalarıdır.


Kaşdoğan bu sözleri söyleyerek 46 yıllık dolu dolu yaşamında, sağlığının, ailesinin ve gerçek dostlarının her şeyden önemli olduğunun altını bir kez daha çiziyordu.