Fahri Kubilay
Güle güle ali ağabey…
Yıl 1983…
Köyüme ilk kez diyanetin görevlendireceği kadrolu bir imam gelecekti… Erdoğanlılar yani köylülerim sevinçliydi…
O yıllarda camimizi büyüklerimiz doldurur, bizlerde cumadan cumaya lütfen iştirak ederdik… Namazlarımızı ise fötr şapkalı bir vatandaş kıldırırdı…
Ve köyümüze ilk kez genç ve dinamik, sakallı bir imam geldi.
Unutmadım… Bir ramazan günü kısa kollu gömlekle camiye gitmiştim. Namaz çıkışı kadrolu imamdan önceki köylüm, fötr şapkalı, sakalsız imam bana “kısa kollu camiye gittiğim için senin namazın olmadı…” demişti…
Doğrusu bu uyarının doğru olup olmadığını bilmiyordum…
Fötr şapkalı köylüm ile diyaloguma şahit olan kadrolu imam zor durumda olduğumu anlayarak yanımıza yaklaştı bir çırpıda namazımın kısa kollu ve bu şekilde olacağını söyledi…
Ayaküstü muhabbetin ardından evine davet etti… Evine icabetimle gözüme ilk çarpan şey kitaplarıydı… Yusuf hocam isteğim üzerine Yusuf Kerimoğlu’nun “Kelimeler ve Kavramlar” daha sonra Üstat Mevdudi’nin ‘Kurana Göre Dört Terim’ kitabını verdi. Liseyi yeni bitirmiştim iki günde iki kitabı birden okudum. O zamana kadar inandığım din, inandığım Rab hakkında ne yetersiz bilgilere sahip olduğumu, hatta hiçbir şey bilmediğimi fark ettim.
O Köyümüzün imam hatibi Yusuf şahin Seydişehir’den Hacı Ali ağabey gelecek sende gel dedi ve 1983 yılında Hacı Ali Uysaler ağabey ile tanışmama vesile oldu… Sonrasında ise bazı dostların teşviki ile Seydişehir’e yerleştim.
Seydişehir’de açılan Tekvando salonunda görev verildi bir öğrenci evinde kalarak buradaki İslami çalışmaların içinde bulundum... O öğrenci evinde bizleri sürekli olarak eğiten, her hafta düzenli olarak tefsir dersleri veren Ali Uysaler ağabeydi.
Bir gün onun evine gittiğimizde bir evde bulunabilecek en çok kitabı görmem beni hayretler içerisinde bıraktı. Bir duvar tamamen kitapla kaplıydı.
Rahmetli o zamanlar oldukça fazla sigara içerdi bizde içerdik akşamları sohbetlerde küçük büyük demeden , kapalı alan gözetmeden sohbet ortamını duman altı yapardık…
O tarihlerde Türkiye’de bir Kerimoğlu furyası vardı…. ‘Emanet ve ehliyet’ kitabını bir türlü bitiremedik neden sonra tefsir okumaya başladık ve Rabbimizin oku ile başlayan yüce kitabımızı anlamaya başladık Ali Uysaler ağabey bizden hep önde gitti .
Arapça öğrenmeye azmetti ve öğrendi…
Günün her saatini öğrenmeye ayırdı ve sonuç itibari ile haftanın neredeyse yedi günü evlerde insanlara kuran anlattı… soğuk – sıcak gece - gündüz demeden köylere kentlere gitti. Askeri darbeler gördü, 28 şubat post modern darbesi soruşturmalar yaşadı evi gözetlendi ama o hiçbir zaman Kuranı anlatmaktan asla vazgeçmedi.
Hele belediyeden emekli olduktan sonra kur’anın mesajını insanlara ulaştırmak için ömrünün son anına kadar mücadele etti. Seydişehir’de Kuran çalışması yapan yaşlı ihtiyar En son Konya Selçuklu tıp fakültesinde ziyaret ettiğimizde verdiği mesaj hala kulaklarımda. Allahın hiçbir kuldan vazgeçmediği “ Zalim firavuna bile Hz Musayı göndermesini” örnek olarak verirken ve bizim “dostluklarımızı” mutlaka devam ettirmemiz gerektiğini söylemişti.
Ali ağabey ben onu tanığımdan beri sürekli olarak Rabbimizin hayatın inşası için gönderdiği Kur’an-ı Kerim’i doğru anlama ve vahyi hayata taşıma amacıyla sürekli düzenli, sistemli sohbet grupları oluşturdu.
İnsanlara Kur’an’ın mesajını doğru bir şekilde iletmek haftanın hemen hemen her günü Seydişehirin bir çok noktasında ders halkaları oluşturdu. , Bu derslere katılanlara “Allah’ın bak dediği yerden” bakabilecek bir anlayış kazandırmak için mücadele etti.,
O hep Kur’an-ı anlayan, vahiyle inşa olmuş, sorumluluğunun bilincinde, şahsiyetli aktif iyi insanlar yetiştirmek için gayret etti.
Hiçbir zaman belli bir yapıya değil, sade Allah’a davet etti…
Asla ve asla şahıs merkezli olmadı hep, şahsiyet merkezli çalıştı…
Hep sahip değil, şahitlik etti..
Bizde senin Salih ve mümin bir kul olduğuna şahitlik ediyoruz..
Rabbim seni kuran yolunda yaşayıp o yolda can veren sıdıklar Salihlerle Haşreylesin Ali ağabey…