M. Faik Özdengül
GÜNEŞE BAKMAK!
Güneşe Bakmak, Ölümle Yüzleşmek Irvin D. Yalom’un en son okuduğum kitabıydı. Bu yüzden yazmak istediklerime uygun bir başlık olur diye düşündüm.
Geçtiğimiz hafta Konya depremle sarsıldı. İlk sarsıntıda Konya’daydım. Balkonda arkadaşlarla otururken sarsıldık birden. Sonra o akşam eğitim toplantısı için İstanbul’a doğru yola çıktım ve diğer sarsıntıları sadece telefonla öğrendim. İnsanlar iki günü dışarıda geçirmişler. Hala panik halindeler. Yaşadıkları zeminin altlarından kaydığı duygusu çok temel bir korku. Çoğu deprem bölgesi olan yerlerde sık sık yaşanan ve kanıksanan bu durum Konya’da müthiş bir yankı uyandırdı. Zira deprem açısından en güvenli bölgelerdendi Konya. Tıpkı ikiz kulelere yapılan saldırılarda Amerikalıların yaşadıkları gibi bu deprem de yaşadığım şehirde temel bir travma etkisi yarattı. En güvenli alanda vurulmak.
İnsanoğlunun ilk öğrendiği ve en temel duygu, Temel Güven Duygusudur. 0-1 yaş arası dönemde edinilir. Daha doğrusu edinilmelidir. Temel Güven Duygusu basit bir tanımla, yaşadığınız her travmada içinizden bir sesin “ evet zor bir durum ama hayat devam ediyor” şeklinde seslendiğini duyup kendinizi yatıştırabilme kabiliyetinizdir. Bu duygusu yetersiz olanlarsa her zor durumda eyvah her şey bitti korkusuna kapılıp yıkılırlar. Baştan temel güven duygusu eksik olanlar zaten yaşamlarında çok fazla zorlanırlar. Şanslı olanlar ise ileriki yıllarda yukarıda saydığım benzer nedenlerle bu duygularının sarsılması nedeniyle birden o şanssızlar arasına katılır ve yaşadıkları dünya aniden emniyetsiz bir yer haline dönüşür. Eric Ericson’a göre bu dönem (0-1 YAŞ)Freud’un oral döneminin karşılığıdır. Çocuğun bu dönemde ilişki kurduğu en önemli kişi anne veya anne yerine geçen kişidir.Anne-çocuk ilişkisinde süreklilik,tutarlılık ve aynılık sağlanabilirse;çocuk,annesinin kendisini hep seveceğinden,isteyeceğinden ve terk etmeyeceğinden emin olma duygusu geliştirebilirse,çocukta temel güven duygusunun çekirdeği oluşur.Bebekteki sosyal güvenin ilk belirtisi,bebeğin beslenmesinin rahat ve tabii hale gelmesi,uykusunun derinleşmesi,bağırsaklarının rahatlamasıdır.
Bu dönemin tehlikesi, temel güven duygusunun sağlıksız gelişmesidir
Ericson’a göre,en sağlıklı şekilde yetişmiş çocuklarda bile geçmişte bir zamanlar ana kucağında yaşanmış güzel bir cenneti yitirmiş olma duygusu ile bu cennete karşı bir özlem kalıntısı vardır.Bu cenneti yeniden bulma gereksinimi,Tanrıya inançta simgelenmiştir.Din, Ericson’a göre,insanda temel güveni sağlar.
İlk öğrenilen duygu son yaşanacak olana karşıdır. Nedir o son? Ölüm. İnsanın en son kalesidir yaşamı ve ilk amacı her zaman canlı kalmaktır. Bu yüzden ölümle hep başı derttedir. Yaşayabilmek için ölüme karşı savunmalar geliştirir. Savunmaların en başta geleni de onu yok saymak ve inkar etmektir. Onu hatırlatan her şey de tehlikelidir. Medeniyetler ölümü inkar üzerine kurulur. İnsan ebedi olmak ister. Ancak o hep hatırlatır kendini. Dünya görüşü ne olursa olsun; yani ister öldükten sonra bir yaşam olduğuna inansın, isterse ölümün bir son olduğuna ve hayatın sadece bu dünyadan ibaret olduğuna inansın, ölüm ‘düşünen’ her insanın arada bir zihnine misafir olur. A. Sachs der ki: Ölüm yaşamdan daha evrenseldir; herkes ölür ama herkes yaşamaz.
O zaman ölümü gözden geçirip yeniden anlamlandırmak ta fayda var. Hz Mevlana’ya kulak verelim: Herkesin iki gözü de toprağa ve ölüme saplanmış. Abı hayat var mı yok mu ? Yüz türlü şüphesi var herkesin. “Eğer içini tam olarak doldurmuşsa, bir ceviz kırılmaktan neden korksun ki?”
Peki korktuğumuz şey ölüm mü? Ya da ölüm neden korkutucu? Soralım Hazret’e: A ölümden korkan ! Aslında ölümün rengi yoktur, onda gördüğün çirkinlik kendi çirkinliğin. Lakin bu çirkinlik de kendi eserin. Üstündeki kirli paçavrayı kendin eğirip kendin diktin, yüzündeki gözündeki karaları yine kendin çaldın. Şimdi hayat perdesi aradan kalktı ve ölüm aynasında kendi gerçek kimliğinle yüz yüze geldin. Seni bu kara yüzünle,bu düşkün halinle cennete kabul etmezler. İşte seni korkutan ölümün bu gerçekleri haykıran dili. O halde layığı o ki sen ölümden değil kendinden kork! Yine Fih-i Ma-fih adlı eserinde şöyle der: Biri “Ne hoştu dünya, ortada eteğimizi çeken ölüm olmasaydı” demekteydi. Başka biri de dedi ki “Ölüm olmasaydı ıstıraplarla dolu olan bu dünya, hiçbir şeye yaramazdı.” Hiçbir ölü, öldüğüne hayıflanmaz; azığın azlığına hayıflanır. Yoksa (ölen), bir kuyudan ovaya, devlete, yaşayışa ve genişliğe çıkar. Orası öyle bir doğruluk makamıdır ki orada onunla oturan Allah’tır. Ateşe tapanların mabedi olan şu balçıktan kurtulmuştur. Hz Mevlana’ya göre kişi ölürken ve ölümü tecrübe ederken bundan dolayı üzüntü duymayacaktır. Çünkü ölüm onun için şaşırtıcı veya bilinmeyen bir durum olmayacaktır. Aksine onu bir ‘gerçek’ gibi görüp bu gerçeği ‘seyredecektir’. Onun içinde pişmanlık hasıl edecek olan, bu dünya hayatında neden iyi şeyler yapıp, yeni bir hayata doğru yaptığı bu yolculuğa daha donanımlı çıkmadığı olacaktır.
“Ömrün altın kesesine benzer. Geceyle gündüz de para sayan adam. Bilmeden anlamadan sayar durur,nihayet kese boşalır. Ay tutulur.” Hz Mevlana. Yalom da der ki: “İyi yaşamayı öğrenmek iyi ölmeyi öğrenmektir. İyi ölmeyi öğrenmek te iyi yaşamayı öğrenmek.” Gerçekte asıl ölümden korkanlar yaşamayanlardır. Mış gibi yaşayanlardır. Bir sürü yarım bırakanlar. Madem temel güven duygusu annenin sağlamlığına ve güvenilirliğine bağlı, hayatımızın bu döneminde Ericson’un da dediği gibi belki anne yerine Tanrı’yı koyma zamanı gelmiştir ne dersiniz?
Bir başka konu da bizim kültürümüzde zaten yüzyıllardır ölmeden önce ölme eğitiminin verilmiş olması. Aşığın hayatı ölümdedir der Mevlana. Hiç ölmeyecek ve hep güvenilir olan bir nesneye dayanıp yaşamın her iki kıyısını da güvenceye almak. Amacımız bu olsun. Öyle olunca ölüm sadece asıl evimize giderken geçilecek son kapı olur hepsi bu.
Aradığımız şey emniyet ve konu uzun, biz yine Hz Mevlana’ya kulak kesilip konuyu burada bitirelim.
Bu dünyanın genişliği, bize gözbağıdır. Halbuki o, pek dar. Gülmesi, ağlamaktan ibaret; övünmesi ardan ayıptan başka bir şey değil! Ey yiğit! Ölmeden önce ölmek emniyettir; bize Mustafa (a.s.) böyle buyurdu. Dedi ki: “Size ölüm, sınamalarla gelmeden önce hepiniz ölün!” Ölüm günü, bütün bu bilgiler içinde işe yarayan ve yol azığı olan da mahiv (yokluk) bilgisidir. İyi bil ki burada mahv bilgisi lâzım, nahiv bilgisi değil. Eğer mahv bilgisini biliyorsan tehlikesizce denize dal! Deniz suyu, ölüyü başında taşır. Fakat denize düşen adam diri olursa, nasıl kurtulur? Sen de eğer beşeriyet vasıflarından öldünse hakikat sırlarının denizi, seni başının üstüne koyar.
Esenlik dileklerimle…
Dr Faik Özdengül
http://faikozdengul.wordpress.com/