Gürbüz Dayıoğlugil

Gürbüz Dayıoğlugil

Sağlıktan ticarete pek çok alanda sosyal yönüyle var olan, gençliğinde ise ‘savaşma seviş’ felsefesiyle hippi hayatı yaşayan iş adamı

Konya’nın meşhur ve meçhul yüzleri


 


Sağlıktan ticarete pek çok alanda sosyal yönüyle var olan, gençliğinde ise ‘savaşma seviş’ felsefesiyle hippi hayatı yaşayan iş adamı


 


Gürbüz Dayıoğlugil


 


 


SPOT: Bugün kağıt üzerinde eczacı olarak bilinse de ticaretten sanata, siyasetten ekrana çok renkli ve çevresine neşe saçan kişiliği ile tanınan Gürbüz Dayıoğlugil, 50 yıllık yaşamını kendi tabiriyle “dolu dolu” yaşamış. Bir dönemin ünlü ses sanatçısı Yeliz’le lise yıllarında arkadaşlık yapmış, gençlik sağ-sol kavgasında birbirini kırarken hippiliği tercih eden ve sonraki yıllarda bir anda ticaretin içine dalan Gürbüz Dayıoğlugil yaşam öyküsünü bizlerle paylaştı.      


 


Gürbüz Dayıoğlugil 9 Ekim 1957’de Konya’nın meşhur Kadılar Sokak’ta bahçe içerisinde iki katlı toprak bir evde dünyayla gelmiş. Baba Ali İhsan Dayıoğlugil o dönemlerde kentin parmakla gösterilen başarılı, hayırseverliğiyle bilinen bir doktoru. Dahiliye uzmanı. Anne Fahriye hanım ise ev kadını.


BABA DAYIOĞLUGİL’İ KISACA TANIYALIM


Daha sonraki yıllarda Konya’ya sadece sağlık alanında değil, başta eğitim olmak üzere pek çok alanda damgasını vuracak baba Dayıoğlugil’den kısaca söz edelim.  Ali İhsan Dayıoğlugil 1926 yılında Konya’da doğmuş, 1951 yılında Tıbbı bitirmiş. İki yıl Kadınhanı Devlet Hastanesi’nde doktorluk yaptıktan sonra şehrimize gelmiş ve Devlet Hastanesi’nde bu görevini tamamlamış. Şehrimizde Verem Savaş Dispanseri’nin kurulmasında büyük rol oynamış ve derneğin ilk başkanlığını yapmış.


MİNİK GÜRBÜZ’ÜN DUT AĞACI


Doğumundan ilkokul dördüncü sınıfa kadar Kadılar Sokak’taki evlerinde büyüyen minik Gürbüz için çocukluk yılları denildiği zaman aklına ilk gelen, unutamadığı ve bugün bile özlemle andığı bahçelerindeki o karadut ağacıdır. Gürbüz Dayıoğlugil’in bugün eczacı olan ablası Sündüz ve diş hekimi olan ablası Gündüz ile birlikte büyüdükleri evdeki eşyalar da unutulmayan anılar arasında yer alıyor.


SELBASAN DİVLEKLERİ, İZBE VE HAYATIMIZ


Her çocuk gibi Gürbüz Dayıoğlugil için de çocukluk dünyasında doğduğu ev vardır. O günleri şöyle anlatıyor Gürbüz: “Evimizde buzdolabı filan yoktu, bütün her şey teldolabında saklanırdı. O teldolabını hiç unutamıyorum. Hayat dediğimiz alanı, Selbasan divleğini, üzümleri, kayısıları, ağaçları hele hele dutları hiç unutamıyorum. Bizimkileri yer, daha sonra gider komşuların ağaçlarındaki meyveleri de yerdik”


19 MAYIS İLKOKULU VE SAÇLARININ DÖKÜLMESİ


19 Mayıs İlkokulu’na kayıt olan Gürbüz Dayıoğlugil, 4. sınıfa kadar bu okulda okudu. İlkokul Öğretmeni Muazzez Coşkun, Okul Müdürü ise Keramettin Coşkun’du. Aşırı hassas ve duygusal bir öğrenci olan küçük Gürbüz’ün ilkokul üçüncü sınıftan dördüncü sınıfa geçtiği yaz bütün saçları döküldü. Babasının müdahalesi ve yapılan tetkiklerden saç dökülmesinin tamamen duygusal bir durum olduğu öğrenildi. Ve bir süre sonra yeniden o kıvır kıvır saçları çıkmaya başladı. O yavaş yavaş büyürken hafta sonları ailesi ile birlikte fuarın içinde Dede Bahçesi’ndeki eğlenceleri hatırlamaya başlıyor.


HACI HASAN KOYUNCU’NUN VİLLASI, ZAFER MEYDANI VE YİNE DUT AĞAÇLARI


Dördüncü sınıfa geçtikleri yıl Kadılar Sokak’tan Zafer Meydanı’na Hacı Hasan Koyuncu’nun 3 katlı villasına taşınırlar. Zafer Meydanı’nda geçen o yıllarda Foto Ben’i, Zafer meydanındaki dut ağaçlarını, Rahmetli Enes’in çalıştırdığı Alaaddin çay bahçesini unutamıyor. (Sohbetin bu bölümünde Gürbüz Dayıoğlugil efkarlanıyor, derinlere dalarak uzun uzun ah çekiyor.) Yıl 1966-67…


SELÇUK KOLEJİ YILLARI


İlkokuldan sonra Selçuk Koleji’ne kayıt olur. Sınıf arkadaşı Baki Oğuz ile bir üst sınıfta olan rahmetli Tahsin Horasanlı ve Mehmet Hotamışlı’yı unutamaz. Kendi sınıfları 18 kişidir. Ama bütün çalışkan öğrenciler adeta bu sınıfta toplanmıştır. İlk yıl 18 kişilik sınıfın 8’i iftiharla 8’i de teşekkürle geçmiştir. Yine Biyoloji Öğretmeni Elmas Mendi’yi, Türkçe öğretmenleri Bezirci Hocayı ve Okul Müdürü Rahmetli Ömer Mesci’yi unutamamış.


TÜRKÇE ÖĞRETMENİNİN KURŞUN KALEM FABRİKASI HAYALİ


Yeni yeni delikanlılığa adım atan Gürbüz’ün o günlerden bir anısı daha vardır. ‘Kolejde ikinci sınıftaydık. Türkçe öğretmenimiz sevinçle içeriye girdi “Türkiye kurşun kalemini artık kendisi yapacak, başkalarına sömürge olmayacağız” dedi. Yıl 1969 idi. Öğretmenimiz o kadar sevinçliydi ki aradan 3-4 ay geçti. Bir gün aynı öğretmenimiz bu kez sınıfa boynu bükük girdi ve “Maalesef çocuklar boyunduruk sürecek, Yugoslavya Türkiye’ye çok ucuz kalem vermiş, fabrika kurulmayacakmış” deyiverdi.


Daha sonra Selçuk Koleji kapanır ve Gürbüz Dayıoğlugil de Mevlana Ortaokulu’ndan mezun olur.


SANATÇI YELİZ İLE ARKADAŞLIĞI


“Ablamlar İstanbul’da üniversitede okuyorlardı. Ben de sınava girdim ve İstanbul Atatürk Erkek Lisesi’ni kazandım. Fen okulu idi. Beşiktaş’taydı. Okulun karşı tarafında da Kız Lisesi vardı. Yıl 1972. Hapishane gibi bir binaydı. Kocaman pencereli parmaklıklı idi. Tavanlarının yüksekliği 5 metreydi. İlk sene Yeliz isminde bir kızla arkadaşlık yapmaya başladım. Folklorda takım arkadaşımdı. Bir yıl arkadaş kaldık, yazın herkes tatile gitti. Okula döndüğüm zaman öğrendim ki bizim Yeliz şarkıcı olmuş. Sonra meşhur Yeliz olmuştu.”


LİSE YILLARINDA BEYOĞLU’NUN BATAKHANELERİNİ ÖĞRENDİK


“Beyoğlu’nun arka sokaklarını, batakhaneleri öğrenmiştim. Gece hayatını görüyordum. En meşhur ressamlardan Ufuk sıra arkadaşım idi. Garo isminde bir arkadaşım vardı. Garo Mafyan’ın yeğeniydi. Lise 2’de bir mankenle de arkadaşlık ettim.


Sultan Ahmet meydanında ISIC genel değişim programını keşfettim ve bu kart ile lise 2’nin yazında Londra’ya gittim. Yıl 1974…”


İLK YURT DIŞI SEYAHATİNİ 11 YAŞINDA YAPMIŞTIM


“İlk yurt dışı seyahatini ise 11 yaşında iken, yani 1968’de Almanya’ya yaptım. Babamlar Münih’te tıp kongresi için Almanya’ya giderken beni de götürdüler. Almanya’da iki kanallı siyah beyaz televizyon ve çok katlı alış veriş mağazaları beni çok etkilemişti.”


ARAPÇA’M YOKTU AMA DUA OKUYUP MİLLETİ KANDIRDIM


“Londra’daki öğrenci kampı güneyde bir hastane lojmanındaydı. 13 öğrenciydik. Finlandiya’dan Almanya’ya kadar ağır işlerde çalışıyorduk. Ben nasıl kaldırdımsa çalışma sırasında çok ağır bir taşı kaldırmışım, bir anda adım ‘güçlü Türk’e çıktı. Lider oluvermiştim. Sohbet sırasında sordular. Ben de “İngilizce ve Arapça bilirim” dedim. Fatiha’dan Amentü’ye kadar birkaç dua okuyuverdim. Üç gün sonra hastaneye Faslı biri gelmiş. Hemen beni buldular. Durumu sonradan çaktım. Çocuğa durumu izah ettim. İkimiz karşılıklı dualar okuduk ve günü kurtardık.”


ECZACILIĞI KAZANDIM AMA DÖRDÜNCÜ KEZ SAÇLARIM DÖKÜLDÜ


“Liseden sonra İstanbul Eczacılık Fakültesi’ni kazandım. Bu arada babam by-pass için Amerika’ya gidecekti. Üzüntümden 4. kez saçlarım tamamen döküldü ve bir daha çıkmadı.”


1974’TE HİPPİ OLARAK YURT DIŞINA ÇIKTIM


“Yurt dışına hippi olarak çıktım. Otostopla ülkeleri, Amerika’da eyaletleri gezdim. O zamanlar hippiler sevilirdi. İnsanlar rahatlıkla arabalarına alırlar, yemek yedirirlerdi. İnsanlar birbirlerine sahip çıkarlardı. Bir sıkıntı yoktu. Londra’da bir dans yarışmasında birinci oldum.


ÖĞRENCİ OLAYLARINA KATILMADIM


“Üniversitede öğrenciyken sağ sol kavgaları anormal artmıştı. Artık öğrenci olayları vardı. 75-77 yıllarıydı. Ben ‘Savaşma Seviş’ diyen grubun başı olarak bu olaylara girmedim. Bu sayede okul ile kantin arasında dayak yemeden gelip gidebilen tek öğrenci bendim.”


ECZACILIĞI BİTİRİP TIP FAKÜLTESİNİ KAZANDIM


“Üniversiteyi bitirdim, Diyarbakır Tıp’ı kazandım. 20 yaşındaydım.  Kısa dönem askerlik çıkmış. Ama 19 yaş son sınırmış. Bu yüzden bu fırsatı kaçırdık. Bir hesap yaptım. 4 yıl okul, mecburi hizmet filan, 37- 38 yaşında mezun olacaktım. Kaydımı dondurdum.”


MÖSYÖ MAYER’LE ORTAKLIK YAPTIM


“Tahtakale’de babamın bana verdiği 2 milyon lirayla ticarete atıldım. Mösyö Mayer ile ortaklık yaptım. Yaptığım işten o zamanın parasıyla 4-4.5 milyon lira para kazandım. Bu parayı 1 yılda kazanmıştım. Mösyö Mayer bana ticarette şunu öğretti: Sandalye masayı koyacaksın. Hiç hareket etmeden oturacaksın. Biri sen bir şey yapmadan gelir, elindeki malı satmak isterse al, o gerçek satıcıdır. Yine sandalye masa ve bir mal koyacaksın, el kol işareti yapmadan biri gelir, senin ürününü almak isterse sat. Çünkü o gerçek alıcıdır.”


ANKARA VE İSTANBUL’DA VATANİ GÖREV YILLARI


“Vatani görevimi önce Ankara Etimesgut’ta, okulda yaptım. Okulu 11. bitirdim, 8. istediği yere gidecekti. 3. kurayı çektim 66.  Mekanize Tümeni çıktı. Kendi kendime burası Rusya’da mı ki dedim. Meğer burası İstanbul’un tam göbeğindeymiş. 83’te Harbiye Orduevi açılmıştı. Ben de buranın komutanı oluverdim. 24 saat oradaydım artık. Paşalar dahi yerini bilmezken ben Orduevi’nden çıkmıyordum.”


BİR ERİN İNTİHARI


BENİ ÇOK ETKİLEDİ


“Bir erim vardı, izne filan çıkmıyordu. Kendi halinde biriydi, ama onbaşı olmayı çok istiyordu. O zaman bu iş sınavla yapılıyordu. Sınavda ben kendisine yardım ettim ve onbaşı oldu. Onbaşı olunca izne çıktı. Bir süre sonra inzibatlar dilenirken yakalamışlar. Binbaşı taburun önünde rütbesini söktü. Çocuk bir hafta sonra intihar etti. Ben de hak etmeyene hak etmediğinin verilmemesini bu olaydan sonra öğrendim. Ama arkadaşlarla yıkılmıştık. Hep kendimi sorumlu tuttum, çok üzüldüm, bu olay beni çok etkiledi.”


BİR MELEZE ÂŞIK OLDUM


“Babamın bypass ameliyatı için 1983’te gittiğim Amerika’da babamı Türkiye’ye gönderdim ama ben orada kaldım. Amerika’da 9.5 ay içinde 18 eyalet ve Kanada’yı karış karış gezdim. Bu arada ismini hala hatırladığım Julet Lovando isimli bir meleze aşık oldum. Bu kız Suriye kökenli Türk, Fransız, Amerikan karışımı bir şeydi (!). Daha sonra Fransa’ya geçtim ve üç ay da orada kaldım.”


PARİS’TE BİR HAFTA YAŞADIM


“Paris’te bir gün  Sakröcour kilisesinin 70- 80 basamaklı merdivenlerinde otururken bir kız geldi, laf attı. Almanya’da ailesinden kaçmış. Açtı, yanımdaki domates ekmekten verdim. Daha sonra nerede yatacağız dedi, uyku tulumumu gösterdim. Birden yağmur yağmaya başladı. Kızın yanında madeni flüt üzerinde ise sadece bir hırka vardı. Kuzey Garı mevkiine geldik. Önümüzde bir Renault-5 durdu. 2 çocuk, bir kadın, bir de erkek indi. Bizi görüp geçmişlerdi. Biraz sonra yukardan seslenip bizi eve çağırdılar. Önce bizim karnımızı doyurdular, sonra bize bir oda verdiler. Sabah kalktığımız zaman masa hazırdı ve üzerinde 100 frank para ve bir de not: Akşama yine bekleriz. Bu ailenin reisi Cezayir’den Fransa’ya kaçak gelmiş bir Müslüman’dı. Fransız eşi ile evlenmiş. Kendisi de daha sonra Fransız göçmeni olmuş. Bir hafta burada kaldık. Akşama kadar kız flüt ben şişe çaldım Türkiye’ye döndükten sonra bu aileye deri ceket hediye ettim.”


ARABOĞLU MAKASI’NDA ECZANE AÇTIM


“1984’te Konya’ya döndüm. Araboğlu Makası’nda bugünkü eczanemi açtım. 1988’de ilk evliliğimi yaptım. Bu evlilik 1.5 yıl sürdü. 1990’da eşim Aysun ile evlendim. Üç çocuğum var. Ali İhsan, Ali Armen ve Ali Eymen.”


KONYA’DA BESİ KREDİSİ İLE HAYVANCILIK YAPAN İLKLERDENİM


“Eczacılığın yanı sıra bir çok alanda da ticaret yaptım. Mesela ben Konya’da kredi alarak besicilik yapan ilklerdenim. 100 büyükbaş hayvanım vardı. 1989’da Suziki bayiliği yaptım. 2001’de KOSGİAD Başkanı oldum. 2005’e kadar TV programları yaptım. Halen esas mesleğimin yanı sıra Şeker Süt’ün Antalya, Isparta, Burdur, Denizli, Aydın, İzmir, KKTC ve Kıbrıs Rum kesimi distribütörlüğünü, biyodizel makinelerinin Ankara ve Konya bayiliğini yapıyorum. Uluslararası Biyodizel Endüstiriyel Derneği Başkanlığı, Sivil Toplum Platformu Derneği yönetim kurulu üyeliği, İç Anadolu Genç İş Adamları Federasyonu Başkan Yardımcılığı görevlerini de yürütüyorum”


Gürbüz Dayıoğlugil ile sohbetimiz öylesine neşeli öylesine renkli geçiyordu ki röportaj zaman zaman duruyor, adeta kopuyordu. Mesela işte hiçbir yerde yazılmamış, konuşulmamış bir anı: 15 yaşındaydım. Dr. Metin Canonat, Dr. Cahit Ayyüce ve babamla birlikte Ankara’ya bir tıp kongresine gidilmişti. Ben de yanlarındaydım. Akşam herkese ayrı oda verildi. Resepsiyona telefon ettim, ben yalnız kalamam, korkarım dedim. Bir kadın geldi, sabaha kadar yanımda kaldı. Ertesi gün sabah yola çıktık. 71 Opel Capiton’um vardı. 3 doktor 3 saat Konya’ya gelinceye kadar otel hesabının içine çıkamadılar. Çünkü 100 lira fazlalık vardı. Sonra kapatmaya karar verdiler.”


MONTE CARLO SARAYI’NIN KARAKOLUNDA SABAHLADIK


“Yine hippi olarak geziyorum. Monte Carlo’dayız. Yat limanında taşlar arasında yatıp kalkıyoruz. Kayalıklar inişli çıkışlı ev gibi. Aralarında gece gündüz geçiriyoruz. Gece birden fırtına koptu. Dev dalgalar geliyordu. Birden polis anonslarla, düdüklerle bizi toplamaya başladı. Hepimiz korkmuştuk. Bizi 8-10 otobüs Monaco sarayının altındaki karakola götürdüler. Daha sonra yeni giysiler verip bol bol karnımızı doyurdular. Sabah olunca anladık ki bizi korumaya almışlar.”


KİLİSELERDE YATIP KALKTIM


“Yurt dışı seyahatlerinde otellerde kalmazdım. Özellikle de kiliselerde yatıp kalkardım. Arkadaşlarla duvarların arkasına saklanır, papazlara görünmemeye çalışırdık. Onlar gittikten sonra da orada sabahlardık. O yıllarda nedense korkmazdık. Ama bugün aynı şeyi yapmam mümkün değil.”


Evet bir dönemlerin hippisi genç ama yakışıklı eczacısı bugün artık sosyal faaliyetlerin odak noktası. Toplumun sevilen ve sayılan ismi.