Ha tabut, ha kamusal alan... Kes, doğra, biç!
Herhalde “Türkiye'deki laiklik uygulaması”nı bundan daha güzel anlatacak örnek bulunmazdı... Tam da, Türkiye'nin üzerine çok güzel oturan bir örnek... Hem de ABD'den bir örnek...
Herhalde “Türkiye'deki laiklik uygulaması”nı bundan daha güzel anlatacak örnek bulunmazdı... Tam da, Türkiye'nin üzerine çok güzel oturan bir örnek... Hem de ABD'den bir örnek...
Efendim, olay şu: Amerika'da 2004 yılında ölen ve 2 metre 4 santimetre boyundaki gitarist James Hines'in, “gömülmeden önce bacaklarının kesildiği” ortaya çıkmış!.. “Cilt kanseri”nden ölen Hines'in cenaze törenini düzenleyen şirketin bir çalışanı, yıllar sonra yaptığı “itiraf”ta demiş ki; “James Hines'in cesedi standart boydaki tabuta sığmayınca, bacaklarını elektrikli testereyle kestik!!!”
Düşünebiliyor musunuz;
Adamın boyu “uzun” diye “bacak”larını kesmişler!.. Pekalâ, “kafa”sını da kesebilirlerdi!.. Oysa “yeni tabut” yaptırabilirler ve adamı “tek parça” halinde gömerlerdi!.. Ama, hayır; tabut “standart” olduğu için, standartları bozup “büyük tabut” yapmak yerine; adamı kesip “küçük ceset” haline getirmişler!..
Sizin anlayacağınız;
“Adama göre tabut” yapmak yerine “tabuta göre adam” yöntemi uygulamışlar!..
Tam da, “güler misin, ağlar mısın?” dedirtecek bir olay!..
ELBİSE KÜÇÜK, BEDEN BÜYÜK.. KES!
Evet, olay “komik” ve elbette “gülünecek” cinsten!.. Ama bizler, her zaman yaparız bunu... “Ağlanacak halimize, hep güleriz!..”
Türkiye'de de güldüğümüz gibi!.
Herhalde söylemeye gerek yok;
Amerika'daki “tabut”un Türkiye'deki karşılığı “sistem”dir, “laiklik”tir ve “eski köye yeni adet” kabilinden “icat” edilen “kamusal alan”dır!...
Amerika'da, nasıl ki; “cesedin boyu uzun” denilerek “bacak”lar kesilmiştir; Türkiye'de de, hem de “yaşayan” insanların üzerine dikilen elbise, bedenlere oturmadığı için, ya “bacak”lar kesilmiştir, ya da “kol”lar!.. Hatta bir zamanlar “kafa”lar bile kesilmiştir!..
Biliyorsunuz... “Nüfusunun yüzde 99'u Müslüman” denilen Türkiye'de, “insanların üzerine dikilen elbise” bazen “bol” geldi, bazen “dar!”
Yani, üzerine hiç oturmadı!..
“Bol” geldiğinde de dokunulmadı elbiseye, “dar” geldiğinde de!.. Çünkü, “sistem”e göre, önemli olan “elbisenin içindeki insan” değil, “elbise”nin kendisiydi!..
Adeta bir “kutsal”dı elbise!..
Bir “tabu” ve “dogma” idi!..
Dolayısıyla, “dar” geldiğinde “elbisenin bedeni”ni genişletmek, ya da “kol veya bacağını uzatmak” yerine, “insanların kol ve bacakları”nı kestiler!..
Yani, “insana göre elbise” dikmek yerine, “elbiseye göre insan” üretmeyi (!) tercih ettiler!..
SEN İHL'LİSİN!.. PUANINI KESERİM!
Bugün bizler, “mayınlı arazide kol ve bacaklarını kaybetmiş insanlar”la meşgulüz... Onların “dram”larını konuşuyoruz!.. Ama asıl konuşmamız gereken, insanların üzerine dikilen ve “mayından da beter” olan “kamusal alan” adlı “elbise”dir!..
Çünkü, bu “elbise”ye uymadığı için; binlerce, onbinlerce ve hatta milyonlarca insan, sadece “kol ve bacaklarını” değil, “okul”larını kaybetmişler, “okuma azimleri”ni kaybetmişler, kısacası “istikbal”lerini ve dolayısıyla “emek ve ekmek”lerini kaybetmişlerdir!..
İşin acı tarafı;
“Elbiseye adam uydurma” proje ve stratejisi hâlâ devam ediyor!..
Sen, “İmam Hatip mezunu” musun;
O halde “puanlarını keserim!”
Sen “başörtülü” müsün;
O halde “okul yolu”nu keserim ve seni bu hâlinle asla okutmam!
Sen “gümüş yüzük” mü takıyorsun;
O halde “TSK ile ilişiğini” keserim!..
Gibi, nice örnek!..
Gördüğünüz gibi;
Kesilen, biçilen ve doğranan hep “insan”lar ve onların “istikbal”leri oluyor!.. Ama “elbise”ye, yani bir “laikçi uydurma” olan “kamusal alan”ı genişletmeye hiç kimse yanaşmıyor!..
Dolayısıyla;
“İnsana göre elbise” dikmek yerine “elbiseye insan uydurma” zihniyeti hâlâ devam ediyor!..
BAŞÖRTÜLÜSÜN, KATLANACAKSIN!
İşte gördünüz... Konya 1. Asliye Hukuk Mahkemesi Hakimi Abdullah Çoban, hem de “Türk milleti adına”(!) verdiği kararı şöyle açıklıyor:
“...dâvâcı ise kamu görevi gören doktor olarak, okuduğu müsbet ilmin ve akılcı bilimin aksine başına taktığı 'türban'ın altındaki zihniyeti nedeniyle eleştirilmesine, bu eleştiriler ağır da olsa katlanmak zorunda olduğundan!..”
Yani, “başörtülü” isen, başına gelen veya gelecek olan her şeye katlanacaksın!.. Çünkü senin “onur”un da yok, “incinecek gurur”un da... Senin “kişilik hakların” olamaz ki, ağır saldırıya uğramış olsun!..
Madem “laik Türkiye”de yaşıyorsun o halde “inançların doğrultusunda” yaşayamazsın!.. Madem “kamusal alan”da bulunmanın gereklerini yerine getirmiyorsun, o halde her şeye katlanacaksın!..
“Aşağılanmaya” katlanacaksın!..
“Horlanmaya” katlanacaksın!..
“Sen kimsin” ki, bir de kalkmış “insanî ve hukukî haklar”dan söz ediyorsun!.. Sen kim, hak aramak kim?..
Otur oturduğun yerde!..
ÖRTÜLÜYSEN SPOR DA YAPAMAZSIN!
Tek örnek, Kezban Arbağ değil elbet!.. Daha nice örnek var ki, saymakla bitmez!..
Buyrun, o örneklerden birisi:
Kadın doğum uzmanı doktor Nurgül Yılmaz çocuklarını spora gönderdiği ENKA Spor Kulübü'ne tenis dersi almak için başvuruda bulununca ilginç bir gerekçe ile şok oldu. Başörtülü olan Yılmaz'a spor kulübünden, imzalaması için, “Sportif Branşlara Üye Olma Şartları” yazılı bir belge verildi. Ancak görevliler, Yılmaz'a, başörtüsüyle tenis oynayamayacağı konusunda bir de “uyarı”da bulundu.
Şartnamenin “spor alanlarında çağdaş spor kıyafeti giyeceğime; hiçbir siyasi ve politik görüşün propagandasını yapmayacağıma” şeklindeki 6. maddesi gereğince başörtülü halde tenis sporunu öğrenemeyeceği ve yapamayacağını öğrenen Yılmaz, özel bir spor kulübünün bu yaklaşımının üzüntüsünü yaşıyor.
Buyrun, bir örnek de, yazarımız Sibel Eraslan'ın dünkü köşesinden;
“23 Nisan günü bademcik şişmesi şikâyetiyle Çapa Tıp Fakültesi Acil Servisi'ne getirilen hasta Aynur Tezcan, daha ambulanstan indirilir indirilmez kendilerini taşıyan ambulans görevlisi tarafından azarlanarak, yine tesettür gerekçesiyle tıbbi yardım alamamıştır.
Kendisinin tesettürlü ve annesinin çarşaflı olması sebebiyle gereken ilgi gösterilmemiş, 6 saat boyunca hasta haliyle kendisiyle ilgilenecek doktor beklerken kalbinin durması üzerine bir başka hastanedeki yoğun bakım ünitesine yetiştirilmiştir.
Tesettürlü olduğu gerekçesiyle bakılmayan hasta Aynur Tezcan'ın beyin ölümü ne yazık ki geçtiğimiz günlerde gerçekleşmiştir.”
Söyleyin Allah aşkına;
Bu insanlar “başörtülü” diye, onların “doktorluk” yapma, “spor” yapma ve “hasta” olma hakları yok mudur?..
SARHOŞ İNSAN DA, BİZ NEYİZ?
Şu garabete bakın ki;
“Demokrasi ve özgürlük” sakızı çiğneyen “medya” da, bu “garabet”e maalesef destek vermekte; “başörtülülerin uğradığı zulümleri” gündeme getirmek yerine “içki içenlerin hakları” ile meşgul olmaktadır!..
Tabiî, onlar da insan!.. Elbette onların da hakları gündeme getirilecek... Ama birader “topyekûn zulüm”leri görmezden gelip, “istisna”larla uğraşmak; kime, ne fayda sağlar...
Meselâ, şu haber:
“Antalya Manavgat DSP İlçe Başkanı Mehmet Karakaş, Side'de rahatsızlanan Hasan Ödecik isimli şahsın, alkollü olduğu gerekçesiyle ambülansa alınmadığını iddia etti. Karakaş, “Çağrılan ambülansın doktoru 'Alkol kokuyor, üzerine su dökün, ayılır' dedi ve gitti. Hasta sabah öldü” dedi.
Sağlık Bakanlığı da “Sözkonusu 112 personeli hakkında soruşturma açıldığını” açıkladı.”
Peki, sözkonusu sağlık personeli hakkında “alkollü” insana “lâkayd” davrandıkları için “soruşturma” açılırken, “başörtülü” hanımlara akla gelmedik “zulüm”ler uygulayan “yargıç”lar, “bürokrat”lar, “sağlıkçı”lar ve “holding patronları” hakkında kılını kıpırdatan biri var mıdır?
Hayır, yok!..
İşte bu yüzdendir ki; bu ülkenin “mütedeyyin” insanları “kesilmeye, biçilmeye, doğranmaya” devam edilmektedir!..
Ha tabut!.. Ha kamusal alan!..
Ya uyacaksın!.. Ya da kesileceksin!..
Söyleyin, yalan mı?..
Böyle bir ülkede “barış” olur mu?..
===========
NTV'deki tercüman!
ABD Başkanı Barack Hüseyin Obama'nın önceki gün Mısır'da yaptığı ve büyük yankılara yol açan konuşmasını, birçok televizyon kanalı gibi, NTV de naklen vermişti!..
Obama konuşurken, NTV'de görevli tercüman bayan, anında “simültane tercüme” yapıyormuş!..
Obama, konuşmasının bir yerinde, herhalde “Türkiye'yi kastederek” olsa gerek; “Kızların, başörtülü oldukları için okula alınmaması uygulaması yanlış” demiş!.
Ama bu söz, NTV ekranlarından nasıl yansıtılmış, biliyor musunuz;
“Kız çocukların okula alınmaması yanlıştır!”
Aradaki “anlam farklılığı”nı izah etmeye herhalde hiç gerek yok..
İşte bu “saptırma” ve “çarpıtma”ya kafası takılan okurlarım beni aradılar. Merak etmişler; NTV'deki bayan “kötü bir tercüman” mıymış, yoksa yine “laikçiliği” mi nüksetmiş!?!
Haa, bir de diyorlar ki; “Eskiden olsa, belki yutardık ama, şimdi birçok insan İngilizce biliyor!”
Hasan Karakaya
Vakit