Doç. Dr. Murat Kayacan
Haberci hangi haberi tercih eder?
Bir habere ne kadar ve gazetenin neresinde yer verildiği de konuya verilen değer konusunda bir tercih anlamına gelmektedir. Sözgelimi, bir gazetede ABDnin silahlanma programına 8. sayfasında küçük bir haberle yer verilmesi ile Kuzey Korenin ya da Pakistanın silahlanma programının manşet yapılması belli bir tercih yapıldığı ve mesaj verildiği anlamına gelir.
Dördüncükuvvetmedya.com adresinde Sabine Schifflere ait Medya Pedagojisi ve Demokrasi konulu bir yazı okudum. Bu yazıda, medya aracılığıyla edindiğimiz tecrübeler hepimizin hayatında giderek daha büyük bir yer kapladığına işaret ediliyor. Mesela Almanyada deli dana hastalığı (BSE) medya tarafından yoğun bir şekilde gündeme getirildiğinde sığır eti satışları gerilemişti. Şimdilerde bu konuda artık nadiren haber yapılıyor, ya da iç sayfalarda yer veriliyor. Halbuki bu haberlere göre bugün hâlâ krizin baş gösterdiği dönemde tespit edilen vakalar kadar vaka tespit ediliyor. Ancak sucuk ve et tüketimi normal bir şekilde seyrediyor. Bu da gösteriyor ki, insanları gerçeğin kendisi değil, medyada yer alıp almaması etkiliyor.
Acaba haberciler Gush Shalom, TaAyusch gibi, Evlerin Yıkılmasına Karşı İsrail Komitesi gibi, insan hakları savunucusu hahamlar gibi, Hope Flowers School gibi, NeveShalom/Wahat as-Salam gibi güzel girişimlere dikkatleri çekselerdi bunun etkisi nasıl olurdu? En azından bugünkü ümitsizlik havası yok olmaz mıydı? Bu meselede dikkatlerin yeni alanlara yoğunlaştırılması sorunun çözümüne yönelik katkılar sağlayabilir. Bu barış için önemli bir katkı olur.
Haberciliğin temel problemlerinden birini de krizden krize atlayan habercilik uygulaması oluşturuyor. Bu şekilde okuyucu veya izleyici otomatik olarak yanlış neticelere gidiyor. Bunun bir örneğini Çeçenistan ile ilgili haberler oluşturuyor. Ne zaman bir patlama veya şiddet eylemi olsa medyanın ilgisi oraya yoğunlaşıyor. Ancak bu olayın sebepleri ve arka planını karanlıkta bırakıyor. Dolayısıyla başından beri orada terör olduğuna dair yanlış kanaatlerin oluşmasına kapı aralanmış oluyor. Burada da geçerli olması gereken bir prensip var. Kriz dönemleri dışında da gelişmeler aktarılmalı!
Bir problem de isimlendirme konusunda yaşanıyor. Mesela terör kavramı gazeteciliğin pratiğinde kaçınılması tamamen mümkün olmayan başka bir faktöre daha işaret ediyor. İster bilinçli, isterse bilinçsiz olsun, belli kavram ve tanımlamaları seçmek suretiyle her zaman için belli bir perspektif tercihinde bulunmuş oluyoruz. Belli bir olayı nasıl nitelendirdiğimiz, mesela terör olarak mı, yoksa direniş olarak mı, faillerini direnişçi olarak mı yoksa isyankâr, vatansever veya terörist olarak mı tanımladığımız çok büyük önem taşıyor. Bu tanımlamamız ile biz aynı zamanda söz konusu kişi veya olayın meşruiyeti hakkında da belli bir tercihte bulunmuş oluyoruz. Mesela Felluce şehrinin isyancıların kalesi olarak nitelendirilmesi bu şehrin askerî operasyonların hedefi olmasının meşruiyetini sunuyor.
Türkiyede haber bültenleri de yönlendirme mekanizmalarının etkisi altındadır. Mesela bir şiddet eyleminde failin milliyeti veya dininin bildirilmesi bunun bir örneğidir. Bu şekilde bütün Polonyalılar araba hırsızı, Müslümanlar terörist, Yahudiler medya devi ve Amerikalılar da emperyalist yapılmaktadır. Söz konusu tekil olay doğru olsa bile failin konuyla hiç ilgisi olmayan milliyeti veya dininin de haberde geçmesi ile izleyici veya okuyucunun bu özelliğin o kişinin aidiyet grubu için genelleştirmesinin önü açılmaktadır. Bu özelliklerin anılması ile tam da bu bağlantının kurulması sağlanmaktadır.
Gazetecinin işini doğru yapabilmesi için adalet duygularını muhafaza etmesi gerekir. Aksi takdirde güçlü olanın arzuladığını haber yapar. Yaptığı haber kamu hizmeti görmez ama istikbârı güçlendirir. Bu bağlamda El Cezire yetkilisinin II. Körfez Savaşı sırasında sarf ettiği sözleri çok anlamlı buluyorum: ABD ve ABD yanlısı medya kuruluşlar, ABDnin bombaları nereye attıklarını haber yapıyor, biz nereye düştüğünü.