Doç. Dr. Murat Kayacan
Hangi direniş meşru hangisi gayr-ı meşru?
Hangi direniş meşru hangisi gayr-ı meşru?
Fethullah Gülen çizgisine yakın bir medya kuruluşu olan Burç FM’de günlük yorumlar yapan Ahmet Taşgetiren aynı radyoda katıldığı başka bir programda (4.4.2010), “Rusya’daki terörü suçlarken dünya devlet terörünü de görmeli.” deyince, “Müslüman böyle olur işte.” dedim. Ne var ki, sevincim fazla sürmedi. Programa verilen aranın ardından Taşgetiren aynı konuyla ilgili olarak, “Bu tür eylemlerin bir faydası yoktur.” türü ifadeler kullandı. Muhtemelen Taşgetiren “dünya görmeli” dese de “mesajdan anlaşılan” program yapımcıları tarafından fark edilmişti. Sözün gittiği yer, 31.3.2010 tarihinde Rusya’daki Çeçen saldırılarına dair mesaj yayınlayan Fethullah Gülen idi: "Dine göre hayat, koru(n)ması gereken asli değerlerden biridir. Bu sebeple terör kurtuluş mücadelesinde de, dini bir gayeyi gerçekleştirmekte de vasıta olarak seçilemez. Sulh ve huzurun temsilcisi anlamına gelen Müslüman, asla terörist olamaz; terörist de Müslüman olamaz. Moskova metrosunda art arda gerçekleştirilen iki kanlı eylem kimden ve ne maksatla gelmiş olursa olsun kınıyor, bu vesileyle terörü bir kez daha lanetliyorum."
Aslında dünya çapında birçok eğitim kurumunun ilham kaynağı olan Fethullah Gülen’in –muhtemelen kurumları koruma adına- böyle bir mesaj yayınlamasının bir mantığı olabilir ancak kendisi öyle dese de en azından onun çevresinin doğruyu daha açık bir şekilde dillendirmesine bir engel olmamalı. Aksi takdirde, kurumları muhafaza edelim derken, arzu edilmese de birtakım Müslüman çevrelerle araya mesafe girecek.
Terör denilen olayların gerekçelerini hele hele işgalcilerin işlediği devlet terörünü görmezden gelmek hiç de adil olmaz. Hakan Albayrak’ın dediği gibi belki de bir cihad fıkhı manifestosu'na ihtiyaç var. Acaba direnişin meşru olanıyla olmayanı arasındaki çizgi nasıl belirlenecek? Rıdvan Kaya’nın Ekin Yayınları’ndan geçtiğimiz ay okuyucuyla buluşan Düşünce ve Eylem adlı eserinde tam da bu noktada dikkate değer bir yaklaşım sergilenmekte: “Yıllardır ara vermeksizin sürdürdükleri terör edebiyatını ekranlardan piyasaya sürenler asıl terörün işgal ve işgalle birlikte masum halklara yaşatılan zulümler olduğunu gizlemeye çalışıyorlar. Oysa onlar da biliyor ki, Batılı kentlerde patlayan bombalar topraklarımıza düşürdükleri ateşin yansımasıdır sadece. İspanya ordusu Madrid’de, İngiliz ordusu da Londra’da patlayan bombalardan dolayı Irak’a gitmemişlerdir. Bilakis Irak’ın işgalindeki rolleri nedeniyle Madrid’de ve Londra’da bombalar patlamıştır.” (Siz bu cümleleri Moskova metrosundaki patlamalarla irtibat kurarak da okuyabilirsiniz.)
Esere göre, “Bush’a da hayır, Usame’ye de!” yaklaşımı bile adil olmak bir yana somut olguyu kavramak noktasında dahi sorunludur. Çünkü bu yaklaşım, sebep ile neticeyi eşitleyerek emperyalist saldırganlık olgusunu bir biçimde basitleştirmeklte, önemsizleştirmekte ve sıradanlaştırmaktadır. Bu tutum kendi içinde emperyalizme, İslam dünyasını kuşatan sömürgeciliğe karşı tepkisizliği besleme potansiyeli barındırmaktatır. Usame ya da el-Kaide çizgisini reddetmek buna karşı çıkmak ile emperyalist saldırganlığın doğurduğu tepkileri adeta emperyalizm olgusunu gölgeleyecek şekilde abartmak ve ön plana çıkarmak ayrı şeylerdir. Emperyalizme Müslüman halkları zillet ve esarete sürükleyen sömürü düzenine, küresel korsanlığa açık ve kesin bir tavır almaksızın işgal olgusunun doğurduğu tepkiler üzerinden tavır belirlemek yanlıştır. Adil ve hakkaniyet gözeten bir tavır, öncelikle “terör saldırıları” şeklinde tanımlanan eylemlerin arka planını, bu eylemleri doğuran koşulları ve yaşanan tüm acıların kaynağını oluşturan emperyalist salırganlığı net biçimde teşhis ve teşhir etmek zorundadır.
Kaya’nın bu vurgusunun peşinden gelen “bu saldırılara getirdiği eleştiriler” de ölçünün ne olduğu konusunda oldukça önemli: Nasıl ve niçin yapıldığı anlaşılmakla birlikte trenlerde, metro istasyonlarında ya da alışveriş merkezlerinin içinde bomba patlatmanın İslami kriterlerle asla bağdaştırılamayacağının, bu tarz eylemlerin açıkça ölçüsüzlük olduğunun alt çizilmelidir. İster siyasi startejik gerekçelerle isterse de fıkhi birtakım fetvalarla delillendirilmeye çalışılsın bu eylem tarzı Kur'ani ölçülerle savunulamaz. Yapılan İslam’a da, insanlığa da sömürgecilik ve emperyalizme karşı mücadele geleneğine de aykırıdır. Biri sizin çocuğunuzu öldürdüğünde cezalandırılması gereken katildir, çocuğu değil. Muhalif güçleri de ciddi biçimde hırpalayan bu eylem tarzı çıkmaz sokaktır. Adeta kazananı olmayan bir savaştır bu. Direniş kavramını ve olgusunu dünya halkları nezdinde zayıflatmakta ve özellikle de Batı ülkelerinde yaşayan Müslümanların büyük sıkıntılara düşmelerine neden olmaktadır.
Doğru söze ne denir?