Hasan ÖZÖNDER

Hasan ÖZÖNDER

Şehrin yetiştirdiği gönül insanı kültür ve sanat adamı, çalışmalarıyla örnek ilahiyatçı; yazdığı kitapları ve yetiştirdiği öğrencilerle adını kültür dünyamıza yazdıran bir Konya beyefendisi...

Konya’nın meşhur ve meçhul yüzleri

Hasan Özönder 

 

Hazırlayan: Uğur ÖZTEKE

 

HASAN İSMİ ŞEYH HASAN TÜRBESİ’NDEN KONULMUŞ

 

Konuğumuz Hasan Özönder, Akşehirli helvacı Yusuf ve eşi Hasanköyü nüfusuna kayıtlı Şefika hanımın çocuğu olarak 17 Ağustos 1943 günü Topraklık’taki mütevazı evlerinde dünyaya geldi. Baba Helvacı Yusuf 10 yaşında iken Akşehir’den Konya’ya gelmiş, ilkokulu burada tamamlamış ve babasının vefatını üzerine de onun mesleği olan helvacılığa devam etmiş. İsminin Hasan olarak konulmasının da ilginç bir hikayesi var. Hasan Özönder bunu şöyle anlatıyor:

 

İsmimi Şeyh Hasan türbesinden koymuşlar. Babamlar doğum öncesi oğlum olursa ismini Hasan kızım olursa Sare koyayım demiş.

Topraklık’ta dünyaya gelen Hasan Özönder ailesi ile birlikte daha sonra türbe önündeki Babıaksaray mahallesindeki evlerine taşınmışlar. Çocukluğu Türbe önünde geçen ve ‘Türbe benim için çok şey ifade eder’ diyen konuğumuz ilkokulu, ortaokulu, liseyi, üniversiteyi okurken hep bu evde ve mahallede oturmuşlar. Öğretmenliğe başladığı yıllarda da yine bu mahallede imişler. Daha sonraki yıllarda önce İstasyon caddesine, daha sonra da şimdi halen ikamet etmekte olduğu Meram Yaka’ya taşınmış.

 

AİLEDE BABA MESLEĞİNİ ABİ İBRAHİM SÜRDÜRÜYOR

 

Dededen ve babadan kalma ata mesleği helvacılık o günlerden bugüne abi İbrahim Özönder tarafından artık bir marka haline gelen Akartahin firması adı altında sürdürülüyor. Üç kardeşten tek kız olan ev hanımı abla Nehabat Hanım ise Hakk’ın rahmetine kavuşmuş.

 

AKİF PAŞA İLKOKULU’NUN MASA VE SANDALYELERİNİ ARABALARA YÜKLEYEREK TAŞIDIK

 

İsterseniz hayat öyküsünü artık konuğumuz Sayın Hasan Özönder’den dinleyelim: Akif Paşa İlkokulu’na gittim. Bu okumuz İstanbul caddesinde tarihi bir binaydı. 4. sınıfa kadar burada okuduk, son sınıfta bina istimlak edileceği için okulu Hacı Hasanbaşı’ndaki yeni binaya taşıdık. Bu taşınma esnasında da okulun öğrencileri olarak sıralarımızı, yazı tahtalarımızı, masa ve sandalyeleri arabalara yükleyerek götürdüğümüzü hatırlıyorum. O günlerimizin öğretmenleri anne ve babamız kadar bize yakınlık sağlayan, bizlerin iyi yetişmemiz için ellerinden gelen bütün gayreti gösteren değerli insanlardı. Bunlar arasında sınıf öğretmenimiz Vesile Hanımı, müdürümüz Namık Ayas’ı, öğretmenimiz Atıf Arıcı beyi burada bir kere daha rahmetle ve minnetle yad ediyorum.

 

KIŞLARI TÜRBE ÖNÜNDEKİ EVİMİZDE, YAZLARI DA KÜÇÜKKUMKÖPRÜ’DEKİ BAĞ EVİNDE GEÇİRİRDİK

 

Türbe önündeki evimizde kışları, yazları da Küçükkumköprü’deki bağ evimize taşınarak geçirirdik. Her ikisinde de rahat söylüyorum misafirsiz günümüz geçmezdi diyebilirim. Babamın Akşehir’deki ve köylerindeki akrabaları her türlü ihtiyaçları için Konya’ya gelirler ve o zaman da bizde kalırlardı. Ben öyle hatırlıyorum, nice halamızın, eniştemizin çocukları kız ve erkek çocukları uzun süre bizde kalmışlar büyümüşler ve yetişmişlerdir. Kimisi bu sürede Konya’daki okullarda okumuş, fabrikalarda çalışmışlardır. Kız çocuklarını babam ve annem terziye ustaya dikiş ve nakışa gönderip hüner kazanmalarını sağlamışlardır. Bazılarını yetiştiği ve nasiplisi çıktığı için çevremizdekilerle evlendirerek mutlu olmalarını sağlamışlardır. Babam erkek akrabalarının da yanımızda yetiştirerek meslek edinmelerini temin etmiş ve daha sonra arzuları üzerine onlara dükkan açarak iş güç sahibi olmalarını da temin etmiştir. Hiç unutmam bir gün Atlantı’dan yaşları 8 ile 13 arasında olan ikisi kız, birisi erkek kardeş getirmişlerdi. Babası ölmüş, annesi intihar etmişti. Bunlara Helvacı Yusuf sahip çıkarak babama getirmişti, babam seve seve kabul, etti yetiştirdi. Onları da bizlerle birlikte yedirdi içirdi ve giydirdi. Evde bizlerle beraber yaşarlardı. Onları biz kardeş olarak biliyor, birlikte büyüyorduk. Kızları gelin ettiler, oğlanı everdiler, iş sahibi yaptılar, bütün bunlar o zamanki birçok Konya ailesi gibi bizim ailemizin ve evimizin de mutlu havasının unutulmaz hatıralarındandır. Şimdi hepsi annemi babamı minnetle ve şükranla anar, çoğu kendi anne ve babalarından da önde tutarlar.

 

BABAM ÇOK İLERİ GÖRÜŞLÜ BİR İNSANDI

 

Babam çok enteresan bir insandı gerçekten çok ileri görüşlü, ilme, din adamına karşı son derecede saygılı bir yapıya sahipti. Bizim terbiyemiz eğitimimiz öğrenimiz ve yetişmemiz için her türlü zorluğa karşı bizleri hazırlamıştır. Abim eniştem hala anlatırlar bende hatırlıyorum kötü arkadaş edinmeyelim kötü alışkanlıklara yakalanmayalım ve vaktimizi boşa geçirmeyelim diye okul tatillinde bile bizi dükkanda tezgahtarlığa yönlendirirdi. Biz bu sayede hem kötü alışkanlıklar edinmedik hem de kendimize güvenmeyi hatta başarıyı olmayı öğrendik. Mesela babam delikanlı çağındaki abim ve enişteme Pazar günleri dahi dükkanı açtırarak temizlik ve yerleşim yaptırırdı. Yaz günü helva satılmaz müşteri yoktur ama yinede dükkan açılırdı. Onlar içlerinden belki babama çocuk aklı ile kızarlardı, bizi bıraksa da gezip oynasak diye ama babam duymazlıktan gelir bilmezlikten gelir onları dükkana açmaya yönlendirdi.  Öğleden sonra birkaç saatliğine onları bırakır yine akşama doğru kapatmalarını tembih edermiş. Abimler hala anlatırlar hevesle hemen Aladdin tepesine çıkarız etrafı şöyle gözden geçiririz bir iki sohbet ederiz derken verilen süre dolmuştur tekrar dükkana döner işe başlardık içimizden kızardık belki ama bir şey diyemezdik. Şimdi babamın burada kardan daha çok bizi meslek sahibi yapmak kötü arkadaş ve alışkanlıklarımıza mani olmak için öyle bir metodu takip ettiğini anladık şimdi bu iyiliğinden dolayı kendisini her zaman olduğu gibi minnet ve şükranla anıyoruz

 

İKİNDİ SONRASI BABAMIN BİSİKLETİ İLE DÜKKÂNDAN BAĞ EVİNE MOLA VEREREK GİDERDİK

 

Eskiden evimiz son derece de mütevazı imkan ve şartlara sahipti. İki katlı ama üç odalı bir evdi türbe önündeki evimiz. Biz çocuklar aşağıdaki odada kalırdık yukarıda da annem ve dünya evine girmiş olan abim kalırdı. Fazla elverişli olmayan maddi durumumuza rağmen biz ne yer ne giyersek misafirlerimizin çocukları da aynı şekilde muamele görülerdi. Bağ evimiz yine çok son derece mütevazı idi. Bağ içerisinde meyve ve sebze ekerler bağından üzümlerimiz gelir idi. Elektriğimiz yok buzdolabı ise bilinmeyen bir şeydi. Anneannem Osmanlı bir kadın idi. 114 yaşında vefat etti. Bir gün okula gitmiş eli bayı öğrenmiş onunla şakır şakır Kuran-ı Kerim’i okurdu. Çok güzel pekşir döşerdi., köşe yapardı.herkesin akıl ve fikir danıştığı bir Osmanlı annesi idi ana sultan idi ismi Şerife’ydi, dedem Mehmet’i genç yaşta kaybetmiş üç oğlu ile bir kızını lütfen düşünün 1930’lu yıllarda onca yokluk kıtlık sıkıntılarımıza rağmen namerde dahi muhtaç etmeden okutup yetiştirip hayata hazırlamıştır. Öyle derdi sıkıntılardan başımda bitmedik ot kaldı ifadesini kullanırdı. Erkekler cihan harbinde idi ev hanımlarının çalışma imkanları sınırlı imiş. O kadar ki yazın bağda türbe önünde dükkanı olan ayağı aksak olduğu için askere gidemeyen bir kunduracı amcanın ikindin sonu merkebi ile evine dönerken Kumköprü’den geçmekte olduğu görülünce akşamın yaklaşmakta olduğu hatırlanarak yemek hazırlandığına başladıklarını rahmetli annem anlatırdı. Ve derdi ki oğlum şimdi cennettesiniz evet o zaman para yoktu ama alınacak bir şeyde yoktu. Parası olanda pek fazla bir şey olamıyordu. Şimdi parada çok alınacak da çok alış verişte çok. Bunun kıymetini bilmek lazım siz yokluğunu ve sıkıntıyı görmediniz Allah bir daha o günlere göstermesin diye dua eder ve bize kanaatkâr olma halemize şükretme duygularını aşılardı. O zamanlar aileler tüketici değil üretici durumda idiler. Yıllık meyvemizi sebzemizi kakımızı sucuğumuzu pastırmamızı kendimiz yapardık. Elektrik olmadığı için avlu kapımızın arkasında buluna sekide bulunan arkasındaki ağzı açık kuyuya pişirilen veya artan yemekleri sepet içerisinde iple sarkıttığımızı ve ertesi güne sakladığımızı hatırlıyorum şimdiki gibi buzdolabı derin dondurucu nerede çamaşır makinesi bulaşık makinesi nerede. Çamaşırı elle yıkarlar bulaşığı kendi elleri ile temizlerler ulaşım araçları son derecede azdı. Genellikle merkeple veya arabalar ile şehre gidilir gelinirdi. İkindin sonu babam beni bisikletinin arkasına alarak dükkândan bağ evimize götürürdü. Yolda birkaç defada mola verdiğimizi hatırlarım. Molanın biri Mengene’de Fahri Hocanın evinin önündeki kaldırımda olurdu bir, bir de köprüye yaklaşırken verilirdi.

 

TASADA VE KIVANÇTA KOMŞULARIMIZLA BİRDİK

 

Komşular sarasında son derece büyük ve içtenlikle bir yardımlaşma dayanışma ilgi ve merhamet bağı vardı. Birimizin derdi hepimizin derdi idi. Tasada kıvançta bir ve beraber olurduk. Düğünlerini beraber hep birlikte yapar cenazeye hep beraber katılırdık. Dolayısıyla noksanlıklarımızı komşuluklar arasında ki münasebetler sayesinde hemen giderir birbirimize yardımcı olurduk.  Bugünde birçok güzel davranışlarımız vardır geleneklerimizi bir ölçüde de olsa yaşamaya devam etmektedir. Ama bir türlü alışamadığımız apartman ve site hayatı gerçekten eski komşuluk akrabalık hayatını bir hayli zayıflattı.

 

BABAM BENİ İMAM HATİP’ E YAZDIRMAK İSTİYORDU AMA BEN İSTEMİYORDUM

 

Rahmetli babam abimi kendi mesleğinde helvacı olarak yönlendirdi, ablamı ev hanımı olarak hazırladı beni de sadece ilime ve irfana çalışarak okumaya yönlendirdiğini çok iyi hatırlıyorum. Hatta İmam Hatipler o yıl yeni açılmıştı. 1950- 1951 li yıllarda ne olacağı belli olmayan bir okul durumundaydı. Mezuniyetten sonra Yüksek kısmı yoktu babam ne pahasına olursa olsun beni bu okulda okumamı çok arzu ediyordu ama ben çocukluk hissi ile geleceği belli olmayan bu okul yerine bazı çevremizdeki insanların da yönlendirmesi ile diğer ortaokul ve liselere gitmeyi arzu ediyordum. Kayıt yaptırmada geç kaldığımı gören babam bana bunun sebebini sordu sonunda bu okulun sonu belli değilmiş ve yüksek kısmı yokmuş onun için eczacı veya doktor olayım diye düşünüyorum hayatımı bununla kazanayım demiştim. Rahmetli babam ‘Yavrum hayat için hiç endişe etme’ diyerek beni elimden tuttu ve o zamanlar Aziziye Camii’nin karşısındaki helvacı dükkânımızın da bulunduğu yerin kapısına beni çıkartarak caminin yakınında duran omuzlarında taşıma eğerleri ve urganları olan hamalları gösterdi ve ‘Gel yavrum sen bu okula git çok faydasını göreceksin gelecek için endişe etme okuldan bir sonuç alamazsan söz veriyorum sana bu hamal gibi ben de omuzuma ip atarak çalışırım ve senin istikbalini hazırlarım şüphen olmasın’ dedi. Babamın bu tatminkar ve gönlüden sözü beni çok etkiledi ve hemen ertesi günü İmam Hatip okuluna giderek kaydımızı yaptırdık. Bunu derslerimde de sohbetlerimde de birkaç defa anlattığımı hatırlıyorum. Ve dedim ki ben babamın anneme karşı evlatlık vazifemi mümkün değil ama farz edelim ki ödeyecek olsam bile beni bu okula yazdırdıkları için yaptıkları iyiliğin hakkını ödeyemem demişimdir. Gerçekten ilahiyatçı olmak her bakımdan son derecede zevkli ve insanı mutlu eden bir sahadır. Nitekim İmam Hatip 4. sınıf da iken hitabet ve irşad dersimiz ile yönetmelik gereği olan hutbe ve vaaz uygulamamı lütfen düşününüz ortaokul son sınıfında öğrenci olarak kapı camiinde bir ramazan cumasında hutbe okuyarak yerine getirmiştim. Konya’mızın en büyük en ünlü ve manevi havası son derece farklı olan öylesine bir muhteşem camisinde böylesi bir ramazan cumasında hutbe okuduktan duyduğum mutluluğu hiçbir zaman unutmamam.

 

İMAM HATİP’TE FRANSIZCA ARAPÇA VE FARSÇA OKUYORDUK

 

İmam hatip okulunda iken biz hem dini derslerdi hem de müspet dersleri birlikte okuduk. Başka okullarda orta üç, lise üç sene iken bile bize orta kısım 4 lise kısmı 3 sene idi. Yani biz akranlarımıza göre bir sene daha fazla okumuştuk. Karma ortaokulu ve lise gibi diğer okullarda bulunun öğrenci arkadaşlarımızdan Almanca’dan yani bir yabancı dil öğrenmenin zorluğunu söylenen arkadaşlarımız oluyordu. Biz de o zaman onlara derdik ki ‘Hiç sızlanmayın biz hem Fransızca hem Arapça hem de Farsça okuyoruz. Bu üç dile rağmen hiç şikayetçi oluyor muyuz?’ diyerek onları teskin eder ve çalışmaya yönlendirirdik.

 

İMAM HATİP’TE BİRBİRİNDEN DEĞERLİ HOCALARIMIZ VE GÜÇLÜ İNSANLAR OLACAK ARKADAŞLAR VARDI

 

Bizler o sınıflarda iken müdürümüz Bekir Elam, Rıfkı Baydur, Yusuf Bostancı oldu, yardımcıları arasında Fikri Yazıcıoğlu, Hakkı Maviş, Murat Özenler gibi isimleri hiç unutamam. Islah-ı medaris adındaki yurdumuzda bulunan medreseler arasında reform amacıyla kurulmuş Konya’mızda ki bu seçkin medreseden mezun olan bir çok değerli şahsiyette hocalarımız olmuşlardı. Bunlar arasında Hacı Veyiszade Hacı Mustafa Efendi hocamızı, Fatih Göktay hocamızı da şükranla ve minnetle hatırlıyorum. Sahasında gerçekten son derecede yetkili Türkçe öğretmenimiz Raşit Uzman’ı, Farsça öğretmeni Arif Etik Beyi, Fransızca Süleyman Biroğlu’nu Arapça Kelam dersi hocamız Abdülmecit Ünlükul’u yine rahmetle anıyorum. Sınıfımız da çok kabiliyetli çok zeki ve çalışkan arkadaşlarımız vardı çoğu köyden gelmekle beraber hafız oldukları biraz Arapça okudukları için ders programlarına uyum sağlamakta geç kalmadılar. Hocalarımızın yardımı onlarında üstün yetenekleri sayesinde yetişip yüksek mevkilerde görev aldılar. Birçok arkadaşımız devlet ve milletimizin idaresi siyasi ekonomik ve kültürel hayatında görev almışlardır. Bunlardan Mehmet Keçeciler’i Mehmet Karagülle’yi Mustafa Kartal’ı, Mehmet Doğan’ı, Mehmet Aydın’ı, Kemal Yaman’ı, İrfan Küçükköy’ü, Mevlüt Baltacı’yı, Mevlüt Cavlak’ı ilk isimler olarak hatırlıyorum. Aramızda yapılan anlaşmalar sonunda Yunanistan’dan gelen Türk öğrencilerde içimizde vardı, bunlarda Konya’mızın sahip bulunduğu ilim fikir ve kültür değerleri sayesinde göz gönül ve kafaların en iyi şekilde doldurarak memleketlerine döndüler. Ve Konya’mızdan elde ettikleri bilgi ve görgülerle oralarda hizmetlerini sürdürdüler. Biz okuldaki derslerimize yetinmez sahasında başlı başına birer değer olan dışarıda ki ocalarımızdan da özel dersler almaya gayret ederdik. Mesela Farsçayı Türkistan’lı Haki İzler’ den Arapçayı Yugoslavyalı Hamit hocadan, Kuran-ı Kerim’i Ali Karayel hocadan Fransızca’ yı Yaşar Gökçek hocamızdan genişleterek yetişmeye çalışırdık.  Bunların hiç birisi hiç bir zaman en ufak bir ücret ve karşılık beklemeden bize faydalı olmuşlardır. Allah hepsini rahmet eylesin.

 

TARİHİ DEKOR ÖĞRENCİLİK HAYATIMDA DA HOCALIK HAYATIMDA DA FİKİR VE GÖNÜL YAPIMI YÖNLENDİRDİ

 

‘Hayatımda türbe önünün büyük yeri vardır ayrı bir değeri vardır. Bu tarihi dekor beni hem öğrenciliğimde hem de hocalık hayatımda hem de fikir ve gönül yapımda yönlendirme de en önemli faktör oluştuk. Gözümüzü açtık biz Mevlana’nın türbesini gördük. Sultan Selim camiisin muhteşem kubbesi ve minarelerini imaretin kemerleri muhakkik hanenin saatleri hamamın temizlik faktörlüğü bizim maddi ve manevi düşünce hayatımıza sonsuz derece etki etmiştir. Onun için kendimi bildim bileli Hazreti Mevlana’ya hayran gönülden bağlı ve hürmetkâr mizaca sahibimdir. Çocukluğumuzda müzeyi ziyarete gelen yerli ve yabancı Mevlana hayranlarından zevk aldığımı hatırlıyorum. Bu dekor o kadar önemlidir ki daha Yüksek İslam Enstitüsü öğrencisi iken beni ilahiyatçılık beklediği halde ben bu temelin üzerine sanat ve tarih hocalığını da hedefledim. Çünkü o dönemlerde İslami konularda yakın olmayan gençlerle konuşurken ne kadar ayet ve hadis okursak etkili olmadığını görüyordum. Çünkü Allah’ın varlığı ve birliği konusunda şüphe ve terettütleri olan bir insana gence Allah’ın ayetini peygamberinin hadisini okumak pek fazla bir etkisi yapmıyordu. Okuduğumuz medeniyet tarihi derslerinde elde ettiğimiz kültür ve medeniyet ve sanat bilgileri hem bizi tatmin ediyor hem de inanmada zorluk çeken insanlara onlara anlattığımız zaman daha ikna edici sonuçlar ortaya koyduğunu fark ettim. Biz gerçek manada dinimize ve milli geleneklerimize uyduğumuz ve bunları yaşadığımız zamanlarda işte bu tarihte gördüğümüz güzellikleri ve medeni seviyeyi kazanmışız. Böyle eserlerin insanları ve insanlığa inanç ve kültür seviyemize ulaştırmada kolaylığı sağladığını gördük.  Çalışmalarımı bu yönde değerlendirdim. Ve iki yıllık İmam Hatip Okulu öğretmenliğinden sonra İstanbul a imtihana girerek imtihanı kazanıp 1969 yılında Konya Yüksek İslam Enstitüsü Türk İslam medeniyeti tarihi öğretim üyesi olarak atandım.

 

ERZURUM ATATÜRK  ÜNİVERSİTESİ’NDE DOKTORA YAPTIM

 

Daha sonra Türk İslam Sanatları ve mimarisi tarihi dersi de uhdemize verildi. 1979 yılında Erzurum Atatürk Üniversitesi’nde bu ana bilim dalında doktora yaptım ve böylece öğretim üyeliği görevimi devam ettirdim. 1981 de Enstitümüzün Fakülte haline getirilmesi ile aynı branşta 30 yıl hocalık yaparak öğrencilerime her bakımdan faydalı olmayla çalıştım. 1996 yılında kendi arzum ile emekliliğimi istedim. Şunu da belirtmek isterdim ki gerek ilk gerek orta lise ve bilhassa yüksek öğrenim hayatımızda çok çok iyi hocaların öğrencisi olma şans ve mutluluğunu yakaladığımı düşünüyordum. Hepside gerçekten sahasının uzmanı ve öğrencisini kendi evladını gibi görerek en iyi şekilde yetiştirmeye çalışan hocalardı. Hepsini rahmetle minnetle anıyorum.

 

ORD. PROF. DR. SÜHEYL ÜNVER UFKUMUZU AÇTI

 

Hocalarımız verdiği idealle daha öğrenci iken fahri vaizlik yapmaya başladım. Nerede hatibe olmayan bir minber vaizi olmayan kürsü görürsüm müezzine haber etmek sureti ile ve müftülükten aldığım vesikayı ibraz etmek suretiyle çıkıp cemaate faydalı olmaya da özen gösterdim. İlahiyat öğreniminde bizim ufkumuzu açan bir şahıs daha vardı. Ord. Prof. Dr. Süheyl Ünver. Bu zat İstanbul Üniversitesi Tıp tarihi kürsüsünün müdürü idi. Kendisini Akşehir ‘de ki Nasreddin hoca festivalinde, Karaman’da ki Dil Bayramı ve Yunus Emre törenlerinde Konya’da ki Mevlana ihtifallerinde ki konuşmalarında tanıyor ve hayran oluyordum. Kendisi tam bir İstanbul beyefendisi idi. Bir gün beni şeyh ebu suud efendi hakkında konferans vermek için gelmişti. O güne kadar ben bir öğrenci o ise ord. prof dr. idi. Fazla yaklaşamazdık ama bir ara konuşmasında ‘İstanbul’a yolunuz düşürse birde benim kütüphanemden geçsin’ deyince bu cümleden cesaret alarak İstanbul’a kendisini ziyarete gittim. Kucağıma yayınladığı eserlerle basımlarla makalelerle doldurdu bana orada tembih etiği en önemli şey bol bol okumak gördüğüm okuduğum duyduğum her güzel şeyi defter ve fişlere kaydederek bunları ilgili özel zarfına koymak alışkanlığı ve metodu idi. Ayrıca yanımdan bir fotoğraf makinesinin eksik olmamasını sözlerine ilave etmişti.  Sene 1964 idi işte o gündür bugündür yanımdan veya çantamdan ne not fişlerimi eksik eder nede fotoğraf makinesiz kalırım. Bu sayede o inanmış inandığını da söylemiş olduğu için bana son derece etki eden sözün sahibi hocamızın kazandırdığı alışkanlıkla ömür boyu çalıştım. Hamdolsun hiçbir zaman pişman olmadım çok ama çok faydasını gördüğüm bir alışkanlığım oldu.

 

Burada lütfen şunu ilave etmeme izin veriniz bu sayede yaklaşık 3 bine yakın dosyam, 15 bine yakın fotoğraf ve 12 bine yakında dia arşivim vardır. Bunlar her zaman için araştırma yapacak olanlara hizmetine amadedir. Bu sayededir ki ömür boyu bana yapılan konferans makale kitap tebliğ konularında hiç sıkıntıya düşmedim. Fiş dosya zarf ve arşiv birikimle faydalı olmaya çalıştım.

 

1974 YILINDA İLK KİTABIM OLAN PEYGAMBER EFENDİMİZİN SAĞLIK ÖĞÜTLERİ’Nİ YAYINLADIM

 

Benim hayatımda bir diğer mutluluk da aziz hemşerimiz Prof. Dr. Feridun Nafiz Uzluk ve abisi Şahabettin Uzluk beyi yakından tanıma ve uzun yıllar sohbet etme şansım olmuştur. Uzluk bey de Süheyl Bey gibi tabi idi. Onların sohbetleri beni ayeti kerimelerin ve hadisi şeriflerin bugün ki modern tıp ilmi ve tedavi yöntemleri ile olan uyumluluğunu sentezini yapma fikrini verdi. Ve böylece 1974 yılında ilk kitabım olan ‘Peygamberimizin Sağlık Öğütleri ( Tıbbı Nebevi)’ i yayınladım son derecede güzel hizmetlerde bulunduğuma dair unutulmaz hatıralarım vardır. Öğrencilerime çağdaş bir ilahiyat hocasında bulunması gereken kültürel özellikleri de kazandırmaya özen gösterdim. Bunun için sanat tarihi geceleri vesilesi ile öğrencilerime Bursa’yı, İstanbul’u, Edirne’yi, İzmir’i ve Çanakkale’yi gezdirerek bu vesile ile bu büyük şehirlerimizin sosyal ve kültürel değerlerine ve yapısına da vakıf olmalarını da sağlamaya amaçladım. O yıllar 1972 gibi yıllardı. O gün ki şartları lütfen düşünür müsünüz? Bitlis Siirt gibi illerden gelip Konya’da yüksek öğrenimi yapan gençler vardı. Henüz daha denizi görmeyen öğrencilerimizin varlığı beni derin derin düşündürdü. İstanbul’da ve İzmir’de ki deniz yolculuklarımızda onlara da çok hoş hatıralar anlattım. Türkiye’mizin bu fiziki gerçeğini tanıma fırsatını bulamamış sevgili öğrencilerimi o zaman için çok yaygınlaşmaya başlayan ‘var oluş’ felsefesi, ‘Yehova şahitleri’ gibi konulara nasıl yaklaşabileceklerini derin derin düşünmekten kendimi alamadım. Bu düşünce ile Beyoğlu’nu, Çanakkale’yi, Bakırköy Akıl Hastanesi’ni, Heybeli Rum mektebini, Edirne Selimiye camii, Beyazıt Külliyesi’ni gezdirme suretiyle kültürel yapımızda ki unsurları yakından tanıma bilme ve mukayese yapma imkânını onlara sağlamaya çalıştım. O kadar ki geziye gidilirken yaptıkları konular ve konuşmalarla dönüşlerinde ki konu ve konuşmalar arasında çok büyük farklıların ortaya çıktığını büyük bir zevkle hatırlıyorum. Bu sayededir ki çektiğim yorgunluklara zahmetlere seve seve katlanma gücünü kendimde buldum.

 

RAHMETLİ REKTÖR EROL GÜNGÖR ZAMANINDA YARDIMCI DOÇENTLİĞE YÜKSELMİŞTİM AMA

 

Rahmetli Rektör Profesör Erol Güngör zamanında yardımcı doçentliğine yükseldim. Ama onun vefatından sonra yerine atanan Profesör Doktor Süleyman Kadayıfçılar, Erol Beyin yaptığı atamaları geçerli saymayarak yeniden sınav açtığını bugün üzüntü ile hatırlıyorum Olsun, yine de sonradan açılan imtihanda muvaffak olarak Yardımcı Doçent olarak öğrencilerimize faydalı olmaya devam ettik.

 

1969 YILINDA AYŞE HANIMLA EVLENDİM

 

1969 yılında Ayşe hanımla evlendim. Hamdolsun mutlu huzurlu bir hayatımız var. Bu evlilikten ikisi erkek biri kız üç çocuk babasıyım. Bu çocuklarımın evliliklerinden de dört erkek torun dedesiyim. 1973 yılında Isparta’ da askerlik görevimi kısa dönem olarak yaptım.

 

HÜSN-İ HAT SANATINDA DOKTORA SEVİYESİNDE DİPLOMA ALDIM

 

Daha sonra sanat yeterlilik yoluyla Hüsn-i hat sanatı ile dalında doktora seviyesinde diploma aldım. Yurt içinde ve yurt dışında hat sanatı konusunda sergiler açtım tebliğler sundum.  Selçuk üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi ve Selçuk Üniversitesi İletişim Fakültesi öğrencileri hakkımda tezler hazırladılar. Bu beni çok son derecede mutlu eden çalışmalardandır. 2003 yılında Meram Belediye Başkanı Sayın Mustafa Özkan’ın elinden ‘Sanata Saygı ödülü’ ile layık görüldüm. Şimdi daha çok yazmak ile meşgulüm. Dergi ve gazetelerde makaleler yayınlıyorum sayısı 20 ye yaklaşan kitaplarımla da ilim âlemine faydalı olmaya gayret gösteriyorum

 

KIRGISİZTAN’DAN MISIR’A, DANİMARKA’DAN ARABİSTAN’A PEK ÇOK ÜLKEYİ GEZDİM

 

Gezmeyi incelemeyi çok severim Kırgısiztan’tan Mısır’a, Danimarka’dan Suudi Arabistan’a kadar pek çok ülkeyi gezme imkânını buldum. Her seyahat dönüşümde kendimi çevreme milletime hesap sorma durumunda sorumlu bir kişi olarak gördüm bu saye deden ki tuttuğum notlarla çektiğim dia foto ve video filmleri ile konferanslar verip derslerimi genişlettim ve yayınlar yaptım.

 

ABİM DE BABA MESLEĞİ HELVACILIKTA BAŞARILI OLDU

 

Abim de baba mesleği olan helvacılıkta muvaffak olmuştur. Konya’mızın Nasreddin hocanın bile dili ile meşhur olan helvacılığın da son derece başarılar elde etmiştir,. Akartahin firması olarak Toptancılarda 2. Organize Sanayinde ki fabrikada bu baba ve dede mesleğini sürdürmektedir. Eniştem Necati Küçükazay’ı da 10 yaşından beri abimle beraber dükkanımızı yardımcı olmuşlardır dayımın oğludur. Ömrünü işinde en iyi şekilde muvaffak olmak için değerlendirmiş ve bugün huzurlu bir emeklilik dönemini yaşamaktadır.

 

ANA SULTAN MEZARLIĞI’NDA UNUTAMADIĞIM O GÜN

 

Bu konuda unutamadığım bir hatıram var. Ana Sultan mezarlığında incelemeye gitmiştim. Çok sıcak bir Temmuz günü büyük mezarlıkta ilerlerken ağacın altında oturmakta olan başında spor şapkalı bir kişi gördüm. Mezarlık hakkında bilgisini sordum fazla bir şey bilmediğini söyledi. Ben Ana Sultan türbesinin bulunduğunu tahmin ettiğim yüksekçe bir yere doğru ilerlerken oda benimle geldi tepecik kazık kazık olmuştu bir şeyler aramışlardı galiba. Ana Sultan’a dair bir iz bulamadım ama çevrede çok önemli Mevlevilere dair mezar taşları vardı. Hiç unutmuyorum hemen hepsi yarıya kadar toprağa gömülü durumda idi. Fotoğraflarını çektim hatta çekmek için eğildim ve kitabelerini okumak için de elimdeki bir çubukla toprağı kazmaya başladım. Bu arada kan ter içinde kalmıştım. Benim o halimi gören o görevli ‘Hocam siz Hasan Özönder değil misiniz?’diye sordu ben de ‘Evet ama ne biliyorsunuz’ dedim o da -Eh bu sıcakta buralara kadar gelip de Ana Sultanı Hasan Özönder’den başka kim araştıracak?’ cevabını verdi. Donup kalmıştım. Beni ne biliyorsun? Dedim. Konya Postası Gazetesindeki ve Meram Belediyesindeki dergisinde ki yazılardan ve fotolardan tanıdım diye ifade etti. Bu tevakkuf beni son derecede mutlu etmişti. Yapılan hizmetlerin gösterilen gayretlerin çabaların hiç bir zaman boşa gitmeyeceğini orada o zaman anladım ve Allah’ıma şükrettim. Hayatımda kültür ve Sanat konularına dair gerek şehrimizde gerekse yurdumuzda yayın yapan radyolarda televizyonlarda konuşmalar yaptım yurt içinde ve yurt dışında ilmi toplantılara katılarak tebliğler sundum prensip olarak bilineni tekrarlamak yerine bakir ve o güne kadar ele alınmamış konuları araştırmayı amaç edindim.

 

TELGRAFÇI HAMDİ BEY’İN MUSALLA MEZARLIĞI’NDAKİ KABRİNİN BULUNMASINA VESİLE OLDUM

 

Bu sayededir ki Atatürk’ün telgrafçısı olma mazhariyetine erişmiş olan Manastırlı telgrafçı Mart Onaltı’nın kabrini musalla mezarlığında bulunmasına ve uzun yıllar PTT teşkilatı tarafından her yıl anılmasına vesile oldum. 1981 senesinde Vali ve Belediye Başkanı Fikret Tuncel’in teklifi ile Hamdi Bey’in mezarının başında geniş katılımlı bir anma töreni yapıldı. Sıkıyönetim Komutanı Orgeneral Bedrettin Paşa Ulaştırma Bakanı PTT Genel Müdürü daha pek çok ilgili Daire Başkanlarının katılımı ile anma töreni yaptık. Ve o zaman daha yeni açılmakta olan Emniyet Müdürlüğünün bulunduğu caddeye Telgrafçı Hamdi Bey adının verilmesine ve gelecek yıl içinde bir Hamdi Bey pulunun ve ilk gün zarfının hazırlanmasını teklif ettim. Bu büyük bir memnuniyetle kabul gördü ve gerçekleşti. Ve bu cadde bugünde onun adı ile anılmaktadır. Konya’mızın sosyal kültürel ve gönül dünyasında çok önemli bir eyriz olan sadaka taşlarını da gündeme taşımak suretiyle uluslararası kongrelerde bu değerlerimizi tanıttım. Yerli yabancı birçok yayın organının alakasını çekti ve büyük takdir topladı.

 

SİLLE VE BAŞARAKAVAK KİTAPLARINI YAZDIM

 

Konya’mızın son derece otantik ve orijinal bir semti olan Sille’ye dair kitabım da bu yazılmayanı yazmak prensibinden doğan bir eserdir. Sille’nin tarih kültür ve sanat yazısını inceleyen hacimli bol resimli bir prestij kitabını sundum. Bu kitap yurt içinden ve yurt dışından büyük alaka gördü. Tükendiği için inşallah yenisi baskısına kadar hazırlanmaktayız

Selçuklu Belediye Başkanı Sayın Doç Dr Adem Esen bu Sille kitabının ikincisi baskısını yapmayı düşünmektedir. Bu vadideki bir diğer eserimizde Selçuklu veziri Beşare Bey ve Başarakavak konusundadır. 700 yıllık bir enteresan tarihe sahip olan Başarakavak’ın tarih kültür ve folklor yönünü mimarisi ile birlikte bir araya getiren eserim Başarakavaklılar Derneği tarafından yayınlandı. Sonuç olarak benim bilhassa genç üniversite mensup ve akademisyenlerine naçizane teklifim hocalarımızın bize kazandırdığı gibi fiş zarf ve arşiv çalışmalarına yorulmadan bıkıp uzanmadan devam etmeleridir. Hocalık hayatımda birçok öğrencime lisans yüksek lisans ve doktora tezleri yaptırdım hepside bu araştırma metotlarının sayesinde çok başarılı sonuçlara ulaştılar şimdi hemen hepside ilmi kariyerin en üst noktasında memleket ve milletimize hizmet etmektedirler.

 

BÜYÜKLERİN KABİRLERİ KONYA’DA OLDUĞU MÜDDETÇE KONYA HİÇ BİR ZARAR GÖRMEYECEK

 

Konya’mız hizmetlerin en güzeline layıktır yaklaşık 1000 yıllık Selçuklu tarihi öncesi antik dönem kültürü ile Konya’mızın yeraltında ve yer üstünde pek çok kültürel değerleri bulunmaktadır. Osmanlılar zamanında beylikler döneminde devrin yüzüne tutulmuş ayna durumunda olan mimari değerlerimiz kültürel dokumuz Konya da bugünde yaşamaktadır. Cumhuriyet döneminde açılan yeni çığır ile Konya’mız modern ve çağdaş şehir olma vasfı ile gelişmesini büyümesini sürdürmektedir. Konya’mız her gün büyük bir alaka görmekte pek çok yurttaşımız Konya’mıza gelip yerleşmeyi tercih etmektedir. Kampus civarındaki semtlerimize yükselen apartmanlar siteler mahalleleri gördükçe bazen derin derin düşünüyorum burada yaşayan insanlarımıza da acaba kültürel değerlerimiz ulaştırabiliyor tanıtabiliyor ve onlara da kazandırabiliyor muyuz bu konuda görevlerimizi yapabiliyor muyuz diye kendi kendime düşünmekten alamıyorum. Geçenler de İstanbul Teknik Üniversitesinde bir profesör öğretim üyesi Konya’nın jeolojik yönden de son derece sağlam olduğunu asırlardan beri önemli deprem tehlikesi yaşamadığını ifade ile ‘depremden korkan Konya ya taşınsın´diye açıklamada bulundu. Bu bilim adamının ifadesini okuyunca bir anda uzun bir zaman tüneli içerisinde 700 yıl öncesine gittim. Orada ki Konya ’da Mevlana konuşurken ne diyordu. Bizim büyük celebimizin ve sevenlerimizin kabiri burada olduğu müddetçe Konya düşman atlarının tarafından çiğnenmeyecek zamanın tehlikelerinden korunacak ve bu şehirde insanlar huzur ve bütün içinde yaşayacaklar. Herkes bu mübarek şehre gelmek için can atacaklar bu bizim Konya o kadar mübarek şehir ki zamanın fetretlerinden ve sarsıntılarından daima emin ve mahfuz olarak yaşayacaklar ifadesini kullanıyordu. Bütün bunlar Konya’mızın bir bakıma bir kültür değeri olarak büyük anlamlar taşımaktadır.

 

KONYA’DA YAŞAMAKTAN ZİYADE KONYA’YI YAŞAMAK İDEALİNDE OLMALIYIZ

 

Bize düşen görev Konya ya sahip olmak kültürel değerlerimize yaşatmaya çaba göstermektedir. Bunun içinde Konya da yaşamaktan daha çok Konya’yı yaşamak idealinde olmalıyız. Konya ya karşı kendimi son derece de mesul addediyorum bu sorumluluğum kültür ve sanat yönündendir. Bu düşünce ile her fırsatta ve bilhassa her cumartesi günleri Konya’yı bir baştan bir başa geziyor bir semtini geziyor müşahedede bulunuyor ve önceki gezimle mukayese ediyorum. Bu arada kaybolanlardan büyük üzüntü duyuyor güzelliklerden de mutlu oluyorum. Bu hepimizin görevidir. Dediğim gibi Konya her şeyin en güzeline layıktır. Şahsen ben Konya’mıza ve dolayısıyla yurdumuza yediğim ekmeğin ve içtiğim suyun hakkını ödemeye çalışıyorum. Sorumluluk şuuru bu duygudan kaynaklanmaktadır. Derslerimde ve sohbetlerimde de belirtmişimdir ben annemin babamın ve kardeşlerimin bana yaptıkları iyiliğin hakkını ödesem bile hazırladıkları çalışma ve yetişme ortamından dolayı hiçbir zaman haklarını ödeyemem.

 

KONYA FİKİR VE GÖNÜL İNSANLARININ BELDESİDİR

 

Hiç alışık olmadığımız ekonomik sıkıntılar bu zayıflayan bağlar sebebi ile daha da büyüdü insanlarımızın üzerine adedat birer takkeli dağ gibi oturdu. ama iyi insanlar vefakar cefakar kadirşinaz insanlar yine de var ham dolsun. Gönüllü kuruluşlarımız o eski geleneklerimizi yaşatarak sosyal dayanışma ve yardımlaşmaya bir ölçüde de de olsa yetişmeye çalışmaktadırlar. Gençlerimiz çağımızın icaplarına göre yetiştirilmektedirler. Özellikle dijital ortam elektronik araç ve gereçler hayatımızı son derecede etkilemiş ve monotonlaştırmıştır. Ama eski tarih ve kültür değerlerimizi geleneklerimizi örf ve adetlerimizi teknolojinin yanı sıra mümkün olduğa kadar yaşatmaya tanıtmaya ve yavrularımıza kazandırmaya çalışmalıyız. Maddenin her şey olmadığını maddenin ancak maneviyatla renk ve zevk kazanacağını onlara öğretmeliyiz. Dünya artık global ve küresel mahiyet almıştır. Haberleşme yolculuk diyalog son derece kolaylaşmıştır. Ne var ki bunların ortaya koyduğu gelişmeleri tarihten alacağımız atalarımızdan bize yadigar kalan kültürel değerlerimizle besleyerek ve donatarak sürdürmeliyiz. Hatta batı bugün gerçekten bir arayış içerisindedir teknolojideki üstün başarılar onları daha rahatlatmıştır ama mutlu olmalarına engel olmuştur. Bizim maneviyat dünyamızda ki güzellikleri de batının teknolojisi ile birleştirerek ortaya yeni bir sentez koymak görevimizdir. Çünkü ne madde manasız ne de mana maddesiz olamaz. İnsan fiziği yapısı ile ruh dünyası ile mükemmel insandır. Bunlardan bir tanesinin noksanlığı veya azlığı insanı dünyada da ahirette de yeterince mutlu edemeyecektir. Konya’mız öteden beri mübarek bir şehirdir. Madde ve manevi sultanları ile meşhurdur. Aladdin’in tepesinde bize bu toprakları armağan eden Selçuklu sultanları edebiye uykularındadırlar. Konya’mızda isimleri belli yerleri belirtilmiş birçok peygamberin ve tarihe mal olmuş 400 ye yakın evliyatullahın ebedi yurdudur. Biz onların iklimimize kazandırdığı sevgi saygı hoşgörü tolerans ve yardımlaşma ve duyguları ile günümüzün gereçlerini uyumu sağlayarak günlük hayatımıza tatbik etmeye devam ettiğimiz sürece mutlu ve bahtiyar olacağız. Konya Mevlanaların, Sadrettin Konevilerin Şems-i Tebrizi’lerin ve daha nice dünyanın hayranlığını kazanan ilim fikir ve gönül adamlarının beldesidir. Konya ‘Beldeyi Muhayyere’ olarak anılır öylesine yüce bir mana ve değere sahiptir. Ne var ki biz bugünün Konyalıları olarak bununla yetinmemeliyiz o güzellikleri yaşatarak şehrimize gelen yerli yabancı herkes bu yüksek duyguları yaşamalı bizzat şahsımızda onlara göstermeliyiz. Bu bir gösteriş olarak değil son derece tabii bir tercih olarak yaşatılmalıdır.  Gözbebeğimiz Selçuk üniversitemizin binlerce öğrencileri Konya’mıza anne ve babaların birer emanetidir. Şahsen hepimiz gibi bende bu misafir yavrularımızı kendi evladımız gibi görüyorum. Şehrimizde mutlu ve muvaffak olmaları için ne yapılması gerekiyorsa üzerimize düşenleri seve seve yerine getirmeye çalışıyoruz. İnşallah ileride Konya’mızdan aldıkları bilgi görgü ve idraklerle milletimiz ve memleketimize faydalı olacaklardır. Yarınlarımızın bugünden daha aydınlık daha güzel daha müreffeh olması bizi onlara onlarında kendilerinden sonrakilere bu görevi yerine getirmeleri ile mümkün olacaktır. Camilerimiz halkımızın yaygın öğretim ve eğitimde meşgul olmakta ilahiyatçılarımız İslami mevhumları çağın idrakine göre sentez yapıp yeni ve çağdaş çözüm yolları ve yorumlar getirmektedirler.

 

Sanayi hayatımız ticaret hayatımız bu manevi hayatla birlikte son derecede bize icraatlarda ve iş birliğinde bulunmaktadır. Konya’mız öteden beri tahıl ambarı olarak bilinir Konya’mız aynı zamanda manevi hassında gıdanın da kültüründe harman yeridir. Asırlardan beri bu böyle olmuştur bundan böyle yıllarca da böyle olmaya devam edecektir. Selçukluların Konya’yı başkent yapmaları Osmanlıların Konya’yı başta gelen kentler arasında saymaları Cumhuriyet döneminde şehrimizin modern imkan ve müesseseler donatılması bu mübarek beldenin sahip bulunduğu maddi ve manevi değerlerden dolayıdır. Gazi Mustafa Atatürk’ün yurdumuzda en çok ziyaret ettiği ve değer verdiği önem verdiği şehirlerin başında gelir. Düşününüz 13 defa şehrimize gelerek Konya’yı ve Konyalı’yı en iyi şekilde tetkik etmiştir. Müesseselerimize manevi kültürel değerlerine hayran olmuş ve takdirini sözlerle ifadelerle konuşmalarda bulunmuştur. Milli mücadelenin Konya’daki alt yapısının Akşehir’deki karargah binasının bu yönden de tarihi gerçekler olarak önümüzde durmaktadır. Sivaslı Ali Kemali efendinin ve arkadaşlarının Konya’mızda bütün Konyalılar olarak milli mücadeleye verdikleri büyük destek ve kuvvet her zaman takdir tebrik teşekkür ve tebcil görmüştür, Konya bu yönden de tarihi görevini yerine getirmiştir Konyalılar kurtuluş savaşında üzerimize düşen görevi en iyi şekilde ifa etmişlerdir. Bu Osmanlı döneminde de böyle idi. Fatih Sultan Mehmet gibi birçok fetih sultanı Rumeli’nin Trakya’nın Balkanların Türkleşmesinde ve Müslümanlaşması için oralara Konya ve yakın çevresinden vazifelendirdiği Konyalılarla gerçekleştirmiştir. Bugün Balkanlarda hemen pek çok ailenin ecdadının Konya’da olduğunu iftiharla dile getiren insanlar vardır. Silleden Yunanistan’a gönderilen Rumların bile bugünde babalarının annelerinin anlattığı Sille özlemi ile Konya’ya gelmesi tanımayı Sille’de Silleyi ziyaret etmeyi bir manevi görev olarak addetmektedirler. Sık sık Sille’yi gelerek baba yurtlarını gezen Yunanistanlı ama Türkiye kökenli insanlara bugünde rast gelmemizi kısacası Türkiye dünü ile bugünü ile gelişmesini genişlemesini ve modernizasyonu sürdürmektedir. Yarılarımın da daha güzel olması için kendini en iyi şekilde hazırlamakla meşguldür.

 

ÖĞRENCİ İKEN TÜRBE ÖNÜNDEKİ EVİMİZİN BAHÇESİNE BABAM KÜTÜPHANE YAPTIRMIŞTI

 

Daha öğrenci iken rahmetli babamın türbe önündeki evimizin bahçesine bodrumlu bir büyük oda bir mabeyn yaptırdı burayı kütüphane haline getirdi. Hocamız Yaşar Gökçek Bey çok zengin tarih kitaplarından oluşan kütüphanesini de bana verdi. Bunlarla ben kütüphanemde sabahlara kadar meşgul olarak kendimi yarınlara hazırlamaya gösterdiğimi hatırlıyorum.  İlim müesseselerini çeşitli kurum ve kuruluşlar birbirlerinden değerli hocaların yetişmemiz için çok büyük gayretlerde bulundular. Sonuç olarak bu türlü güzellikler benliğinde görevimi her zaman en iyi şekilde yapma şuurunu ve idrakini hiçbir zaman kaybetmememe sebep olmuştur. Emekli oldum ama mutakıp olmadım. Bugünde çalışmalarıma araştırmalarına büyük bir şevkle devam ediyorum. Burada bana en iyi çalışma ortamını sunun kadirşinas eşime ve çocuklarıma da teşekkürlerimi ifade etmeyi bir görev bilirim. Bütün bu maddi ve manevi destekleri olmasaydı belki onur ve kıvanç duyduğum bunca güzel çalışmaları yapma imkanını elde edemeyecektim. Dolayısıyla bu imkanları bana lütfeden Allah’ıma da sonsuz şükürler de bulunuyorum. Bana böylesine güzel bir sohbeti hazırladığınız içinde size Memleket Gazetesi mensuplarına şükranlarımı sunmayı da yerine getirilmesi gereken bir görev addediyorum.