Doç. Dr. Murat Kayacan
Hatabî delillerle
Hatabî delillerle İslam savunusu yapmak
Zanna dayanan aklî delile hatabî delil denmektedir. Bazı kimseler düşüncelerini savunmak için muhataplarına birtakım kanıtlar sunarlar ve ilk bakışta da sundukları deliller gayet de ikna edici görünür. Ne var ki, üzerinde biraz düşünen onların zayıflığını kavrar ve onları bir kenara koyar. İslam’ın mesajını diğer insanlara aktarmak isteyenlerin bir kısmında da bu maraz maalesef mevcuttur.
Bu sorunu Yusuf el-Karadavî’nin Müslümanın Temel Kültürü (İst., 2007) adlı eseri merkezinde ele alalım: Şer’î hükümlere sebep gösterirken herhalukarda geçerli olmayan ve o hükümlerin haricindeki birtakım durumlar için sözkonusu olan sepepleri göstermekten sakınılmalıdır. Sözgelimi, domuz etinin haram kılınmasına sebep olarak domuzun pislik yemesini göstermek ne derece doğru olur? Bu sebep, özel yerlerde gözetim altında yetiştirilen domuzlar için aynı durum söz konusu olamayacağından reddedilebilir. Yine domuz etinin kıskançlığı körelttiği iddiası da reddolunmaya mahkumdur. Çünkü Mısır ve diğer Ortadoğu ülkelerindeki yerli Hıristiyanlar domuz eti yemelerine rağmen, kıskançlık meselesinde Avrupalı Hıristiyanlardan farklılık göstermektedirler. Aynı şeklide insan sağlığı için büyük tehlike olan domuz etindeki mikropları göstermek, aynı mikropların dinin helal kıldığı sığır etinde de bulunduğu gerekçesiyle kolayca bir kenara konur.
Yine sözgelimi, zinadan bahsederken bu fiilin haram kılınışının hikmetini neseplerin karışması tehlikesine bağlayan mümin kimseye, “Hamile, kısır veya doğum kontrol hapı kullanan bir kadının hamile kalma tehlikesi olmadığından, zina etmesinde, bir sakınca yoktur.” diyen çıkabilir. Bundan ötürü bu çeşit sebep ve hikmetler göstermekten sakınılmalı ancak geniş bir araştırma ve tespitten sonra bu hususlarda konuşulmalıdır. Ya da zinadan sakınmanın sebebini beyan eden şu ayetteki gibi genel ifadeler tercih edilmelidir: “Sakın zinaya yaklaşmayın. Çünkü o rezilliktir, kötü bir yoldur.” (İsra, 17: 32).
Hatabî delillerle bir konuyu ele almaya dair son örnemiğiz de faizle ilgilidir: “Faizin haram kılınışının nedeni, zenginlerin maslahatı için fakirlerin ihtiyacının sömürülmesine aracılık etmesinden dolayıdır.” Halbuki gösterilen bu gerekçe eskiden beri mevcut olan fakat ancak faizin belli bir çeşidi için geçerli olabilir. Bu, kendisini ve ailesini geçindiremeyen kişinin borç bulamadığı zaman tefeciden aldığı faizdir. Fakat artık bu çeşit faiz alımı yok denecek kadar azalmıştır. Günümüzde ise bankalardan faiz alanların çoğu servetlerini artırmak, ticaretlerini genişletmek isteyen büyük tüccar ve sanayicilerdir. Geliri sınırlı bazı insanlar da geçimlerini kolaylaştırmak için bankaya para yatırmaktadırlar. Diğer bir deyimle, durum geçmişin aksine faizle para veren, faiz parası yiyen zayıf bir birey olduğu halde, faizle borç para alan, borçlanan güçlü olandır.
Demek ki, her durumda aynı neticeyi vermeyen ve henüz kesinlik kazanmamış olan delilleri ibadetin ve yasakların sebebi gibi göstermek doğru değildir. Mümin ancak “Allahu Teala temiz olanı helal kılmıştır, pis olanı da haram.” deyip meseleyi noktalamalıdır. Çünkü biz bilelim veya bilmeyelim Allah her şeyi bir hikmete göre emretmiştir veya yasaklamıştır. Bizim o hikmeti anlayamamız onun var olmadığını göstermez. Bizim ilmimiz Allah’ın gerek nizamındaki ve gerekse yaratışındaki bütün hikmetlerini kavramaktan acizdir. Ayrıca Allah’ın gerek dinin gerekse yaratışının bazı hikmet ve sırlarını insanlardan gizlemesinde de nice hikmetler vardır. Böylelikle insanlar bir imtihana tabi tutulmuş olur, gerçek kulluk ortaya çıkar, kim Rasulullah (s)’a tabi oluyor, kim yan çiziyor, kim Rabine itaat ediyor, kim aklını Rab ediniyor, kısaca mümin kimdir, kim değildir?
Müslümanlar, şer’î hükümlerin hikmetlerini, açıklarken dikkatli olmalıdır. Gösterdiği sebep ve hikmetler her durumda geçerli ve akla yatkın olmalı, hatabî değil “burhanî” olmalıdır. Aksi takdirde her taraftan İslam’a itiraz sesleri yükselir.