Prof. Dr. Ramazan Altıntaş
Hayatlı din, dinli hayat
Genellikle ırmak ve nehirlerin ilk kaynaklarından çıkan sular, oldukça berrak ve temizdir. Ama ırmak ve nehirlerin geçtiği yatakların toprak türüne ve bu yataklara karışan atık maddelerin cinsine göre suların vasfında, yani tadında, kokusunda ve renginde değişimler yaşandığı bir vâkıadır. Toprak çeşitlerinin farklı oluşundan dolayı bu suların farklı renk almalarında yadırganacak bir durum yoktur. İşte bunun gibi yaşayan din de zamanla bazı aşınmalar ve başkalaşımlar geçirebilir. Nasıl ki sular, ırmak veya nehirlerin geçtiği yerlerde, farklı türdeki topraklarla teması esnasında vasıflarında bir takım değişimlere uğruyorsa, İslam da bir su gibi yayıldığı değişik coğrafyaların örf, âdet, medeniyet ve kültürleriyle karşılaşması sonucu farklı zenginlikler kazanabiliyor. Biz bu farklı zenginliği, deseni, albeniyi, folklorik yapıdan tutun da giyim-kuşamdan ev ve dinî yapıların mimarisine ve hatta mutfak kültürüne kadar götürebiliriz. İslam düşüncesinde bütün bu unsurlar ve anlayışlar, dinimizin tevhid ve ibadet ilkesine müdâhale etmediği sürece, bir zenginlik kaynağı olarak görülmüştür.Son zamanlarda sosyologların Arap Müslümanlığı, Fars Müslümanlığı ve Türk Müslümanlığı gibi kategorik değerlendirmelerde bulunmalarının temelinde, sanırım, yukarıda değindiğimiz düşünce yatmaktadır. Kanaatimce iyi niyetli olduktan sonra bu kategorik ayrımlarda yadırganacak bir durum söz konusu değildir. Demek ki dinî hayat, belli bir tarihi süreçten sonra toplumların kültürel yaşam tarzlarıyla örtüşerek folklorik din anlayışlarını da beraberinde getirebilmektedir. Elbette ortaya çıkan bu yeni dinî yaşam biçimlerinin durması gereken sınırda durmadığı taktirde müdâhale edilmesi gereken yönleri olmalıdır ve olmuştur da. Acaba bunun sınırlarını nasıl çizeceğiz?İslam tarihinde saf/gerçek İslam olanla sanal/şibih İslam olanın arasını ayırt etme konusunda karşımıza çıkan kavramlar arasında bidat ve hurâfe kavramları gelmektedir. Tarih boyunca hem Kelam ve hem de Fıkıh bilginleri arasında özellikle bidat kavramına getirilen tanımlamalarda kapsayıcılık açısından farklılıklar olduğu göze çarpmaktadır. Gerçekte bu farklı anlayış tarzlarının medeniyet bağlamında kapanmaya ve açılmaya yol açıcı önemli sonuçları vardır. İslam, kurucu ve tekevvün ettirici bir medeniyet bağlamında bütün zamanlarda zihinsel manada sıçrama yapsın mı ya da dinî görünüm olarak içe kapanıp büzülerek tarih dışlığı mı yaşasın? İşte bu soruya verilecek cevap, bidat kavramına yüklenecek olan anlam alanlarıyla yakından ilişkili olsa gerektir. Bu sebeple, Müslüman zihniyette bidat ve hurâfe kavramının anlam alanını yeniden çizmek ve bir çerçeveye oturtmak gerekir.