Haşim Akın
Hazır Olmayanlar İçin
Uzun zamandır hayalini kuruyordu. Onun için olmazsa olmaz hale gelmişti. Sadece hayalini kurmakla kalmadı, birçok gece rüyasını da gördü. Zira büyük hayal ve umutları vardı. Yanlış anlamayın sadece kendisi için istemiyordu bunu. Duyduğunuzda belki sizin de katılacağınız ve hak vereceğiniz o kadar çok güzel planlar vardı ki…
Geçen yıl müracaatını yapmasına rağmen ancak sıra gelmişti. Sabırsızlık göstermiş, defalarca aramış, peşine düşmüş, soruşturmuştu. Bunun için tanıdıklarını araya koymuş, hediye bile teklif etmişti. Nihayet sıra kendisine gelmişti. Tüm işlemler tamamlanmış ve bugün beklediği, hayalini kurduğu o sefasını sürecekti.
Bugün hayallerini süsleyen bir jeepinin içindeydi artık. “Burası geçici bir dünya. Nasıl olsa her şeyimizi bırakıp gideceğiz” diye düşündü bir anda. “Her şeyimizi bırakacak mıyız?” diye de acı bir soru düğümlendi boğazına. Bu cümle hiç de hoşuna gitmemişti. Çok zamansız bir hatırlamaydı bu. Her şeyi bırakıp ölmek, burun deliklerini sızlattı. “Hiç olmazsa yaşadığımız süre biraz faydalanmak lazım. Allah bu nimetleri vermişse değerini bilmek ve kullanmak gerekmez mi?” diye gülümsedi gözünü jeepin içinde gezdirerek. Ancak ölümün de güzel bir sonuç olduğunu diliyle söyleyemese de aklında geçirdi. Zira babası hala hayatta olsa bu servetin yetkisi onda olacaktı.
Elbette hayalleri vardı içinde yüzdüğü bu araçla alakalı. Mesela Cuma namazlarını her hafta farklı bir camide kılacaktı. Caminin önüne kadar gelecek, oraya park edecekti. O böyle yapınca Müslümanlar, jeep sahibi olan zengin bir Müslümanın da camiye girişinden mutluluk duyacaktı. Böylece diğer zenginlere de örnek bir davranış göstermiş, onları da teşvik olabilirdi.
Geçenlerde bir cuma vaazında hocadan şöyle işitmişti; “Allah verdiği nimeti kullarının üzerinde görmeyi sever.” Gerçi hoca ezan okunduktan sonra birkaç dakika vaazı uzattığı için içinden fena kızmıştı ama… Acele olan diğer işlerine yetişmekte zorlansa da yeni bir hadisi şerif öğrenmişti. Bu hadisi hatırlayınca ne kadar da doğru bir iş yaptığına dair içi ayrı bir ferahladı. Yani vaizin konuşmayı uzatmasına kızsa da yeni öğrendiği hadisi şerif sanki ona hitap ediyordu. Mademki bu kadar serveti ve malı vardı, eserini üzerinde göstermeliydi.
Dünya malının dünyada kalacağı tartışılamaz bir gerçekti. Ancak bu mal da varken kıymetini bilmeliydi. Yemeliydi, giymeliydi ve kullanmalıydı. Daha başka ne yapacaktı da? Gerçi aklına “komşusu aç yatarken tok yatan bizden değildir” hadisi şerifi de gelmişti. Ancak oturduğu mahallede herkes bunun gibi yaşıyordu. Diğer mahalle de bunun komşusu olmadığına göre bir sıkıntı da yoktu. Bunu düşününce içi bir daha ferahladı.
Siyah rengi ve iç dizaynıyla göz kamaştıran jeepinde arkasına yaslandı. Bir Müslüman olarak besmele çekerek kontağına dokundu elbette. Yavaş yavaş yol almaya başladı. Hayallerine doğru gidecekti. Ya da gerçekler onu kendine doğru çekiyordu. Hangi hayaliyle, hangi hesabıyla nerede buluşacağını bilmiyordu. Gittikçe hızlanmaya başladı. Bununla da hız yapmanın ayrı bir tadı vardı. “Ben de bu koltuğa yakıştım ama” diye gülümsedi. Yani hepsi birbirine yakışmıştı.
Ormanlık alana doğru hızla ilerlerken sırtında bir batma ve acı hissetti. “Dur hele canım… Zamanı mı şimdi?” diye içinden geçirdi. Sırtına vuran ağrıların bir kalp krizi belirtisi olduğunu anlamakta zorlanmadı. Ölüm korkusu, içindeki bütün sevinçleri alıp götürmüştü. Bir anda “ağızların tadını kaçıran ölümü çok hatırlayın” hadis-i şerifi aklına geldi. Aslında o getirmemişti de geliverdi işte. Ona kalsa ölümü hiç aklına getirmezdi. Ancak o istemeden gelmişti ölümün kokusu. Ağızların tadını kaçıran ölüm, onun en mutlu gününde ona sinyal vermişti.
Gömleğinin yakasını genişletmeye çalıştı. Sanki her şey onun elinden kaçmıştı. Freni bir bulsa duracaktı ama. Ah bu hayatın frenleri… ne zor freni bulmak ve onu kullanabilmek, savrulmamak… Azrail'in varlığını hissetmek, onu ensesinde bilmek de ne acıymış ama. Hayat hızlı bir film şeridi gibi geçmeye başladı. Babasının cenazesinde siyah güneş gözlükleriyle kenarda bekleyişini ve içindeki uçarı sevinci hatırladı. Şimdi de bunu oğlu yaşayacaktı. Bugüne kadar her şeyi uğruna feda ettiği oğlunun onun cenazesinde siyah güneş gözlüğü altına gizleyeceği o trajik gülümsemeyi hazmedemedi. Bunca güzel hayali umudu ve nimetin içinde ölümün acısına bir de bu eklendi. Sağ ayanda derman kalmamış ve frene bile basamamıştı.
Sonrasını hatırlayamadı. Yoldan geçenler büyük bir hızla yolun kenarındaki elektrik direğe çarpan ve sonra da direği parçalayıp karşı şeride atlayan bir jeepi gördüler. Yapılan otopsinin sonunda şoförün önce kalp krizi geçirdiği sonra kaza yaptığı tespit edilmişti.
Her ölüm erkendir derler. Hazır olmayanlar da ölür…