"Herkes biraz AK Parti'lidir"
Tayfun Talipoğlu şaşırtmaya devam ediyor: Erdoğan gidip derdini anlatabileceğin birisi
Geçtiğimiz haftalarda Habervaktim isimli haber sitesine yaptığı açıklamalarla bir anda dikkatleri üzerine çeken Tayfun Taliopğlu, Haberx'ten Hülya Okur'a ilginç açıklamalar yaptı...
"BENDEN DENİZ GEZMİŞ CESARETİ BEKLEME KARDEŞİM"
1962'de anneniz Müjgan Gökçen'den Kars'ta dünyaya geldiniz. Kars'ın şairlerin dizelerine taşınan planlı caddeleri gibi planlı mı geçti hayatınız? Çocuk olabilmeniz için her şey tamamıydı, ne kadar hazır bir dünyaya doğdunuz?
Ben çocuk olabildim. Babamın şeker fabrikalarında memur olması, lojmanda oturmamız, doğduğumdan bu yana kapının önüne tenis kortundan yüzme havuzuna kadar olan lojmanlarda büyüdüm. Ama haklar konusu ben burada öğrendim. Çünkü talep edilmeden gelen bir hak yada hizmet kullanılmıyormuş. 17 şeker fabrikası ve 17'sinde de tenis kortu vardı ama bir kişi oynardı doğru düzgün hatırladığım. Hiç oradan sporcu çıkmadı, Türkiye'de tenis kortları yokken. Almanlar kurmuşlardı lojmanları, onları da koymuşlardı içine. Sonra orada yönetim şeklini de öğrendim. 17 fabrikada, Türkiye'nin çeşitli yerlerinde yüzme havuzu vardı, fabrikanın birinde bir çocuk boğulmuş, bütün havuzlar kapatılmıştı, Genel Müdür emriyle, sonrakiler de açmadılar. Aslında yaşamın her alanı birbirinden bağımsız değil. İnsan yapısı neyse bu her alanda aynı tepkiyi veriyor. Siyasetçisi neyse yöneticisi o, gazetecisi neyse, askeri o. Çok fazla bir şey değişmiyor, bu insan unsuru ile ilgili bir şey. Hayatım planlı geçmedi çünkü memur çocuğu olunca dolaşıyorsunuz tayin, tayin, dağınık geçti o anlamda, ama bir iyiliği oluyor, topluma çabuk ayak uydurmak kısmında, eğer başarabilirseniz!
"OĞLUMUN ÇOK OKUMAMASI KENAN EVREN'İN MARİFETİ"
"Olup olmadık yerde bir ot büyür, bir de çocukları bu ülkenin, büyük de şaşırtır bizi..."diyorsunuz. Büyüdüğünüzde çocukluğunuzdan size ne kaldığını gördünüz?
Valla bir şey söyleyeyim mi, bana ne kaldıysa çocukluğumdan kaldı. Babam Yunus Yalçın Talipoğlu, çok dolu bir adamdır. Edebiyat, okuma.....Eve mutlaka günlük gazeteler alınır. 6 yaşındaydık, anlamazdık ama okurduk, kulak dolgunluğumuz olurdu. Böyle bir babayla büyüyorsunuz, gece uyanırsın bakarsın, baban kitap okuyor, biz böyle gördük, çocuk babadan ne görürse onu yapıyor. Özellikle erkek çocukları, diyeceksin ki, senin oğlun çok okuyor mu? Hayır. Ama bu Kenan Evren'in marifeti, benim değil.
"OĞLUMLA SIK SIK SÖZLEŞMELER YAPARIZ"
Biricik oğlunuz da sizin gibi Atatürk lisesi mezunu. Bu geleneğin temelinde ne yatıyor?
Bu geleneğin temelinde tesadüfler yatıyor. Babam, abisi astsubay, okumak için buraya geliyor, o zaman da bir Atatürk Lisesi var, bir de Gazi Lisesi, Atatürk Lisesi'ne gidiyor. Ben şeker fabrikasında lojmandayken, otobüsler onun önünden kalkardı ve şeker fabrikası çocukları Atatürk Lisesine gelirdi, annesi de Candaş'ın Atatürk Lisesi'ndendir, Anadolu lisesini yazarken orayı yazmış. Candaş duygularını belli eder aslında ama planlarını belli etmez. Sık sık sözleşmeler yaparız onunla, -bak bu sene sınıfı geçeceğim, hocalardan şikayet etmeyeceğim falan diye, bu sözleşmeler bir klasör oluşturdu.
"HESAP ETTİK, BİR SENEDE 52 GÜN EVE UĞRAMIŞIM"
Candaş'ın babasının yol haritasında karşılaştığı güçlüklerden biri...YÖK ve YÖK'ün uygulamalarına karşı çıkmanız, ve YÖK'e bir mektup yazmanız dolayısıyla kaymakam olamadınız ama kargoculuk, orkestra solistliği yapmanıza bir mani yoktu. Peki yetenek gerektiren esas mesleğinizi bulmanızda diğer yeteneklerinizin etkisi neydi?
Su akar yatağını bulur diye bir söz vardır, biz yaşamımızda bir çok şeyin boşa geçtiğini düşünürüz ya, aslında hepsinin bir anlamı olduğunu düşünüyor insan yaşlanınca. Çünkü taşları yerine oturtuyorsun o zaman. Ben şeker fabrikasında, 6 yaşında, orkestrayla şarkı söylerken bir çocukluk hevesi gibi görünüyordu ama sonra benim 7 sene kadar kazancım, ekmek param oldu. Okumayı, yazmayı sevmem, oralarda şiir okumam sesimi iyi kullanmama, zaman geldi, televizyonculukta bunun faydası oldu. Kaymakam yapmadılar ama 15 sene sonra düşündüm ki, bu arada bamtelinin formatı bana aittir, bir kısım cıvık taklit etmeye kalkanlar onu anlayamadılar, bamteli, bir yaşam biçimidir, program değildir. Bir hesap ettik geçen sene, ben 52 gün eve uğramışım, bu sene toplasan 45 bile çıkabilir ve bamtelinde verilmek istenen, o alt yapı, siyasal geçmişin, fakülte, bütün bunlar metin olarak diline dökülür. Hadi çıkalım da, teyzeciğim nasılsın diyelim demekle olmaz bu iş. Digorda bir haber yaptım diyelim, onun sosyolojik boyutlarına bakıyorsunuz bir müddet sonra çünkü Anadolu insanı eğitiyor, yeter ki, objektif bakmasını bilelim. İnsanın kendi belirler yaşamında her şeyi, alacağın ücreti de kendin belirlersin, yaşama biçimini de. Yeter ki bu konu da ben ne yaptım demesini bil. Türkiye'deki en büyük eksik, 2 milyon kilometre sonra, İstanbul'undan tut, köyüne kadar hepsinde ortak davranış biçimi şu: ‘Ben ne yaptım sorusunu' hiç kimse kendine sormuyor. Ben yaptım sorusunu sorduğunda çözüm bulacaksın. Hep başkaları ne yaptı diye soruluyor. Niye? çünkü biz böyle büyütüldük. Çünkü bizim yetişme tarzımda annemiz, komşunun kızı yada oğlu iyi aldığında, bak bilmem kim iyi almış ama diyordu. Ve bizim ölçümüz hep, yan komşumuz oldu. Ve biz başkalarının başarısızlığının üstüne bir başarı kurmaya çalıştık. Türk siyasi hayatı da aynı. Buraya kadar gel, bu parti gitsin, gitsin de kardeşim sen ne öneriyorsun? O başarısız olsun ki biz başarılı sayılalım, böyle büyütüldüğümüz için bu ülkede problem var zaten.
"HATİPLİ KIZLARI DESTEKLEYEN DE BİR ADAM OLDUM. NASIL MI?"
Aslında "Benim Yolum"isimli kitabınız, sınavı kazandığınız halde neden kaymakam olamadığınıza, Hasan Celal Güzel'in bu konuda izlediği tutumla yeterince açıklık getiriyor. Aslında bu kitabın sadece adında ben varım dediğiniz halde, başkalarının içinde bulunduğu ben'i anlatmak zor olmadı mı?
Elbette. İnsanın kendisinden bahsetmesi zordur aslında. Kitabın arkasında da yazdım, hepimiz aynı yoldayız. Türkiye'de ideolojik anlamda sistemli bir kıyım sürekli olmamıştır. Belli zamanlarda, belli yerlerde, belli insanlar harcanır gider ama sen iyiysen bir yerden çıkıyorsun, yıpranıyorsun da tabi, bir arkadaşımız o haksızlık nedeniyle kanser olup, öldü. Siyasal Bilgiler fakültesi öğretim üyesi Cahit Emre'nin günahı o gün listeyi değiştirip, bizi kaymakamlığa almayan insanların boynundadır. Bir çok insanın ailesi dağıldı, haksızlık edildi. Ama kalkıp da ben, türban konusunda imam hatipli kızları destekleyen de bir adam oldum. Nasıl mı? Ben insanların duruşu olmasından yanayım, o zaman da şunu söyledim, imam hatiplere kız alınmayacak dersiniz bu bir duruştur, ama imam hatip'e hem kız alıp, hem başını aç diyemezsin. Yani içerde kitap, hocası örtün diyor, sen milli eğitim şunu diyor diyorsun, o zaman o kızı almayacaksın kardeşim! Var mı var, imam hatip var, kızlarımızı da alıyoruz ama başlarını da açmak zorundayız. Yok böyle bir şey. Duruş olması lazım. Türkiye'de millet hep ortada konuşuyor, onun için yazılı kültüre geçilmiyor, benim "niye yazılı kültüre geçemiyoruz"diye bir yazım vardı, çünkü kırılmak kolay öbüründe, ben böyle demek istememiştim diyorsun, yazı asıl iştir, televizyon gelir geçer.
"HABER YAZMAYI ŞAMİL TAYYAR'DAN ÖĞRENDİM"
"Ben Adıyaman'dan geldim. bu kadar kötü bir organizasyon görmedim diyerek terk ettiğiniz bir magazin gazetecileri derneği ödül töreni vardı. Bu protestoyu duruşunuzu bozmamak için yaptığınızı söylemiştiniz. Duruşunuz, Anadolu'nun bağrından çıkıp gelen biri kadar net mi?
Kesinlikle net. Ben hiç kıvırmadım hayatımda. Geçen gün bir gazeteci, Yeniçağ gazetesinde bana geçirmiş Marksistir falan. Şamil Tayyar öyle bir cevap yazmış ki, vuruldum adeta, hala dürüst gazeteciler var diye. Şamil'in yazdığı her şey doğrudur. Şamil, çok kompleksiz biridir, benden küçüktür Şamil. Benden küçük olmasına karşın ben haber yazmayı Şamil'den öğrendim. Mülkiyeli olabilirsiniz ama o kadar seri ve hızlıydı ki, ben eğitim muhabiriydim, o Başbakan muhabiriydi, ne ben bunu ar kabul ettim, ne de o Tayfun gelip de benim yerime geçer gibi bir kompleks edindi. Ona öyle güzel geçirmiş ki benim cevap vermeme lüzum kalmadı. Şamil de çok çekti bu meslekte. Ben bir yerde dedim ki, herkes de biraz AK Partilidir. Altını açıkladım ama sadece AK Partilidir kısmı çıktı. Şimdi ben bu kadar çok çekiyorsam, sen vatandaşı bir düşün. Herkes niye AK Partili biliyor musun? Türkiye'de gerek bürokraside, gerek siyasette, medya ve tüm sektörlerde bir kast sektörü oluştu, gizli, zımni, oralara bizi sokmuyorlar. Aynı varoştan çıkan Sivaslı bir oğlan çocuğu, bilmem nerede okuyor, oralara geldiğinde mutlaka o sistemin dışına düşüyor çünkü yaşama biçimi açısından. Ben hep ürettiklerimle anılmak istedim, çünkü ben hep böyle görmüştüm, Mehmet Barlas'tan, Çetin Altan'dan, bunlar yazılarıyla değerlendirilirdi....Gazeteci buydu çünkü, fikir adamıdır, yazar, söyler ve toplumun ilerisindedir. Ama sermayenin elindeki basın nedeniyle gazeteciler tüccar olunca, bir kısmı oraya yaranmak adına o kast sisteminin içinde yer alınca, biz o sistemin içine giremedik. Giremeyince her alanda, öbek öbek yeni yerler oluştu. Ve bunlar sistemi zorlamaya başladı. Ve bir müddet sonra görüldü ki, aynı CHP gibi halktan uzak bir parti ama ne oluyor, etrafta gruplar oluşuyor, o sistemin içinde yer bulamayanlar, bilgi ve birikimlerini aktaracak alanlar ararlar. O zaman yeni bir yer oluşuyor, siz orada daha dinamiksiniz ve hırsınızla bir yere geliyorsunuz. Benim herkes biraz AK Partilidir dediğim oydu, AK Parti biraz bu tepkinin ifadesidir. Yoksa kimse, laiklik gitsin diye %47 vermedi. Biz sistem dışındaki adamlarız. Beni TRT'ye geçtim diye eleştiriyorlar. Dünyanın en komik şeyi bu. Adam diyor ki, TRT sağcı...vs
"DEVLETE HİZMET EDİYORSUN SAĞCI OLUYORSUN, SERMAYEYE HİZMET EDİYORSUN SOLCU OLUYORSUN."
"Holdingi yok, maden işletmeleri yok, enerji işleri yok, o bakımdan rahat yayıncılık yapıyorum" diyorsunuz TRT'ye...
Tabi, en özgür olduğumuz alan burası. Devlete hizmet ediyorsun sağcı oluyorsun, sermayeye hizmet ediyorsun solcu oluyorsun. Böyle bir çelişki ve komedi yok. Bizim millet AK Parti'ye karşı olmak adına, kurumları ve bireyleri yıpratmayı seçtiler. TRT'yi yıprat, Tayfun'a saldır. Ben duruşumu bozmadım, "biriniz Türk basınında neden sendika yok diye bir program yapın bakalım"diyorum ben. Hani sosyal güvenlikten, adaletten, sosyal güvenlikten yanaydınız, hadi, hepiniz birbirinizi satıyorsunuz, şahit çıkmıyor birisi atıldığı zaman işten. Ha sendika basında olur olmaz bu ayrı bir tartışma ama bunu diyenlere söylüyorum ben. Dün akşam okudum, Serdar Turgut, Dinç Bilgin'e övgüler yağdırıyor isim vermeden, gazeteciye saygılı patron olduktan sonra yürütürsün işi. Bir Ferit Şahenk var Türkiye'de, ne anlatsam azmış gibi geliyor adam için. Türkiye'de ileride yönetimde yer alması gereken bir adam.
"FERİT ŞAHENK, İLERİDE YÖNETİMDE YER ALMASI GEREKEN BİR ADAM"
Özelliği?
Özelliği şu: Bir, çalışanına saygı duyuyor, iki, bugüne kadar bir tek kere yaptığım habere müdahale etmedi, ben Karadeniz otoyoluna karşı mücadele verirken NTV'deydim, kurum içinde bile tedirginlik yaşanırken, aileden bir tek tepki gelmedi, yolun büyük bölümünü Doğuş İnşaat yapıyordu. -Hayır, o sizin işiniz dediler. Yani böyle bir aile ile de çalıştım benim şansım. Aynı şeyi şimdi ben, TRT'de de buluyorum, inkar etmemek lazım.
"RECEP TAYYİP ERDOĞAN, GİDİP DERDİNİ ANLATABİLECEĞİN, KONUŞTUĞUN HATTA SAYGI ÖLÇÜLERİ İÇİNDE ELEŞTİREBİLDİĞİN BİRİSİ"
"Helal olsun Tayfun'a... Dinci bir iktidarın gözdesi olabildi, böyle biri nasıl AKP ile özdeş olur onu anlamakta zorluğum var"diye yazan Sebahattin Önkibar gibi düşünenlere cevabınız ne olur? Yani AKP ile sizin beraber yürüyeceğiniz bir yol yok mu?
Ne kadar yanlış. Diyor ki markist, ben bunu geçen Vakit'e de söyledim, miksimist mi diye anladı, Markist olmak kolay bir iş değildir, okumak durumdasın, harcamak zorundasınız. Beraber yürüyeceğimiz yol, Sayın Başbakan teveccüh gösterdiler, geçen seçimde söylediler, 2002'de de milletvekilliği için söylemişlerdi, fakat ben şunu söyledim:"Herkes, bulunduğu yerde faydalı olmalı, bir adam bir meslekte başarılıysa,- hadi bakalım parlamento denmemeli, bırakın da ben burada buluyum doğru yanlışı, keşke acayip taklitleri çıkacağına bamteli gibi bir program çıksaydı, daha doğrusu insanların gidip, zaaflarını bulmak yerine insanların yaşama biçimlerini ve daha iyi yaşaması için benim gibi Türkiye veri tablosu çıkartsaydı. Şunu da söyledim, "Ben size daha faydalı olurum, size derken bu memlekette iyi bir şeyler yapılıyorsa bunlar ekranda, çocuklarımıza bunlar iyi örnek olmalı, çocuğa bilmem ne sanatçısı, gecede 200 bin dolar aldı dersen çocuk ona özenecek. Oysa Mehmet Barlas'a özenmeli, 8 saat okuyor, kolay bir iş mi Türkiye'de. Gazeteciyse Çetin Altan'a özenmeli, sanatçıysa Fazıl Say'a özenmeli. İyi örnekler sunulmalı topluma, birisi bunu söylemeli, ben bu işi yapıyorum, benim yaşama biçimim o anlamda sizi zora sokabilir, teşekkür ederim, teveccühünüz dedim, o da çok anlayışla karşıladı bunu. Siz çok hoşgörülü bir adamsınız ama şunu da söyleyeyim, Recep Tayyip Erdoğan, gidip derdini anlatabileceğin, konuştuğun hatta saygı ölçüleri içinde eleştirebildiğin birisi...Yani efendim bu yanlış değil mi diye gazetecilik dışında yaptığım muhabbetler vardır. Adam senin bilgine önem veriyor. Biz zaman zaman konuşuyoruz, Anadolu'da şu var, bu var anlatıyorum. O da arıyor, sadece balıkçıyı da arıyor. Bunu söyleyince AK Partili misin diye soruluyor ama bu benim yaptığım bir tespittir. AK Parti'ye karşıysa sövmek zorundasınız. CHP'ye ne kadar yakınsam, AK Partiye de o kadar yakınım diyeceğim ters olacak çünkü AK Parti'yi o anlamda düşünürsen, daha sol fikirleri var.
"BENDEN DENİZ GEZMİŞ CESARETİ BEKLEMESİNLER"
AK Parti daha sol diyorsunuz da...Bir önceki belediye seçimlerinde CHP'de Yılmaz Ateş'ten de önce sizin isminiz konuşuluyordu fakat siz, mesleğinizin en verimli çağında olduğunuzu belirterek bu teklifi reddettiniz. Sol elin sağ ele faydası olamayacağı hale mi geldi sizce solculuk?
Aynen öyle. Biz birbirimizi sevmiyorum. Benden Deniz Gezmiş cesareti bekleme kardeşim, çağ farklıdır, o dönem yaşanmıştır, biz bir puzzle'ın parçasıyız, ben gidip Anadolu anlatayım, sen gidip başka bir tarafını al ama bu halkın bilinçlenmesi ve eğitimi konusunda kendimizce bir şey yapalım. Bunu da kıyak olsun diye yaptığım yok. Biz daha huzurlu yaşamak istiyorsak her çocuğa sahip çıkmak iddiasındayım ben. Romantikliği bırakın, bu gök kubbe altında yaşıyorsak, yarın bir arabanın altında ezilmek istemiyorsak, bir yerde bıçaklanmak istemiyorsak, herkesin o anlamda o asgari eğitim düzeyine kavuşması gerekiyor. Bunun için çabalıyorum, siyah beyaz kartpostal satmıyorum ben, onun sömürüsünü yapmıyorum, emek veriyorum, on dakikalık haber için dört günümü harcıyorum. Geçen Dilova kaymakamı,"-abi, ben böyle bir çalışma görmedim"diyor. Dört gün, -30'da çalıştık, ama niye? bir tek yanlış bir şey bir sürü insanın yaşantısını etkileyebilir. Dikkat edilmiyormuş, bir kişi dikkat eder kardeşim, gazetecilik sorumluluk isteyen bir iştir.
"BELEDİYE BAŞKANLIĞI YAPAMAM"
Savaş Ay'ın da sizin aday olacağınız kendisine söylendiğinde, yanıtı "Tayfun siyasete atılacak kadar kötü gazeteci değildir"olmuş. Gazetecilik, siyasetin üstünde bir meslek mi?
Hayır hiç bir şey hiç bir şeyin üstünde değil. Herkes kendi işini yapsın. Bizde gazeteciler yönetime soyunuyor, problem bu. Bunu bir örnekle veriyim, Yeniyüzyıl'da yazı yazarken, bir büyük elçi yazılarınızı takip ediyorum dedi, öyle hoşuma gitti ki, niye, sen bana akıl öğretmiyorsun, sen durumu tespit ediyorsun, ben kararı veriyorum, ben o zaman 27 yaşındayım...Biz de herkes ahkam kesiyor, herkes yön gösteriyor, bu böyle olmalı diyor, yön gösterecek yaşı geçtir bu işin. Haddini bileceksin...'Ben ne yaptım' diyeceksin "Haddini bileceksin"Çıkıyorsun, halk seni alkışlıyor, o da senin alt yapının bozukluğundan. Önce sen kendim diyeceksin. Mehmet Barlas'ın, Bekir Coşkun'un...onların bulunduğu yerde Atatürk'ü anlatmam, gazetecilik dersi vermem, haddini bileceksin. Türkiye haddini bilmeyi de öğretecek insanlara. Ben haddimi biliyorum, neyi yapıp neyi yapamayacağımı iyi biliyorum. Ben "Belediye Başkanlığı yapamam"dedim.Yapamam da, benim yüzüm o kadar yumuşak ki. Birisini işten çıkartamazsın, çoluk çocuğu gelse ben oturup beraber ağlayan bir adamım. Ben askerde bölükten ayrıldım, Albay, "senden sonra bölüğü üç aydır disiplin edemiyoruz dedi." O hasta nöbete çıkmasın, aman oğlum oraya koş, aman onun annesi....Benden o anlamda bir şey beklenemez. Yönetici olmak çok farklı bir şeydir. Benim yönetici olma yaşım şimdi geldi. Sevgiyle, sana duyulan saygıyla, normali de budur zaten. 25 yaşında bir adamı Genel Yayın Yönetmeni yapamazsın ağabeyciğim. Türk basınındaki en büyük problem, bir kısmın milleti salak zannetmesi. Bu millet her şeyi çok iyi değerlendiriyor. Önkibar'ın altındaki yorumları okuduysan göreceksin, herkes o kadar iyi görüyor ki. Adamın biri kalkıyor, radyoda bir gazeteye sövüyor, ertesi gün köşe yazarı oluyor, sonra bir başka patrona sövüyor, o patronun yanına geçiyor ve yüzyüze bakabiliyorlar o patronla, ben anlamıyorum, birbirlerine mübarek olsunlar da ben çözemiyorum. Barışmak ayrı bir şeydir, ilkesizlik ayrı bir şeydir. Hadi oraya ekonomik nedenlerle gittin ama hiç olmazsa aynı saldırganlığı orada gösterme. Başbakan'a Genel Başkanken köylü yazacaksın, Başbakan olunca diyeceksin ki,"İyi adammış", şimdi başka bir gruba geçip yine muhalefet edeceksin. Bunu insanlar görüyorlar artık. Bir şey hem iyi hem kötü olamaz. Zamana göre düşünceler değişmez. Değişen sen mi, karşıdaki mi bunu iyi hesap etmek zorundasın.
"BAMTELİ'NDE SOSYAL İÇERİKLİ MESAJLAR VERDİĞİM DOĞRUDUR"
Peki bu değişimler fark edilince neler oluyor mesela Özlem Albayrak yenişafak'ta köşesinde, yaptığınız programla asli görevinizin dışına çıkarak, izleyiciye siyasi mesajlar verdiğinizi yazmıştı. Sosyal içerikli mesaj kaygısı içine düştünüz mü gerçekten?
Tespiti doğrudur, sosyal içerikli bir mesaj veriyorum. Eleştirel olarak yazmış, teşekkür ediyorum kendisine, ben bunu bir kaygıyla yapmıyorum, yine en yakın örnek olduğu için söylüyorum, Kars'ın Digor'u bugüne kadar hep terörle anılıyordu, bir Kaymakam gitti, köy köy dolaşıp bir koro kurdu çocuklardan, size göre çok basit bu değil mi koro ama Digor'a göre ne anlama geldiğini biliyor musun? Anne Türkçe bilmiyor ama çocuk canavar gibi, Kürtçe de konuşuyor ama Kaymakam'a saygı duyuyor çünkü Kaymakam onu dışlamıyor, kötülemiyor, ötekileştirmiyor. Ben bunu söyleyince burada bir mesaj var, evet siz ötekileştirmezseniz, eşit davranırsanız baba da, Kaymakam'a çocuğumu nereye götürürseniz götürün, ben onlara güveniyorum diyor. Bu mesaj zaten, bunu ben vermiyorum, insanlar veriyor. Herşey elbette bir mesaj taşır ama kör göze parmağı sokmazsınız. Kötü bir şey yazmamış bence. Çok enterasandır, bizim Başbakan'la olan diyalogumuz, bamtelindendir, o dokunuştur, AK Partinin ilk çıkışında ben Amerika'yı yeniden keşfetmedim, sadece gittim ve insanlara dokundum, merhaba dedim, inançlarına saygı duydum. Bugüne kadar bamtelinde inançlara, ideolojilere ilişkin hiçbir şey bulamazsın, niye imam olmak istiyorsun demiyorum, imam olmak istiyorsa, aferin oğlum en iyisini olursun diyorum. Onu benim deme yetkim yok.
"EĞER ERDOĞAN BAZI GAZETE YAZARLARININ İŞ TAKİBİNE MÜSAADE ETSEYDİ HALA O İLK MESLEKLERİNİ SÜRDÜRECEKLERDİ"
Bazı konularda şaşkınlığınızı gizlemiyorsunuz ama şunu sormak istiyorum öncelikle.............."Benim mücadelem her zaman İstanbul dukalığı ile medya tröstü ve kartel medyası ile olmuştur" diyorsunuz. Medyanın saldırganlaşmaması için nasıl bir tokluğa ihtiyacı var sizce, Kürtçe dilde yayın yasağının aşılması neye işaret ediyor?
Bu dukalıklar benim lafım değil ama sistem meselesi var ya, dışarıda bırakılmalar, aynı siyasetteki gibi, nasıl Deniz Baykal yanında kimseyi barındırmıyorsa o Genel Yayın Yönetmeni de kimseyi barındırmıyor. O arkadaşa ben şunu söylemiştim, "beni bu medya savaşları içine sokma, ben çoğu görüşüne katılabilirim ama benim de problemim var o anlamda" Şunu yazmış, Markist örgüt üyesi, bunlar davalık konular da bu tür şeyler yakışı kalacak şeyler değil, bana bunu yapıyorsanız vatandaşa ne yapacaksınız? Benim dediği dukalık, bir takım adamlara çok yüksek ücret verip, her adam çıkartmada asgari ücretlileri çıkartarak hükümetle bağlantılarını kuranlardır. Benzerliklerini söyleyeyim, ilk defa bir Başbakan basınla iş yapmadı, yani yazarla açıp, şu işi patrona bağlayın diyemediği için bu problem vardır. Eğer Recep Tayyip Erdoğan bu gazete yazarlarının iş takibine müsaade etseydi, hala o ilk mesleklerini sürdüreceklerdi. Bugün bir takım adamlar bunu söylüyorsa kesinlikle eski alışkanlıklarından vazgeçemiyorlar.Mesut Yılmaz'a, Cem Uzan telefon açıyordu, Güneri Civaoğlu, Tansu Çiller'e açıp söylüyordu, yani konuşuyorlardı bir takım adamlar patronları adına ama birden bire çizildiği iş. Elbetteki onların da kendilerine yakın gazetecilerle işleri olabilir bilemiyorum ama bu da çok doğal bir sonuç...Dünya konjonktörü aynı noktaya gidiyor, Obama, Recep Tayyip Erdoğan, Ahmedi Nejat, Sarkozy, çok farklı görünmesine rağmen halk gibi ve doğal davranan adamlardır. Artık üst katta bir yönetici görmek istemiyor kimse, eğitimli adam sayısı arttı, zorluyor sistemi, siz cahilsiniz oturun yok, şimdi hepimiz pastadan pay istiyoruz.
"RUHUN KOMÜNİST DEĞİLSE, İŞTE ŞİMDİKİ TÜRKİYE OLURSUN"
"Marksist olmak ekonomik güç ister, ben çalışmak zorundaydım, yaşam biçimim buna uygun değildi"demiştiniz. Peki sizin özgürlük dünyanız komünizme değilse nereye kadar varabilirdi?
İnsanlara bunlar öğretilmez, insanlar büyürken hoşgörüyü öğrenirler, eğitim onun üstüne bir sostur, siz sürekli babası sürekli komşuyla kavga eden bir adam yada pijamayla sokağa çıkan yada dolmuşta parayı verirken sürekli kavga çıkaran bir adama, sokağa tüküren, dişlerini fırçalamayan bir adama, konuşurken sigarasını yüzüne üfleyen bir adama yada sigara içilmeyen bir yerde illa ben sigara içeceğim diye tutturan bir adama yada tam tersi olarak içen adama birisinin lüzumsuz müdahalesi...Bunlar öğretilmez, bu bir yaşam biçimidir, doğasından gelir, o doğa eğitimle yıllarca beslenir, üniversitede bir adamı demokrat yapamazsın, üniversite komünist yapamazsın, bunlar zor işlerdir, komünistsen komünist gibi yaşaman lazımdır. Sen kimlik duygusu olarak örgütlenebilirsin, ama ruhun komünist değilse, işte şimdiki Türkiye olursun.Komünistlik zor iştir, faşistlik de zor iştir, liberallik de zor iştir, bunların hepsi bir alt yapı gerektirir. İşinize geldiği kısmında, bırakınız yapsınlar kısmında, kredileri alıyım, ben liberalim diyemezsiniz. Derseniz bugünkü Türkiye olur. Kriz diyorlar mesela. Dedim ki Sarıkamış'ta, "-Kız sen ne krizi diyorsun?" Ya ağzımız alışmış abi, bizim krizle ne alakamız var"diyor. 700 lira maaş alan adamın krizle alakası ne? Üstelik de 700 milyon maaş alan için her şey çok daha ucuz, mesele bu.
"MİLLETİ SEVMEK, VATANINI SEVMEK, HALKI DÜŞÜNMEK HİÇ KİMSENİN TEKELİNDE DEĞİL"
Sizin kimliğinizi neyin üstüne kurduğunuzu merak ediyorum....Yalçın Bayer, kaymakamlık mevzusunu o dönemlerin İçişleri Bakanlığı Müsteşarı -sonradan ANAP milletvekili- Galip Demirel'in ‘‘Biz, Müslümanları kaymakam yaparız!''sözüyle köşesine taşımış. Bunu hakaret olarak algılamadınız mı?
Evet, hakaret değil, ötekileştirmeye karşıyım, bugün nasıl birisi yazıyorsa Marksist, örgütçü, AK Partili diye illa bizi bir kalıba sokmak zorunda mı insanlar? Benim karşıtlığım oydu. Dedim ki, "hakkımız, okul birincisini yiyorsun."Adam, direk, biz Müslümanları kaymakam yaparız dedi. Çocukların hepsi Müslüman dedi. Çocuklara bir şey demiyorum dedim, sözcü bendim yine. Benim ağrıma o gitti. Sen kriminolog musun, gözümüze bakıp mezhebimizi mi tespit edeceksin? Bu yanlış ama aynı yanlışı sadece bir taraftan almadım. Şimdi bana gelen saldırılarda da aynı tepkiyi veriyorum, -o adam faşist orada olmaz! Hayır işini çok iyi yapıyorsa yapar. Beypazarı Belediye Başkanıyla haber yapıyorum, çıkarken dedim ki -Başkan sen hangi partidensin? Banane adam iyi bir şey yapıyor. Efendim MHP ile gidemeyiz, niye gidemeyiz, neye göre gidemiyoruz? Milleti sevmek, vatanını sevmek, halkı düşünmek hiç kimsenin tekelinde değil. Ötekileşmeye ve dışlamaya karşıyım, üretmeyen insanlar, düşmanlar yaratırlar karşılarına. Çünkü düşman yaratırsan, karşında düşman var diye kenetlenirsin, bütün mesele bu. Program danışmanımız Prof. Servet Özdemir, sağcı ve üstelik de ülkücü kökenli bir adamdır. Bir tek fikrimiz ayrı değil, çok az noktalarda birbirimizden ayrılırız. 12 Eylül'den önce niye birbirimizi yiyorduk dedim. Şiddet kısmına karşıyım. Türkiye bizim oğlan, bizim kız'dan vazgeçecek. Döven bizdense iyi adamdır, dövülen bizdense iyi adamdır demeyecek. Bizim oğlan, bizim kız yok, işini yapan, yapmayan, üreten, üretmeyen kavgasıdır bu. Bir yere ait olursanız, üretmezseniz oradan sıyrılmaya çalışırsınız ideolojik olarak. Sivil Toplum örgütlerinin en büyük başarısızlığı, meslek grupları dışında, kendi mesleki çıkarları dışında farklı şeylere yöneldikleri için ideolojik bölünmeler vardır. Sağcı, solcu, ülkücü sendika var. Yani bir tek insanca yaşama amacımız yok mu? İşin içine ideolojileri kattığın zaman iş farklılaşıyor. O zaman sen bir kimlik duygusu için bu işi yapıyorsun oluyor. O meslek örgütü için yapmıyorsun bunu. Elbette ki dünya meseleleri ile ilgili bir sendika, meslek örgütü görüş bildirecek ama bunu hükümete veya yargıya taşımayacak. Mesela eczacılar demokratik eylem yapıyorlar Türkiye'de. Doğrusu budur. Hükümet gitsin demiyor, diyor ki, senin bizden para tahsil etmen yanlış. Meslek örgütü budur. Böyle olunca bölünmezsin. Hükümet sağcıysa sendika pasifleşiyor, solcuysa şahinleşiyor, yok böyle bir şey!
"SAMANYOLU'NDAKİ AYNA, GÜZEL BİR PROGRAM AMA SONUN FETHULLAH HOCAYA BAĞLAMASA!"
Üretemeyenler karşılarındaki düşman ilan ederler diyorsunuz. Hem televizyonların ozanı, hem Evliya Çelebisi, hem de reyting abukluğunun hegemonyasından programınızı kurtarmayı başarmış bir gazetecisiniz. Programın ömrünün sizinle sınırlı kalmaması neler hissettirdi peki? Yani benzerlerinin türemesi?
Aslında zaman zaman da olsa aynı amaca ulaşan değişik programlar oldu arada. Bilgilendirmeye yönelik, insanların çıkarım yapabileceği, Coşkun'un Türkiye'deki değil ama yurtdışındaki programları çok güzeldi. Samanyolu'nda Ayna diye bir program var, sonunda illa Fethullah Hoca'nın okullarına bağlamasa daha iyi olacak ama çaresiz sponsor, ona da hak veriyorum ama güzel bir program yapıyor çocuk. En azından objektif bir şeyler veriyor. Mesela Gezelim Görelim yapıyor Nuray, ben insan unsuru işliyorum, o biraz daha doğa unsuru işliyor, yer işliyor. Ben biraz daha Özlem Albayrak'ın dediği gibi sosyal içerikli kısmındayım. Ama çok güzel yapıyor işini, hiç kimseye de o niye bunu yaptı demiyor. Onun için ben bunları pek kale almıyorum. Bir tane türkücü çıkar, İbrahim Tatlıses de türkücü müdür der. Hay da! Gündeme gelmek için. Birisi kalkıp, Tayfun Talipoğlu için söylediklerine cevap bile vermem. Yapan yapar, yapamayan eleştirmen olarak kalır. Adam hiçbir şey üretmeden seni eleştiriyor yani sen bir gazeteden haksız yere atılıyorsun, aynı adamın sesi yok, Tayfun'u niye attınız diye tek satır bile yazmıyor. Ama sen TRT'desin, orası sana yakışmıyor diyorlar.Niye yakışmıyor? Biz ilkelerimizden yada insani düşüncelerimizden, duruşumuzdan taviz mi vermişiz? hayır, peşin yargı. Geçen gün bir yerde okudum, diyor ki, "Bir sabah kalksak ki, herkes eşit, herkes aynı renk, herkes aynı düşüncede, herkes aynı boyda, peşin yargıları üretmek için çok zorlanacağız. "İlla bir kategori, sağcı, dinci..Bu ne ya?
Evet kategori deyince.....14 yıldan bu yana devam eden 'Bam Teli' için, çocuklar ve kadınlar üzerinde yoğunlaşmanızı, bu ülkenin kadınlarının, erkeklerinden daha delikanlı olması şeklinde açıklıyorsunuz. Peki sizce erkekler bu programdan bu mesajı almış mıdır? Ve kadınlarına daha farklı gözle bakmalarını sağladığınıza inanıyor musunuz?
İnanıyorum. Röportajlardan çıkarttım ben bunu. Kız ve erkek çocuğunu alıyorsun, iki ay içinde aynı okula koyuyorsun, iki ay içinde röportaj yapıyorsun, kız çocuğu müthiş konuşuyor, erkek susuyor. Sonra çözdük bunu, erkek çocuk babaya benzemeyi yeterli sayıyor kendince. Bunu Rize'nin Kocaköy'ün Aslanlı mezrasından bir kız, "Onlar kendini anlatmak zorunda değil"diyor bu Türkçe ile, biz kendimizi anlatmak zorundayız" Düşünebiliyor musun? Böyle bir tespit var ortada. Bundan tabi ki erkekler mesaj alıyor. Kıza hediye veriyorsun, erkek kardeşine saklıyor. Böyle alıştırmışlar o konuda. Ve kadınlar il, ilçe başkanından çekinmiyor, erkek biraz iş kaygısından tırsıyor.
"TÜRKİYE 1975'TE BİRİNCİ MC(MİLLİYETÇİ CEPHE)İLE ÇUVALLAMIŞTIR.",
"YABANCI SERMAYE OLMASIN, BU BİR DURUŞ, SAYGI DUYARIM, ALTIN ÇIKMASIN'A DUYMAM"
Yorumu olmayan, ayna gibi önümüzde duran sohbetlerin kitabı, Çoluk Çocuk Yazıları...Peki ‘genç-yaşlı' olgusu neden kurumuş bir yufka gibi nasıl kullanacağınızı bilemediğiniz bir malzeme olarak kalıyor?
Bizim kuşaktan ümidi kestiğim için. Çünkü bizim kuşak, çok defolar yaşadı, çok kırıldı, inşallah bu çocuklar kırılmazlar, ondan kaynaklanıyor. Bizim kuşak, darbelerle, ötekileştirmelerle o kadar kırıldı ki! Hala kalkıyor birisi bir belgesel yapıyor, birini ötekileştiriyor, alevi, Sünni diye. Geçen gün bana birisi Malatya'da ilkokul dönemlerinden Ermeni var mıydı diye sordu. Sonra bir düşündüm, bizim dönemimizde yanında oturan adam, alevi mi, Sünni mi, Kürt mü bilmezdik ki. Aklıma bile gelemezdi. Türkiye 1975'te Birinci MC(Milliyetçi Cephe)ile çuvallamıştır. O dönemde Türkiye, bu ötekileştirmelerle üretimsizliğini siyasi anlamda körükleyerek bu hale gelmiştir. Ve giderek sloganlarla yaşayan, düşünmeyen, birbirine saldırarak, kimlik bulan bir toplum haline geldik biz. Ve o insanlar umduklarını bulamayınca bir yerlere gittiler. Çevrecilik bir bütündür, yaşam biçimidir de, çevreciysen sigara içmemen lazım, sigaralara üflediğin zaman binde iki siyanür var, sigara içiyorsun ama altın madeninin siyanürüne karşısın, Yalan. İdeolojik söylemlerini çevreciliğe atamazsın. Altın madeni konusunda, çok eleştirildim. Diyorum ki, Türkiye'ye 300 bin ton siyanür giriyor, siyanüre karşıysam, yanınızda değilsem namerdim ama siz 3 bin tonu kullanılan altına karşısınız. 297 bin tonu nerede düşünüyor musunuz? Biye bir tek altın?Bir bütün olman gerekiyor. Boğaza karşı yalısı olan herkes çevreci oluyor, önüne başkası yapılmasın diye, ben yapayım, sonrasında çevreciyiz, sen niye yaptın? Nasılsınız'ın sloganı da öyle, kulaktan dolma bilgilere bizim düşmanlıklarımız var. Bana altıncılardan yanasın diyorlar. Değilim, Kaz dağlarında altın çıkmaz ama Uşak'ta çıksın, hiçbir şey yok, ağaç vs....Kaz dağının getirisi, götürüsü farklıdır orası farklı. Biz kendimizi solcu düşünürken, bu madenleri çıkartmıyor emperyalistler diyorduk, şimdi çıkarıyorlar. Yabancı sermaye olmasın, bu bir duruş, saygı duyarım, altın çıkmasın'a duymam. Biz yabancı sermayeye karşıyız, bizim madenlerimizi biz çıkartalım, eyvallah başımın üstünde yerleri var. Sen sadece gözünün önünde gördüğünü söylüyorsun, Hilal Mağaraları giderken neredeydiniz arkadaşlar? Türkiye'de bir sürü yer kayboldu gitti neredeydiniz? Uluslarası medya çevreciyse çevreciyiz, değilse değiliz. Şimdi Hasankeyf medyatik olduğu için hepimiz çevreciyiz. Hasankeyf yıllardır yıkılacak gibi duruyor, hangimiz gidip bir taş koyduk? Hasankeyf benim habere kadar kebapçıydı, burada kebapçı olmaz demedi kimse, ‘su gelmesin' Çoban Ahmet var orada, adama yükleniyor, bir gün dedi ki, biz bir göz odada yaşıyoruz, siz soruyor musunuz nasıl yaşıyorsunuz diye?
Evet sloganından bahsettiğiniz 'Nasılsınız?' adlı programda çeşitli meslek gruplarıyla birlikte gündemi sorguluyorsunuz. Size en ağır gelen gündem maddesi ne oldu?Aslında benim tartışmak istediğim konu bu değildi dediğiniz?
Konuşmacılardan kaynaklanalar oldu. Mesela müzik programı öyle oldu, istediğim gibi olmadı ben müzikte niye bu dejenerasyon yaşanıyor bunu tartışalım istiyordum ama oların hiç biri konuşulmadı.
"BEN METİNLERİMİ NEY, İNCE SAZ EŞLİĞİNDE YAZARIM"
Müzik dedik de..."Hangi programa katılsa şarkı söyler, albüm bile çıkardı."diyor Cengiz Semercioğlu sizin için. Seyyah ve Bamteli Yol müzikleri albümlerinize de bakılacak olursa müzik kaleminizin mi, kulağınızın mı püskülü?
Bence kulağımın da ama aslında kalemimin püskülü. Ben ney eşliğinde, ince sazda yazarım metinlerimi. Türkçe'de ilk kez biz kullandık, bu enstrümantal müzikleri. Nacide onun için çok ekonomik sıkıntıya düştü ama çok iyi şeyler de çıkarttı o zaman. Ve izinliydik biz. Orada da üzüldüğüm bir şey, MESAM kurulmamış daha, altında özellikle dikkat ederim,"Yedi Karanfil5"diye. Yönetmeni benim adımı koymamışsınız diye dava açtı, yakın da arkadaşım, etme dedim, şudur budur, benim gibi adama haksızlıktı, gel programa telif hakların için konuş da dedim ama dava açacağını söyledi, açtı...
"KURUMLARLA PAZARLIĞIMDA NAKİT SÖYLEMEDİM, KURUMA VE YAPTIĞIM İŞE YAKIŞIR ÜCRET TALEP ETTİM"
"BENİM TAKLİDİM DİYE YOLA ÇIKAN HABER KARŞILIĞI PARA İSTEYENLER SOYTARIDIR"
Halbuki gerçekten sizi tanıyan bilir.....Bir gün bir apartman kapıcısı yolunuzu kesmiş ve sizden kendi ilçesine gidip, program yapmanız karşılığında masraflarınızı karşılayacağını söylemiş. Siz de,"Ben bir yere gidecek olursam harcamalarımı kendim yaparım''yanıtını vermişsiniz. İş ahlakını korumak için nelerden vazgeçtiniz?
Ben kurumlarla pazarlık yaparken hiç parayı nakit söylemedim, şu kadar istiyorum diye. "Ben, bu kuruma ve yaptığım işe yakışır bir ücret istiyorum "dedim. Ankara'da muhabirsem, bana bir politikacı bana bir şey ısmarladıysa benim de ısmarlayacak param olmalı kardeşim, muhabirken de bunu yapıyordum, çünkü ben hiç gece eve uğramıyordum ve ben de o parayı öyle harcamalıydım, iki, diyordum ki insanlara, otellerini merkezden ayarlayın gazetecilerin, çünkü o en ucuz otelde kalıyor, ser sefil ki o parayı arttırsın diye, gazetecinin gittiği yerde sağlıklı olması lazım. Benim Kuzey Irak'ta tahta kurusu gelmesin diye viski döküp, yatağa yattığım da oldu. Ama şimdi Kars'tayım, dediler ki, öğretmen evinde yer var, efendim ben gittiğim yerde otelde kalırım dedim.Kentin ekonomisi de öyle, her gelen öğretmen evinde kalırsa ne olacak? Benim kızdığım geçen gün bir televizyoncuyu şikayet ettim, serzenişte bulundum, belediye başkanından şu kadar para istiyor, seni çıkartacağım diye benim taklidim diye yola çıkan, ki bunlar soytarıdır. Haber parayla yapılmaz. Ben bir söyleşiye giderken para alırım, yaptığım iştir, ben gidip bu belediyenin haberini yapacağım bana para verin demem, derseniz, özgür olmaz o haber. Çünkü yiyen ağız utanır.
"MESLEK HAYATIMDA, BİR TEK ARDAN ZENTÜRK'TEN ÖZÜR DİLİYORUM."
Peki "Benim Yolum" isimli kitabınızda, İstanbulspor'un maç kaybetmemesi için bir toplantıyı nasıl bastığınız, bir dönemin Beden Terbiyesi Genel Müdürünü milli maçın sadece Star'da yayınlanması için nasıl tehdit ettiğiniz ve Özal'ın yetkilerini kısacak By-Pass Yasası'nın, Özal yurtdışında olduğu için kendisine vekalet eden Yılmaz Hocaoğlu tarafından onaylanması için nasıl tehdit yoluna başvurduğunuza değiniyorsunuz. Bunlar sizi yansıtan kaçıncı boyut?
Şu özeleştiriyi yapan kaç adam var? Çaresizsin. Onların hepsi şöyle oldu, Beden Terbiyesi Müdürüne diyorum ki, "Ben senin kelini kopartmaya geldim, ya seni görmemiş olayım, ya" "yoo gör "dedi adam bana. Sorayım, sor, böyle sorular soracağım, ya görmemiş olayım, ama sorarsam bunu soracağım, böyle görevlendirildim, en azından vicdanımı rahatlattım, kendileri söylediler, adam da hiç çekinmedi. Hocaoğlu rahmetliye, böyle bir haber var, görmemiş olayım isterseniz dedim, Cem Uzan seni bekliyor, yok dedi, peki niye konuşmuyor, beni niye yiyorsunuz o zaman, kimseyi o anlamda üzmek istemedim, benim iki yerde pişmanlığım vardır, bir Ardan Zentürk'e karşı bir haksızlık ettiğimi düşünüyorum kitabımda, olay doğrudur ama yanlış anlaşılmış cümlelerimden...Sonra çıkarttım o bölümü, Ardan'ın da hatası vardı, sekreterler atıldı onun gitmesinden ama orada biriyle bir ilişkisi varmış gibi yansımış. Ondan özür diliyorum. Meslek hayatımda, gazeteci olarak bir tek ondan özür diliyorum.
"APO'YLA GÖRÜŞMEYE GİTTİĞİMDE, MASASININ ÜZERİNDE, BENİM BAŞKANIM İMZALI KİTABIM DURUYORDU"
Meslek hayatınızın önemli bir dönüm noktası da var. Apo ile Roma'da görüşen ama röportajı yayınlanamayan gazetecilerdensiniz. Bu görüşmede sorularınızı gazetecilik dürtülerinizin dışında hangi etkenler belirledi?
İçeri girdiğim andan itibaren benim ilk sözüm şuydu Abdullah Öcalan'a. Elini açtı, hoş geldin"deyince, dedim ki, -Aman ha şehit aileleri duyar bizi parçalarlar" O da bana dedi ki, "Seni bunun için seviyorum, duruşundan, bu adam geldi Şam'a, Başkanım Başkanım dedi, şimdi de diyor ki Apo'yu almaya geliyorum, aslında sen böyle bir adam değilsin"dedi. Baktım ki masada kitabım duruyor, "Başkanıma saygılarla" Birisi imza gününde imzalatmış, oraya kadar gitmiş, o günden beri isimsiz imzalamıyorum. Ben Abdullah Öcalan'a niye ben dedim..Dedi ki, ben bir sürü adamla konuştum ama bunların hepsi bir tarafın adamıydı, oysa seni TC'de çok seviyor, Kürtler de çok seviyor, ve bütün arkadaşlarım senin için aynı şeyi söylüyor, bunu da çok iyi anlamış değilim, bu sevgi nasıl her taraftan akıyor"deyince ben de dedim ki, " Ben de dedim ki,"Ben Kürt haberi yapmıyorum, ben bu bölgedeki yaşam koşulları düzelsin, eğitim olsun diyorum ama Kastamonu'da da diyorum" Benim kıstaslarım yok. Türkiye'de Kürtçe'yi Adana'da, tarlada, tercümanla ilk kullanan benim, 15 sene evvel kimse de bana bir şey demedi. Çünkü niyet belliydi. Sonra Abdullah Öcalan bana dedi ki, "Biliyorum devlet seni dinleyecek, onun içindir ki sen barış önerimi götüresin" Ben de, "Türkiye'ye gelip, siyaset yapman çok zor ama sen bir gün gelirsen, hiç olmazsa tespitlerini doğru yap, çok insan öldü, boşa ölmüş olmasın"
"ÇOCUKLAR TÜRBAN TARTIŞMASININ İÇİNDE OLMAMALI"
Niyetlerini en çok sorguladığınız kesim çocuklar.....'Türkiye'nin çocukları ne düşünüyor'u anlatmak için çok ceht gösterdiniz. Peki bu konuda aldığınız yanıtlardan sizi karamsarlığa itenleri hangileriydi?
Zira, "Manavgat'ın Beşkonak beldesinde ilköğretim öğrencileri ile yaptığınız çekimde, dinimizi özgür yaşayamıyoruz, başımızı örtmek istiyoruz diyen çocuklar karşısında şaşkınlığınızı gizleyememiştiniz.
Rafting yapıyorlar ama orada bir cemaat örgütlendiği için o cemaatin da kaygısıyla bunu söylüyor. Düşünsenize mayosunu giyip rafting yapan bir çocuk,"Örtünmek istiyoruz"diyor. Bu bir çelişki. Bir çocuk yetişkin olup başını örtebilir bu bir tercih ama altı yaşında bir çocuk bunları çok hesap edemez, bu yanlış biliyor musunuz? Yani PKK'nın küçük çocukları önde kullanmasıyla, bu çocukların da burada kullanılması bence yanlış. Aileler çocuklarını istediği gibi yetiştirebilirler buna hiçbir itirazım yok ama o çocuklar bu türban tartışmasının içinde olmamalı. Örtünsünler ama o tartışmayı yapacak düzeyde değiller.
"DTP, İSMAİL YK GELECEK DİYE GÜÇLÜKONAK'TA ADAM TOPLUYORSA PKK'DAN KORKMAYIN"
Bu konuyu "az gittik uz gittik, türbana takıldık" diye yazınıza taşıyorsunuz. Bu ülkenin kızları yaralarını tülbentle sarıyorlarmış gibi mi geliyor size?
Hayır öyle gelmiyor tabi ki, türban meselesi o kadar uzadı ki, ben artık türban meselesinden yola çıkarak şu tespiti yaptım, "Arkadaşlar hiçbir şeyden korkmayın, bu ülkenin sulandırmadığı hiç bir şey yok, popüler kültür Kenan Evren'in başarısı, türban da sulandı, modern türban, defilesi, işin tabiri caizse boku çöktü"dedim. PKK'dan da korkmayın diyorum ben, Güçlükonak'ta İsmail YK gelecek diye adam topluyorsa DTP, geçmiş olsun arkadaşlar!
"YEDİĞİM ÇEKİRDEK DEĞİL, PAPAĞAN YEMİ İMİŞ"
Ne Çoktular Ne Kadar Çocuktular'da, "Üstünde taşıdığı kadar seni, hakkı var yolun, Ağırlığınca basmalısın toprağa" diyorsunuz. Fikret Otyam'ın Gide Gide GAP yazdığı, sizin de (Semra hanımın tabiriyle) Yiye Yiye Anadolu yazdığınız yolculuklarınızdan yorgunluk duymuyor musunuz artık?
Yok, tam yorulduğum yerde çok güzel şeyler duydum çünkü. Yiye yiye'yi yazarken bile bunlar ekonomik anlamda anlar dedim ama ben çok yemek yerim, benim bir hikayem var, geçen gün televizyonda anlattım, pis boğaz bir adamım, çekirdek yiyorum, İstanbul'da baharatçıda, yarım saat sonra dedim ki, abi nasıl çekirdek bu? Abi söyleyeceğim söyleyeceğim söyleyemiyorum bu çekirdek değil, papağan yemi dedi? Hasan Gemici ile oturmuşum, tabağımdaki patateslere dalmışım böyle bir adamım. Yolculuklardan yorulmuyorum, beni masa başına oturtmasın Allah, ben geziyim, geziyim derken turistik olarak değil. Bana nirvana mısın sabırla dinliyorsun diyorlar, adam 15 dakika anlatıyor, ulaşabildiği adam tek benim, haberini yapmasam bile Tayfun Talipoğlu ile terapi yapıyor farkında olmadan.
"YİRMİ YILDIR BEN KARIMI AYNI AŞKLA SEVİYORUM'UN BİLİMSEL CEVABI, ELİNİN KÖRÜDÜR."
"Herkese söylediğini Bana söyleme" diyorsun... Ama ne varsa sevdaya dair, Bizden önce söylenmiş, biliyorsun. "dediğiniz Eskiyen Yüzünüze kaç yeni gülümseyiş eklediniz? Aşkla aranız nasıl?
Yirmi yıl sonra aşk olmaz, sevgi olur. Mutluluk yoldadır, hedefte değil. Hedefe ulaşan yoldadır. Hedefe ulaştığınız anda eğri aşağı doğru düşmeye başlar. Ama o sevgi ve ortak geçmiş yürütür, biz öyle yürütüyoruz. Gerçekçi olmak lazım, bir adam yirmi yıldır ben karımı aynı aşkla seviyorum'un bilimsel cevabı, elinin körüdür. Aşk insanın aklını peynir ekmekle yediği, körleştiği bir dönem olduğu için geçicidir. Ama Eskiyen Yüzüme Yeni Gülümseyişler'e çok şey yazdım ama kimseyi rahatsız etmedim.
"YOLLAR BİRLEŞİYOR, O EŞŞEKLE GİTMİŞ, BİZ BÖYLE...."
Aydın İleri ile birlikte yazdığınız "Eşekle Gelen Aydınlık" üç eşek, üç katır, iki atla yollara düşememenin eksikliği ile mi yazılmıştı bu kitap?
Çok güzel bir soru bak bu. Ama bu soruların hepsi çok güzel. 17 senedir röportaj yapıyorum, çok profesyonel bir iki kişi dışında şu ana kadar bu kadar güzel hazırlanıp gelen tek insan sensin. Aydın kütüphaneci, böyle bir şey yapabilir miyim dedi, bu kitabı yazarken önce Aydın'ın isminin konulmasını istedim, düzenleyen sensin dedim. Yollar birleşiyor, o eşekle gitmiş, biz böyle, puzzle'ın bir parçasıyız, herkes birbirinden çok şey beklemesin, yapabildiğimiz kadar alalım birbirimizden. İnsan kendine dair bir şey yazmaz ama bunu mutlaka yaz, ben röportajları neden istemiyordum, sen yıkıldığın an da biri gelir düzeltir düşüncelerini, geliyor röportaja, bamteli niye başladı? bir çalış gel, internete basınca çıkıyor, hala aynı sorular.... o kadar güzel soruların var ki, seni kutluyorum.
Çok teşekkürler, siz gezin, biz görelim, siz meyvelerinin yerine dallarını fark ettirdiğiniz ağaçların öykülerini yazmaya devam edin.....