HÜRRİYET KAZAYLA AHMET HAKAN'I DEŞİFRE ETTİ!

HÜRRİYET KAZAYLA AHMET HAKAN'I DEŞİFRE ETTİ!

Hürriyet'in 'islami çevrenin hergelesi' diye tanıttığı gizemli yazar Ahmet Arsan'ın, Ahmet Hakan olmadığını ispat eçin atmadığı takla kalmadı ama bugün yaşanan iletişim kazası, yazarın kimliğini resmen deşifre etti!

AHMET ARSAN’IN MASKESİ DÜŞTÜ
AHMET HAKAN GÖRÜNDÜ

Daha önceki bir yazımda müstear isim altında köşe tutanların yazdığı yazıları eleştirmiş bu köşelerden yazılan yazıların üslubundaki çirkinliğe parmak basmıştım.

Bab-ı ali geleneğinde müstear yazarların böyle bir yolu tercih etmesinin iki sebebi olduğunu; ya hukuki engellerden dolayı ya da kulis yazıları yazanların bu yolu tercih ettiğini söylemiştim. Müstaar isim gölgesinde belden aşağı kalem sallamanın ayıp olduğunu uzun uzun anlatmış, 'Aman yapmayın'  diye uyarımı da yapmıştım.
Fakat dinleyen olmadı.

Bende köşeme çekilip beklemeye başladım.

İşte bakın eski mahallesiyle Ahmet Arsan adı altında dalga geçen Ahmet Hakan bir köşeden bir köşeye koşarken ayağı takılıp nasıl da tökezledi.Kolonya kokusunun eski mahallesinin sembolü olduğunu söyleyip kolonya kokusunu tam Orağ Eğin ve Fehmi Koru arasındaki tartışmaya getirmişti ki olan oldu. 'Kolonya Vakası' Ahmet Arsan'ı müstear yazar listesinden al aşağı etti.

Şöyle ki;Hürriyet gazetesinde Ahmet Arsan imzasıyla Kolonya Vakasını anlatırken Hürriyet gezetesinin sitesinde aynı vaka Ahmet Hakan meselesine dönüştü.

Demek ki neymiş?

Müstear isimli yazar olmak kolay değilmiş. Daha önce bir 'düz lise' bir 'imam hatip'  mezunu olan Ahmet Arsan bu sefer İmam Hatipli Ahmet Hakan'ın taa kendisi olmuş.

'Benim kim olduğumu bir tek Levent Gültekin biliyor'  diye ortalarda gizemli havayla gezen Ahmet Arsan'ın ayağına çelmeyi  bizzat Hürriyet'in  internet sitesi takarak eski mahallesinin meydanına  Ahmet Hakan’ı düşürmüş.

Dalak hikayesine fena bozulan Ahmet Hakan, verdiği röporajda 'benim dalağım var' diyerek alınan dalağının  müstear ismi olan Ahmet Arsan' da olduğunu iddia etmesinin altında ciddi pisikolojik sorunlar olduğu bir kez daha gözler önüne serilmiş.

Müstear isimle yazı yazacak kadar korkak biri olmadığını söyleyen Ahmet Hakan meğerse neymiş, müstear isimle eski mahallesine taş atacak kadar korkak biriymiş.

Bu durumu Ahmet Hakan nasıl bir manavrayla düzeltmeye çalışır bilemem ama bence Ahmet Arsan'ın Ahmat Hakan olmadığını mahalleye ispat etmek için arkadaşını

TvNet'teki proğramında canlı yayına alan Murat Menteş'in durumu daha bir iç parçalayıcı.

Hatta daha da acıklısı bu yaptığı  jest karşılığı Ahmet Hakan'ı programında ağırlamak isteyen Menteş'in Ahmet Hakan yüzünden işinden istifa etmesidir.

Ya peki mahalleden bilgi toplayıp Ahmet Hakan'a taşıyanlara ne demeli?

Hadi hepinize geçmiş olsun.

(Not: Resimler gazeteciler.com sitesinden alınmıştır)

HAC KOKULARI VARKEN KOLONYANIN LAFI MI OLUR

Artık bayramlarda evler eskisi gibi kolonya kokmuyor ama her evde bir kolonya kokusu esprisi dolaşıyor. Bu esprilerin sebebi ise Bahar Feyzan'ın çalıştığı kanalda 'kolonya kokulu' konukları hakkında söylediği sözler elbette. Öğrendiğimize göre limon kokusundan nefret eden Feyzan'ın bir anda aklını başından alan ve dikkatini dağıtan kolonya kokulu konuklarıyla başı beladaymış.

Bu açıklamasını konuklara saygısızlık olarak algılayan kanal yöneticileri Feyzan'ı kapı önüne koydu.
Feyzan, her ne kadar 'kolonya kokusunun bir metefor olduğunu bilmiyorum’ dese de kimse bu masum savunmaya inanmadı.

Şimdi bu olaydan yola çıkanların bayramlık meselesi kolonya oldu. Kolonya kokusu hakkında konuşan en iddialı isimlerden birinden kolonya kokusunun yetmişli yıllardan sonra yerini parfüm kokusuna bıraktığını  öğreniyoruz.
Bir başkası Feyzan'ın kolonya kokusundan değil de bilmem hangi marka parfümden rahatsız olması halinde kapı önüne bırakılıp bırakılmayacağını tartışmaya açıyor.

Söz dönüp dolaşıp kolonyanın  en çan alıcı kısmına geliyor.

Kolonya içinde alkol varken muhafazakar kesim nasıl kolonya sürebilir ki şeklinde hararetli bir tartışma başlıyor.
Verilen fetvalara rağmen yine de içinde alkol olduğu için kolonya kullanmayan muhafazakar kesimden bahsediliyor.
Tüm bu tartışmalar sürürken burnuma mis gibi limon kolonyası geliyor. Hem de taa ortaokul yıllarında okuduğum bir romandan. Peyami Safa'nın Cemile'sinden gelen bir kolonya kokusu…

Cumbadan Rumbaya adlı bu romanda Karagümrüklü Cemile'nin Beyoğlu'na doğru uzanan hayat hikayesini anlatan Peyami Safa  Beyoğlu'na çıkmak için hazırlanan Cemile'nin bütün vücudunu kolonya ile ovdururdu.Tuhaftır ama o romanla ilgili aklımda kalan en net sahne bu kolonyalı bölümüdür.

Artık Cemile Karagümrük'te oturduğu için mi kolonya sürerdi yoksa Beyoğlu'na çıkacağı için ecnebi adetine ayak uydurmak için mi böyle yapardı bunu bilemem tabi.

Neyse biz Cemile'yi bir yana bırakıp tıpkı Cemile  gibi kolonya kokan eski bayramlara dönelim.
Çünkü eskiden bayram hazırlıklarının olmazsa olmazlarından birisi de kolonya şişeleriydi. Evde biten kolonya şişesini bayramdan bir gün önce biz çocuklar alttaki eczaneden doldurmaya giderdik. Tütün kolonyası nedense 'köylü işi' bulunur pek tercih edilmezdi. Feyzan'ın burnunun direğini sızlatan mis kokulu limon kolonyalarından alırdık.
Yine bayramda gelen misafirlere kolonya ve çikolata ikram etmek biz çocukların göreviydi.

Misafirler arasında bazıları 'yavrum abdestliyim aman bana kolonya dökme' der kolonyayı reddederdi. Kolonya ve abdesttin yan yana olmayacağını böylece öğrenmiş olurduk.Bir de misafirliklerde kolonya çocukların ellerine değil  de bir kaç damla saçına dökülürdü ve annem 'sakın saçınıza kolonya döktürmeyin, kolonya saçları beyazlatıyor' diye sık sık tembih ederdi. Örnek olarak da kolonyayı bıyıklarına sürmeye pek hevesli bir komşudan bahseder 'saçlarından önce  bıyıkları erkenden bembeyaz oldu' diye acıklı bir hikaye anlatırdı..
Bütün bu tembihler, elden ele gezen çikolata ve kolonya ikilisi bayram sonrası bizi terkederdi. Ta ki bir hasta ziyaretine gidene  yada yeni bir bayrama kadar...

Zaten bizlerin başı da kolonya kokusuyla değil hac kokusuyla beladaydı.

Evimize ziyarete gelen yaşlı hacı amcalar 'güzel koku sürmek sünnettir' hesabıyla yanlarında hacdan getirdikleri oldukça ağır kokuları ceplerinde  taşırlardı. Tam el öpmeye gittiğimizde ceplerinden küçük gümüş parfüm kutularını çıkarır ağzını açar ve baş parmağımızı kutunun içindeki pamuğa batırmamızı isterlerdi.

Parmağını ne kadar hafifte batırsan batır yine de buram buram yacı yağı kokardk ve evin salonu bir süre sonra bu kokuyla ağırlaşırdı. Bu kokudan ikram eden hacı amcalar dışında salonda yüzünde memnuniyet mimikleri oluşan başka kimse de olmazdı. Büyük küçük hepimiz bu ağır kokudan kaçmak için çeşitli bahanelerle hacı amcaların yanına yaklaşmak istemezdik. Bir yandan da onları 'incitmemeye' çalışırdık.

Hac yağını sevmeyenler için bir süre sonra daha 'hafif' kokulu alternatifler oluşturuldu. Batı'nın parfümüne karşı bu hafif hac kokuları satılmaya başlandı.Ardından da parfümün içindeki alkolün 'dinen sakıncası' olmadığı yönünde verilen fetvalar eşliğinde  Arap ülkelerinden getirilen bu parfümlerin yerini Paris'ten getirilen kokular aldı.
Zaman zaman durum abartıldı. İşin adabını bilmeyenler 'bir parfüm şişesi' gibi pahalı kokular sürerek ortalarda dolaşmaya başladı.

Konu kadının parfüm kullanması caiz midir kısmına kadar geldi. Erkekler ve güzel koku üzerine dönen muhabbet kadınların dünyasına da girdi.

Ama ben bütün bu fetvalar, değişen kokular ve kolonya tartışmaları içinde tek bir şeyi merak ediyorum.
Cami önlerinde koku satan yaşlı amcalar gibi cebinde gümüş kutuların içinde parfüm taşıyan hacı amcalar da azaldı mı?

Yoksa kutuların içindeki parfümler mi değiştirti?
Bilen var mı?

Ayşe Olgun - Haber 7