Hüseyin KALELİ

Hüseyin KALELİ

Eğitimde öğretmen ve yönetici olarak görev yapan, daha sonra CHP rozeti ile yerel siyasette boy gösteren ve bugün de her sabah güne Cumhuriyet gazetesi okuyarak başlayan isim...

Konya’nın meşhur ve meçhul yüzleri

Hüseyin KALELİ

 

Hazırlayan: Uğur ÖZTEKE

 

Konya’nın eğitiminde ve siyasetinde bir döneme imzasını atan konuğumuz Hüseyin Kaleli,  1931 yılının 15 Eylül’ünde,  Konya’nın Kavcak köyünde dünyaya gelmiş. Baba Hasan Kaleli çiftçilik yaparak ailesinin geçimini temin etmeye çalışırken, anne Huriye hanım tipik bir Anadolu kadını olarak evde çocuklarının anası, eşinin karısı, tarlada tapanda ise en büyük yardımcısı imiş. Baba Hasan Kaleli çiftçilik yaparmış ama köyün küçük çiftçilerindenmiş. Konuğumuz Hüseyin Kaleli de, Kaleli ailesinin ilk çocuğu imiş. Kendisinden sonra kardeşleri Havva ve Sultan dünyaya gelmişler. Sultan daha sonra vefat etmiş.

 

KUYUCU HÜSEYİN’İN TORUNU OLARAK BİLİNİRİM

 

Hüseyin Kaleli’den hikâyesini anlatmasını istiyoruz. O da çok eskilere uzanarak başlıyor anlatmaya:  Dedem Hüseyin vakti zamanında sulu kuyuya düşmüş. Babamın kuyuya düştüğünü görünce oradan geçenler dedemi kuyudan çıkartmışlar. Ve dedemi öldü diye kuyunun kenarına koymuşlar. Orada askerde iken sağlık memurluğu yapan biri geçiyormuş. Kuyunun başında kalabalığı görünce “orada ne oluyor” diye gelmiş ve bakmış ki kuyudan çıkartılan bir adam yerde yatıyor. Dedemi “ayaklarından çekin kaldırın” demiş dedemi çekip yukarı doğru kaldırınca dedemin ağzından burnundan sular boşalmış ve dedem canlanmış. Dedeme de ondan sonra Kuyucu Hüseyin demeye başlamışlar ve dedemin lakabı bu olarak kalmış. Babam Kuyucunun Hasan olarak bilinir. Ben de dedemin adını aldım; bana da Kuyucunun Hasan’ın oğlu derler. Anne tarafına ise türcalmanlar denilir bu ailenin ileri gelenleri köyün varlıkları insanları imiş.

 

BACAKLARIMIZDA DON YOKTU

 

Bizim köyler o zamanlar bu zamanki köyler gibi gelişmiş köyler değildi. Fukaralık vardı, bacaklarımızda don yoktu, entari ile gezerdik ilkokula gidinceye kadar. Vakitlerimiz genelde oyunla geçerdi. Arkadaşlarım ile çocuklarla çelik çomak, kayık, körebe, gile gibi oyunları oynardık. Bu oyunlar çoğu zaman yalınayak oluyordu; ayakkabımız yoktu. Mali durumumuz iyi değildi. 1938 yılında ilkokula başladım ve 1943 yılında köyün ilkokulunu bitirdim.

 

ANNEM ÖLMÜŞ AMA NEDEN ÖLDÜ NASIL ÖLDÜ HALA BİLMİYORUM

 

Anamın yüzünü hayal mayal hatırlıyorum. 1941 yılında annemi kaybettim, kız kardeşlerim benden iki yaş daha küçüktüler. Ben hamur yoğurdum, kız kardeşim saçta bazlama pişirdi. Anamın ölümü hala neden oldu, nasıl oldu hatırlamıyorum. Babam anamı Konya’ya getirmişti; karlı bir gün Aralık ayı olabilir. Babam geldiğinde karda tipide kalmış bir vaziyette, donma durumuna gelmiş olarak ocağımızın başına geldi. Ama ocağın başında sızlanmaya başladı, hemen dışarıya çıktım. Kar getirdim, babamın ayaklarını ellerimle ovdum. Yatırıp üzerine yorganı attım ama babama ateşi göstermedim. Birkaç gün sonra babama “anneme ne oldu, annem nerede kaldı, şimdi nerede” filan diye sordum. Babam “gelecek” filan dedi ama babam birden dayanamadı, ağlamaya başladı. Biz de bilmeden babamla birlikte ağlamaya başladık ama en sonunda “anneniz öldü ve Uluırmak mezarlığına koyduk” dedi. Bu bize çok acı geldi, perişan olduk. Bu arada birkaç analık geldi, içinde yaramaz insanlar ortaya çıktı, kardeşlerim ile sıkıntılar çektik.

 

 

BİZ DAHA ÇOK KÖYÜN HANIM AĞASI OLAN TEYZEM SALİHA ARICI’YA GİDERDİK

 

Biz bu sırada kardeşlerim ile daha çok teyzeme gidiyorduk. Teyzem Saliha Arıcı, köyün ağası idi. Köyün hanım ağası idi. Öksüzleri, dulları doyurur, everirdi. Böyle bir kadındı, biz de zaman zaman ona giderdik. O da bizim karnımızı doyurur, pekmez içirir, yumurta kırması yapar, gerektiği şekilde hürmet eder, bizi severdi…

 

40 GÜN İÇİNDE OKUMA YAZMAYI ÖĞRENDİM

 

Köy ilkokulunda okudum. Önce kayıtsız gittim. Yaşım küçüktü, entari ile okula gittim. 40 gün içinde okuma yazma öğrendim. Bir gün okula müfettiş gelecekti ama benim yaşım küçüktü. Bu yüzden öğretmen babamı çağırdı, okula kayıt gerekiyordu. Babam bunun üzerine Akviran’dan nüfus kâğıdı çıkarttı getirdi. Hatta beni de bir yaş büyük yazdırmış. O beklenen müfettiş de geldi, tahtaya bir şeyler yazdı. Sınıfta benden başka okuma bilen yoktu, daha sonra beni tahtaya kaldırdı, soru sordu, ben de bildim. Öğretmenim memnun oldu, iyi bir öğrenci olduğum için sınıfta sorduğu tüm soruları ben yapardım. Arkadaşlara ders verirdim. İlk öğretmenim Ahmet Erkmen idi.

 

ORAĞI ATIP SIRT ÜSTÜ YATTIM VE ÜZERİMİZDEN GEÇEN TAYYAREYE BAKINCA

 

İlkokulu bitirmiştim, 12 yaşında idim. Bir gün orakla ekin biçiyorduk, İkinci Dünya Harbi dönemleri idi. Üzerimizden pır pır uçak geçiyordu. Bir ara bir tayyare geçti. O anda orağı attım sırt üstü yattım, ona bakıyordum. Babam benim yattığımı görünce bana kızdı “kalk ekin bugün bitecek” dedi. Ben de babama “bir gün o tayyareye bineceğim onun için bakıyorum” dedim. Babam “hadi len” dedi. “Bak göreceksin baba inşallah seni de eğer ben sağ olursam bindireceğim” dedim.  Nasipmiş uçağa bindim. Asker olacağı zaman oğlumu da İzmir Narlıdere’ye gideceği zaman Ankara’dan önce İstanbul’a, oradan da İzmir’e götürdüm. Ama babam 76 yılında vefat etti. Onu bindirmek nasip değilmiş. Oğlumun şahsında babamı da bindirdiğime inanıyorum.

 

BABAM YOKLUKTAN OKUYAMAMIŞ

 

Babam köyde akıllı bir adamdı, Devrim Okulu’nu birincilikle bitirmiş, matematiksel hesapları güçlü idi. Çoban idi ama havanın yapısından, buluttan ne olup olmayacağını umumiyetle başkalarına aktarırdı. Hakikaten de dedikleri çıkardı. Ama fukara olduğu için okuyamamış. Nuri Güngör vardı, onların babaları varlıklı idi. İmam Hatip Okulu’na gelmişler, onlar öğretmen olmuşlar, zaman zaman bana “baban çok akıllı adamdı ama biz onun yarısı bile değildik, sen de milletvekili oldun o aklı sen taşıyorsun” derdi.

 

25 KİLO, 1.30 BOYUNDA ÇELİMSİZ BİR ÇOCUKTUM

 

İlkokuldan sonra okula üç yıl ara vermek zorunda kaldım. Gücüm çifte gitmeye yetmiyordu. Cüssem küçük, çelimsizdim. Boyum 1.30’du 25 kiloydum. Bu durumda işe gidemiyordum. Köyde kahvehane vardı. Arkadaşlarla oraya kâğıt oynamaya gidiyorduk. Ondan sonra da âşıkla oyunlar oynamaya başladık,  paralı parasız oyunlar oynuyorduk.

 

ARKADAŞIM YILDIRIM DÜŞMESİ SONUCU ÖLÜNCE OKUMAYA KARAR VERDİM

 

Beni etkiyen İvriz Köy Enstitüsü’nde şudur: Bir gün hıdrellez günü idi. Yıl 1946. 1946 yılının 6 Mayıs günü, mahalle çocukları ile birlikteydik. Yanımızda büyükler de vardı, Örencik denilen bir mevki var, oraya öküzleri götürdük. Orada biz hayvanları otlatırken büyükler “biz burada kalalım, gençlerden iki arkadaş köye gitsin, azık getirsin” dediler. “Biz de dağa çıkalım, mantar toplayalım, pilav pişirelim” diye de eklediler.  Biz öküzlerin başında kaldık. Gökyüzü aydınlık pırıl pırıldı. Birden bire ikindinden hemen sonra çocukların üzerinde bulut hasıl oldu, bir çatırtı patırdı koptu. Öyle bir çatırtı kopuyordu ki. Arkadaşlar üzerimizdeki kavalları ileriye attılar yıldırım çeker diye. Biraz sonra “köye giden arkadaşların üzerine yıldırım düşmüş” diye bir haber geldi. Hemen atlara bindik, oraya gittik. Yanımda Durmuş Ali vardı. Giden arkadaşın üzerine yıldırım üzerine düşmüş, oracıkta ölmüş. Durmuş Ali biraz daha  cesurdu… Ayaklarını düzeltti, çenesini düzeltti… Köyün yolunu tuttuk, işte o olay bana okuma hızını kazandırdı.

 

ARTIK KÜL DEŞMEYECEK ÖKÜZ GÜTMEYECEKTİM

           

Babama “Gideceğim, okumaya gideceğim” dedim. Babam “bir evin bir oğlusun, bizim yanımızda otur, okumak için gurbete gitme” diye adeta yalvardı. Ben ise “ocağın şeklini değiştireceğim, kül deşmeyeceğim, artık öküz gütmeyeceğim. Beni ister gönder istersen gönderme. Ben İvriz Köy Enstitüsü’ne gideceğim” dedim ve 1946 yılının 10 Mayıs günü okumak için evden ayrıldım.

 

ÇELİMSİZLİĞİM YÜZÜNDEN İVRİZ KÖY ENSTİTÜSÜ’NE BENİ ALMADILAR

 

Rahim Ünüvar kayıt sırasında “Yaaa aslanım sen hiçbir şey yemedin mi?”diye sordu. Ben de anlamadım “yerim tahan pekmez kıyma yerim” dedim. Ne bileyim ben öğretmenin bana o manada böyle dediğini. Yine de öğretmenin gözü beni tutmadı, beni Ereğli’ye doktora gönderdiler. Orada muayene oldum doktor da “okula alınmasında bir mahsur yoktur” diye rapor verdi, o anda dünya sanki benim oldu. Eğer doktor “mahsur vardır” deseydi kafama şunu koymuştum. Bir daktilo yazan adam bulacaktım. Arzuhalci.  Onun yazdığını sildirip yerine yoktur yazdıracaktım. Ertesi sabah baktım, yine eğitim şefinin gözü beni tutmadı. Bu sefer beni çağırdı “aslanım” dedi “sen ne zaman okulu bitirdin?” Ben de “1943” dedim. Bu sefer bana “sen üç dört sene gezmişsin” deyip bu sefer bana sorular sormaya başladı. Fatih İstanbul’u ne zaman aldı? Atatürk ne zaman Samsun’a çıktı? İstiklal Savaşı… gibi tarihten-coğrafyadan bir şeyler sordu, matematiksel sorular sordu. Hepsini bilince de “Yaaa aslanım sen bunları nereden bildin?” deyince de “ben köyde öğretmenlik yapardım öğretmenler şehre gittiği zaman ben 4- 5. sınıflara ders verirdim” dedim. Ve benim okula kaydımı böylece yaptılar.

 

OKULDA EKMEĞİMİZİ BÖLER ARKADAŞLARIMIZLA PAYLAŞIRDIK

 

Öğrencilik yıllarımın zorlukları yoktu. Ders bakımından iyi idim. Herkesin birbirine sevgisi saygısı vardı. Bütün derslerim iyi sayılırdı, matematik ve fen derslerini çok severdim. Tarihi çok iyi bilmememe rağmen öğretmenimiz bana dokuz verirdi. Tarih öğretmenimiz Ferruh Sinan idi, Allah rahmet eylesin değerli bir adamdı. Müdürümüz de İhsan Baykal’dı. Ekmeğimizi bölüşüyorduk, dayanışma vardı, insanlarda sevgi vardı kucaklaşma vardı. Öğretmenlerimiz hiçbir zaman yaptığımız, sorduğumuz sorulara ya da onların dediklerine  karşılık verdiğimiz zamanlar bunları kin olarak almaz, notumuzu da etkilemezlerdi. Nitekim köy enstitülerinin en güzel şeyi açık hava demokrasisi idi. Atina demokrasisi gibi her cumartesi bayrak töreninden sonra bayrak etrafında, nöbetçi öğretmeninden başkanından müdüre kadar eleştireler yapılır, bunlar cevaplandırılır ama hiç kimse kızmaz, öfkelenmez, kin tutmaz… Notlar bu konuşmalardan tartışmalardan dolayı etkilenmezdi. Demokrasiyi, demokratik düşünceye saygıyı biz orada öğrendik.,

 

BİZİM SINIF ÇALIŞKANDI

 

İki sınıf idik. Bizim sınıfın özelliği çalışkan bir sınıf olması idi. Diğer sınıf ise Hababam Sınıfı gibi idi. 1946’da Cumhuriyet gazetesini okumaya başladım. O günden bugüne hala Cumhuriyet gazetesini okuyorum, bir de o zamanlar Yeni İstanbul geliyordu. Cumhuriyet okumaya o zaman başladık, bırakamadık. Bir gün nöbetçiyiz, tarımcılığı öğreniyorduk. O zaman hayvanlar da vardı, onlara bakıyorduk, kümesimiz filan vardı. Tatbiki olarak bunları öğreniyorduk. Salih Zeki Büyükaksoy ziraat öğretmenimiz, beni tavuk kümesine nöbetçi tuttu. Burada “haftada iki yumurta senin, üç yumurta da öğrenciye verelim” dedi. Öğrenciyle biz kümese bakıyoruz, yumurtaları topluyorduk. 7-8 kişi de hayvanlara bakıyorduk. Ben buradan arkadaşlara yumurta veriyordum, onlar içiyorlardı. Ama onları da sağlam yumurtaların arasına koyuyorduk, öğretmenimiz yumurtaları saymış 7-8 tanesi içi boş çıkmış. Beni çağırdı, içilmiş yumurtaları göstererek “Anlatsana bu ne Kaleli” dedi, ben de “kırılmıştır” dedim. Kızdı “domuz herif kırılsa sarısı mı akar” dedi. Baktım kızıyor; ben kaçardım, o da önce kovalarmış gibi yapar sonra kahkahalarla gülerdi. Arkamdan bağırırdı “gel bir şey yapmayacağım domuz herif gel buraya”... Rahmetli ile milletvekili iken 1978’de İstanbul’da Üsküdar’da karşı karşıya geldik, uzun süre sohbet ettik.

 

MÜDÜR İHSAN BAYKAL KAVANOZDA İRMİKLERİ GÖRÜNCE

 

Müdürümüz İhsan Baykal idi. Yeğeni Sevim Baykal’dı… Bir gün nöbetçi öğretmen Mehmet Özer daha sonra Mehmet Özer, Kültür Bakanlığında genel müdürlük filan yaptı… O gün mutfak başkanı idi. Biz üstteyiz onlar alt gurup, cumartesi öğleden sonra nöbeti onlardan aldık, bizden önceki nöbetçiler küçük kavanozlara irmik helvası saklamışlar. Rahmetli İhsan Baykal mutfakta bunları buluyor, Mehmet Özer’i haşlıyor. Ben de ziraat başkanlığını arkadaşlara teslim ediyordum. Geldiler, bana “seni müdür bey çağırıyor” dediler. Odasına girer girmez bağırmaya başladı “Allah cezanı vermesin seni kovuyorum elbiseni çıkar git” diyordu. Bende ona “Sayın müdürüm ne olduğunu bilmiyorum ama birden bire celallenmenizi anlamadım, bana bu elbiseleri sen vermedin devlet verdi. Babam da vergisini veriyor” dedim. Ve odadan çıktım gittim, öğrenci başkanlığı kolluğunu verdim. Meğer adam şeker hastasıymış, bilmiyordum, birden parlarmış. Gitmiş durumu hanımı Ayşe Baykal’a anlatmış, o da çok üzülmüş. Bana geldi “Müdürün pişman, git elini öp, kolluğunu tak, kusura bakma” dedi. Ben de hanımına “O eğitimci değil nalbantlığa soyundu. Ben o kolluğu almayacağım kendi yeğeni ile nöbeti birlikte tutsun” dedim. Pazar günü müdür beni yakaladı. Özür diledi, kolluğu koluma taktı, biz de görevimize devam ettik.

 

İZİN İÇİN İKİZ DAİRE, UYGULAMA OKULUNA TUVALET VE BÜYÜK YATAKHANENİN SIVALARINI YAPTIK

 

Biz son sınıfa geçtik, müdürümüz İhsan Baykal bize çift daireli lojman yapmamızı söyledi. İkiz daire yapacaktık, “bunu bitirin izin yapın, hatta size 10 gün fazla izin” dedi. “Size tam 40 gün izin”. Alt sınıflardan da bize yardımcı öğrenciler verdi. Hadi bakalım, gece gündüz çalıştık 15 -20 gün içerisinde ikiz daireyi, boyası badanası, elektrik suyu ile bitirdik.  Kiremitlerini döşedik, çatısını aktardık, arı gibi çalıştık, onu bitirdik “tamam müdürüm her şey tamam” dedik. O “olmaz” dedi. Büyük yatakhane vardı, uzunluğu 50 metreden fazla idi. “Onun da dışının sıvalarını yapın öyle göndereyim” dedi. Kalın ve ince sıvasını yaptık. Hatta badanasını da yaptık, müdür yine  “olmaz” dedi. “Uygulamalı okuluna tuvalet yapacaksınız” dedi onu da yaptık. Nihayetinde bize  “beş gün daha fazla izin veriyorum” dedi ve tam 45 gün izin verdi. İvriz’de bir ay belli sınıflara izin verilirdi, ziraatta bahçecilikte çalışılırdı. Köyde hasat zamanlarında ise babamıza yardım ediyorduk, ekin biçiyorduk, düven sürüyorduk

 

KARAMAN’IN AKAR KÖYÜNE TAYİN OLDUM AMA KÖYDE OKUL YOKTU

 

Okuldan mezun oldum. Karaman’ın Akar köyüne gittim. 1951 yılının 22 Eylül günü ilk görevime başladım. İlkokul öğretmeni idim ama gittiğim köyde okul yoktu, lojman yoktu… Köy odası ve ahırı var, benden önceki arkadaş ahırı düzeltmiş, okul diye açılmış. Köyün odasında kalıyordum. Rahmetli Abdullah Kabak vardı… Bu arada ahırı düzenledim boya badana yaptım, iki pencere açtım. Banklar çaktık; Allah’a şükür beş altı çocukla çalıştım, bunları yaptım.

 

CELAL BAYAR’A MEKTUP YAZDIM

 

Bu arada Başbakana mektup yazdım. O da mektubu Milli Eğitim Bakanına göndermiş… O, Vali İhsan Tekin’e, o da Karaman kaymakamına göndermiş. İlkokul müfettişi ve müdür beni çağırdılar, bizde yayan olarak Kazım Karabekir’e geldik. Oradan Karaman’a Bana “seni merciye tecavüz kanunundan mahkemeye vereceğiz” dediler. “Ben kimseye tecavüz etmedim” dedim. Bu kez bana “ilkokul maarif makamını atlamışsın, Celal Bayar’a dilekçe vermişsin” dediler. Ben de durumu o zaman anladım ve onlara da “mahkemeye verin alacağım cezaya ortak olacağız. Ben o mektuba pul yaptırmadım, sadece mektup yazdım köyün durumunu okulun durumunu anlattım. Dilekçe değil mektup yazdım, yardım istedim, rica ettim” dedim. Daha sonra burada bina olur dedik. Kereste var, taş var; imece usulü ile okulu yaptırdık, o sene okul yapıldı,  bu kez bende oradan ayrılmak için dilekçe verdim

 

VALİ KEMAL HADİMLİ’YE REST ÇEKTİM

 

Kemal Hadimli vali idi, beni çağırtmış dedi ki “Okulu yaptık üç sene orada stajyersin, orada çalışmak zorundasın”. Ben de “benim görevim okul yaptırmaktı yaptırdım, ayrılacağım. İster kabul edin isterseniz kabul etmeyin. O zaman ben istifa ediyorum. Yapı Kredi Bankasına gideceğim orada bana çok para veriyorlar” dedim. O zaman beni mecburen Çumra Apa köyüne verdiler. Okul yine perişan vaziyette idi. Bize iş düştü. Çok iyi bir muhtar vardı; Mustafa Şahin. Atatürkçü, Cumhuriyetçi idi. Ona “arkadaş” dedim “bana şu kadar kiremit kum ver. Çarşamba Çayı şurası. Okulu birlikte yapacağız”. Kırık camları elmas ile kesip yenilerini takıncaya kadar alıp takıyordum, en sonunda okulu düzenledik. Tuvaleti yoktu yaptırdık, okulun duvarlarını yaptırdım. Bu arada ben başöğretmenlikten istifa ettim, bekârdım çünkü arkadaşıma devrettim

 

LİSEYİ DIŞARIDAN BİTİRİP HUKUK FAKÜLTESİNE GİRECEKTİM     

 

Üç öğretim yılı sonunda Karaaslan köyüne geldik. Amacım lise bitirmelere girip dışardan liseyi bitirecektim ve hukuk fakültesine girecektim. Lise bitirmelerine girdim. Hüseyin Köroğlu o zaman çok meşhur imiş. Konya Lisesinde adam bize olmadık şeyler getirdi. Lise fiziğini en az onun kadar biliyordum. Sorduğu soruların hepsini yapıyorum, bu kez bana başka şeyler de getiriyordu. Hatta bana “dışarıda gezmiş gezmiş buraya gelmişsin şimdi de lise bitireceksin öyle mi öyle yağma yok” diyordu. Mehmet Bey diye kimyacı vardı. Gençtim tepem attı. Yıl 1957-1958’lerdi. Bir gün Köroğlu’nun ağzını burnunu dağıttık. Bir fizik dersi yüzünden liseyi bitiremedik.

 

“KÖY ENSTİTÜSÜ MEZUNU KOMÜNİST” DİYE GAZİ EĞİTİM ENSTİTÜSÜ FEN BÖLÜMÜNE BENİ ALMADILAR

 

İvriz’den mezun oldum, Gazi Eğitim Enstitüsü fen bölümüne müracaat ettim. İlk elemeyi geçtim ikinci elemede bizi yazılı sınavlarında 8 almama rağmen bir de sözlü sınava alacaklarını söylediler. Aslında sözlü sınavı yoktu. Bunun için bize ertesi gün gelin dediler. Fen bölümüne girecekler sözlü sınava alınacak denilince bana “hapı yuttun” dediler. Neyse ertesi gün bizi aldılar. Sıra bana geldi, önce denklem sordular, bunları yaparken bir öğretmen vardı “diskriminant üzerinden konuş” dedi. Ben anlatmaya başladım “tamam tamam” dedi bu defa Süleyman Ölçen diye biri o bölümün şefi imiş, matematik öğretmeni imiş. Herkese bir soru sordular bana üçüncü soruyu soruyorlardı. Hiç görmemiştim böyle bir soruyu, bilmiyordum, “böyle bir şey ile hiç karşılaşmadım, sizin bütün kitaplarınızı okudum, benim matematik öğretmenim de beni çalıştırdı ama ben böyle bir soruyla hiç karşılaşmadım” dedim. Bana “köy enstitüsünü bitirmiş komünist burada okuyacaksın haaa” diye çıkıştı. Asistan Mustafa Bey araya girdi, ben ağlıyorum o ağlıyor. “Senin gibi bir değeri kaybediyoruz gelecek sene söz sahibi olurum mutlaka gel” dedi ama öfke ile bir daha gitmedik.

 

TIP FAKÜLTESİNE GİRİP SAĞLIK BAKANI OLMAK İSTEDİM

 

Burası olmayınca tıp fakültesine gireyim, burayı bitireyim, politikaya atılayım ve sağlık bakanı olayım diye bir şeyleri kafama koydum. Yıl 1966. Ama bizi kovaladılar diye öfke sinir bir yere gitmedik, aradan zaman geçti. Dışarıdan İstanbul Üniversitesi pedagoji bölümüne girdim. Son sınıfa geçmiştim. Bir gün benim matematik öğretmenim ile yanında bir adamla karşılaştım. Beni tanıdı, konuşurken Gazi Eğitimde başıma gelenleri anlatmaya başladım ve “Beni komünist diye almadılar. Süleyman Ölçen diye bir hıyar vardı” deyince hocanın yanındaki adam “o hıyar benim” deyiverdi ve anlatmaya başladı “o zaman kafamız buydu o şucu bu şucu diyorduk. Seni hatırladım, sonradan çok pişman oldum ama seni seneye çağırmışlar, sen de gelmedin “dedi. Ben daha sonra İstanbul Eğitim Enstitüsü pedogoji bölümünü bitirdim.

 

KARAASLAN’DA ÖĞRETMENLİK ASKERLİK VE OVAKAVAĞI”NDA MÜDÜRLÜK

 

Karaaslan’da dört eğitim yılı çalıştım. Buradan Yedek subaya gittim. Karaaslan’da Öğretmen Derneği yönetim kurulu üyeliği yaptım. Ama uzun çalışmadım. 59 da askerlik için İzmir”de yedek subay olarak bu görevimi yaptım. Buradan terhis olduktan sonra 1961 yılının üçüncü günü Ovakavağına staj okulunun müdürlüğüne atandım. Bunu da İhsan Baykal sağladı. “Hüseyin Kaleli’yi oraya vereceksiniz” dedi. Kız öğretmen okulu o zaman staj okulu idi. Oraya geldim, muhtar ve ihtiyar heyetleri vardı. 50- 60 dönüm tarlayı ekmişler bana burası senin dediler. Buğday almışlar, at araba almışlar. Bana “bu buğday senin” dediler ben “olmaz” dedim. “Köyün ortak malını köyün hizmetinde kullanacağız” dedim. Okulun yeni yerlerini düzenledik.  Kızların kalacağı lojmanları yaptık. Beş bin fidan diktirdim, bir sürü para vardı, köyü aydınlatalım dedik; olur mu olur deyip yola düştük. Faruk Koçbekar ile görüştük, büyük dizel motor koyup köye elektriği getirdik. Baharın Atatürk büstü, çamaşırhane, hamam, kanalizasyon yapıp burayı Türkiye’nin örnek köyü haline getirecektik.

 

KONYA VALİSİ REBİİ KARATEKİN İLE MİLLİ EĞİTİM MÜDÜRÜ HAYDAR ÇELİK BİZİ HALK EĞİTİM TEŞKİLATININ BIŞANA GETİRDİLER

 

Ama Konya Valisi Rebii Karatekin o zamanki Milli Eğitim Müdürü Haydar Çelik’le köye geldiler. Çalışmalarımızı ve okulu görünce çok duygulandılar. 1962 yılının üçüncü günü Halk Eğitim Teşkilatı kurulacakmış, bunlar beni oradan zorla aldılar. Bana “sen yeni yerinde sadece bir köye değil bütün köylere hizmet edeceksin” deyip bizi müdür yaptılar. 3 sene orada çalıştım. Bir süre sonra anlaşamadık ayrıldım. Altınçeşme İlkokuluna geldim, 4 sene orada çalıştım, bu arada işte dışarıdan pedagojiyi bitirdim.

 

1952’DE MELİHA HANIMLA EVLENDİM

 

1952 yılının 2 Aralık günü Meliha hanımla evlendik. 50 yıl birlikte olduk. Sevgiye saygıya dayanan birlikteliğimizde hayırsever, acıma duygusu çok yüksek olan, insanları seven bir hanım idi. Kendisini 2002 yılında kaybettim. Bu evlilikten Nuriye ve Uğur isimlerinde iki  çocuğum oldu, onların evliliklerinden de altı torun sahibiyim.

 

1969 YILINDA TÖS BAŞKANI İKEN CHP’DEN MİLLETVEKİLİ ADAYI OLDUM

 

TÖS başkanıydım.1969’da CHP’den milletvekili adayı oldum ama İstanbul’a tayinim çıktı. Seçimi de kaybettik, ben beşinci sırada idim gerisin geriye Konya’ya döndüm. TÖS başkanıydım, bizden sonra bitirenleri müfettiş olarak tayin ettiler, bizim müfettişlik işine gelince dosyada kırmızıçizgiler var. Komünist diye bizi tayin etmediler. Genel Müdür Mardinli Sait Mehmetoğlu ile yumruk yumruğa geldik. Bunun üzerine ona dedim ki “Aptalları müfettiş ediyorsunuz bizim gibileri, vatansever ülke severleri yapmıyorsunuz”… Bana “sen tös başkanısın yapmıyorum”…  Ben de “öğretmenlik daha kutsal madem siz bize bu gözle bakıyorsunuz, niye bizi çalıştırıyorsunuz. Ellerin çocuklarını komünist yaptırıyorsunuz, alın bizi eğitimden ihraç edin” dedim, makamdan çıktım. Genel Müdür yardımcısı ise bizim Taşkentli hemşerimiz Emin Sağlamer imiş, bilmiyordum. Genel müdür ona “bu efe kim?” diye sormuş. Ben çıkıp giderken hademe geldi, Genel Müdür yardımcısı beni çağırıyormuş.  Önce “gitmem” dedim. Sonra hademe “sizi götürmezsem beni işten çıkartırlar” deyince dayanamadım döndüm tekrar gittim. Odaya girdim bana “Merhaba efe” dedi “ben efe arıyorum” dedi. Ben de “af edersiniz efendim efe nereden çıktı?” dedim. Bana  “sen nerelisin dağlı mısı”n deyince, ben de “Konyalıyım” dedim. Bana “ben de Taşkentliyim” deyince ben bu kez “benim köküm de Bozkır’dan gelme ama sen benden daha koca dağlısın. Biz hakkımızı istiyoruz. Sezar’ın hakkını Sezar’a verin. Madem diplomamız var beni niye tayin etmiyorsunuz. 44 kişi varmışız” dedim.

 

AĞRI’YA TAYİNİM ÇIKTI

 

Bu kez 44 isim yazdılar, 44 de vilayet hep Sivas’tan öte yanı idi. Çek kuraları bir Ağrı kaldı bir de Hüseyin Kaleli kaldı. Herkese bir yer çıktı, ama 1973’de de aday olacaktım. Bir hafta sonra beni çağırdılar niye gitmediğimi sordular. Ben de “param yok” dedim ama daha sonra gittim. Kasım ayı idi, Ağrı Akviran gibi bir yer idi. 1971’de atandım Ağrı’da valiye gitmedim ilgililere Milli Eğitim müdürü var mı yok mu dedim. Lise müdürü vekâlet ediyormuş, ortaokul müdürü yardımcılık yaparmış. Kendi kendime “Hüseyin Kaleli burada göreve başlarsan sana müdürlüğü de yaptırırlar geri dön” dedim. Konya’ya tekrar döndüm, öğretmenlik yapacaktım.

 

REHBERLİK ARAŞTIRMA MERKEZİNİN BAŞINA GÖREVLENDİRİLDİM

 

Bir hafta sonra telefon geldi, senin dosyanı inceledik dediler. Ben de “kırmızıçizgilere iyi baktınız mı” dedim. Bana “Halk Eğitim Müdürlüğü yapmışsın ama başarılı olmuşsun. Biz Konya’da rehberlik araştırma merkezi açacağız” dediler. “Üç tane eleman tayin ettik nerede ne yaparlar bilmiyoruz, seni oraya müdür olarak atasak kabul eder misin?” dediler. Ben de “önce siz kararnameyi gönderin bakayım, ben size cevap veririm” dedim. Kararname geldi, gittim müdürlükte üç bayan elaman varmış, ikisi üniversite mezunu… Neredeler sordum kâtiplerin arasına onları oturtmuşlar kâtiplik yapıyorlarmış. Milli Eğitim Müdürü’ne çıkıştım. Niye bunlara yer bulmadınız filan derken valiye çıktım. Mümtaz Koru pasajında yer buldum.  Sekiz oda vardı, kapı koyduk mu işimize gelir dedik Erbil koruda 4 bin liraya yıllığını kiraladık. Arkadaşları getirdim gerekli masa sandalye alındı teşkilatı kurduk benim gibi gitmeyenler bizi de buraya al dediler. 12- 13 kişi idik.

 

KARTLAR GÖNDERİNCE AP’Lİ MUHTARLAR VE ÖĞRETMENLER BENİ ŞİKÂYET ETMİŞLER

 

1973 seçimleri de geliyordu, biz yine bayramlarda düğünlerde seçmenlere kart gönderiyorduk. Fotoğraflı kartlarımızdan bütün muhtarlara öğretmenlere gönderiyorduk Adalet Partili muhtarlar ve okul müdürleri bizim kartları gerisin geri gönderiyorlardı. Biz bu kartlarda örgüt kelimesi kullanınca milleti ayağa kaldırmışız. Bu kartları Genel Müdürlüğe postalamışlar, ben işe mesai saatinden çok önce gelir gün batıncaya kadar da çalışırdım. Bir gün sabah 7.30’da genel müdür, genel müdür muavini geldiler “buyurun” dedim. Bu arada da beş altı köylü muhtar gelmişlerdi, bize “köye hala yol su elektrik gelmedi” falan diyorlardı. O zamanlar telefonlar kumbaralı idi. Ben de cebimden 1 lira çıkartıyor, kumbaraya atıyor bölge müdürlerini tek tek arıyordum. Muhtarları gönderdikten sonra genel müdür dedi ki “senin bölgeleri gezelim.” Onları gezdirdim, brifing verdim. Bu arada dergiler çıkarıyorduk 14- 15 tane teksir den çıkarmıştık. Bana “Yav bunlar çok güzel niye bize göndermiyorsunuz” bende ona o zaman Siz saman kağıda olduğu için  size gönderdiklerimize bakmaya tenezzül bile etmiyorsunuz okumuyorsunuz her sayısını size  gönderdik çünkü ayda bir çıkartıyoruz” dedim. O zaman bana “biz seni görevden almaya gelmiştik hakkında şikâyetler dolu bak çanta bunlarla dolu” dediler. Ben de onlara “alın beni görevden minnetim yok ben her yerde her görevi yaparım” dedim. Bu kez bana “Diğer rehberlik merkezlerini de gezdik, iki yıllıksınız ama 15 yıllıklardan 5 yıl daha ilerdesiniz. Sizi kutluyorum bunları da yaktırıyorum” dedi. Ben de onlara “ben o kadar akılsız değilim, devlet memuru iken statü gereği en iyisini yaparım, ne zaman dışarı çıkarım işte o zaman CHP’li Hüseyin Kaleli’yim. partili partisiz herkesi kucaklarım. Bunu engelleyemezsiniz. Mesai dışı meseleler başka.” O zaman genel müdür bana “Vallahi kardeşim ben de aday olacağım ama ben Mardin’den Adalet Partisi’nden olacağım” dedi. Ben niye Adalet Partisi deyince de “Amcam İdris Arıkan CHP Mardin milletvekili, biz büyük aşiretiz, ben de CHP’den olsam hangimiz girecek? Biz konuştuk anlaştık” dedi. 1976’da amcası CHP’den kendisi de AP’den senatör oldu .

 

MC HÜKÜMETİNDE BİZİ GÖREVDEN ALMAK İSTEDİLER

 

Ankara Eğitim Enstitüsü ve öğretmen okulu müdürlüğü yaptım. Bir yıl sonra bizi alelacele aldılar acilen Milli Eğitim Bakanı Ali Nail Erdem’e çıktım kendisine gittim sordum Ayvaz Gökdemir Öğretmen Okulları müdürü idi. MC hükümeti vardı. Bizim okulda olay çıkmıyordu ama vali okulu tatil edecekti. Ona da “edemezsiniz” dedim, “benim üzerimden kurşunlar geçsin mezarımı kazın öyle” dedim. Kararnameyi tebliğ etmedim. Bakana da sordum “görülen lüzumu biliyorum da bu acili anlayamadım” dedim.  Bana “bunu sana açıklamaya mecbur değilim odadan çık” dedi. Bu kez ona “Sayın bakan 25 yıldır bu evin çocuğuyum. Bu ev bizim, sen üvey babasın beni kovamazsın.”dedim Bu kez bana “Sen ne biçim konuşuyorsun” diye bağırdı. Ben de “Hakkımı konuşuyorum madem babasın çocuklarının sorularını cevaplandıracaksın” deyince bana  “çık” dedi “cevaplandırmıyorum”… Ben yine “Beni kovmakla bir yere varılmaz, açıklamasını istiyorum” dedim. Bakan “Milliyetçileri getiriyoruz” deyince, “çağır sekreteri kağıdı taksın ben söyleyeyim ona göre bunları yazalım. Siz sahte milliyetçilersiniz gerçek milliyetçiler biziz” dedim. Bizi tekrar rehberlik bölümünün eğitim uzmanı olarak atadılar. “Kusura bakmayın ben hiçbir insanı dili ile, dini ile, cinsiyeti ile değerlendirmedim. Utanarak kızararak terleyerek diyorum ki sen Girit’ten gelip İzmir’e yerleşeceksin, milliyetçi olacaksın. Ben Osmanlı İmparatorluğu’nun torunu olarak milliyetçi olmayacağım öyle mi” dedim.

 

1977’DE CHP’DEN KONYA’DAN BENİMLE  BİRLİKTE BEŞ VEKİL İKİ SENATÖR ÇIKARDIK

 

Çalışmalar iyi idi.1973’te aday olduk, beşinci sırada… Sonra hevesimizi 1977’ye sakladık. Vatandaşlar köylüler herkes bizi seviyordu. Konya’da basmadığım köy kalmamıştı. Haritada işaretliyordum, çoban mezra hariç herkesle görüştüm konuştum. 1977’de aday oldum, üçüncü sıraya oturduk. Mustafa Üstündağ, Yücel Akıncı, üçüncü sırada biz, Durmuş Ali Çalık, Ahmet Çobanoğlu iki de senatör; Erdal Bakkalbaşı ile Mukbil Abay

 

BÜYÜK UMUTLARLA GİTTİĞİM MECLİSTE HAYAL KIRIKLIĞINA UĞRADIM

 

Büyük umutlarla, düşüncelerle halkın dertlerini bilen, onların içinden çıkan bir insan olarak meclise gittik. Ama TÖS başkanı gibi değilsin, söz verilir verilmez konuşursun konuşmazsın. O problemlerin içinde zaman zaman umutsuzluğa düştüm. Nereden geldik buraya neye yarar? Eğitim enstitüsü müdürü iken maaş olarak 5 bin lira alıyordum, vekil oldum 6 bin lira olmuş. Üç aylık 18 lira, seçmenler geliyor, Konya-Ankara git gel, kiminin hastasını araban ile götürüyorsun, üç aylık para 1-15 ayda bitiyor. Bankalardan borç alıyorsun. Bu 40- 41 ay içerisinde ihtilale kadar 300 bin lira borçlanmışız. Kötü bir araba almıştım, 750 bin liraya sattık. Ben sattım, borçları ödeyemezsen faiz faiz üzerine binecek.

 

RAHMETLİ ECEVİT’İN KİNİ VE DE TİKLERİ VARDI

 

12 Eylül oldu, biz yeni hükümeti kurduk. Geçici hükümet Ecevit hükümeti güvenoyu alamadı. Rahmetli Ecevit 12’şer kişi çağırdı, “neden kaybettik neden böyle oldu” diye soruyordu. Ben söz alarak “diğer milletvekilleri gibi profesyonel değilim yağ çekmeyi bilmem. Ben amatör futbolcu gibiyim, kaş yararım, kemik kırarım kusura bakma” dedim. Özür dileyerek yazdığım 8-9 maddeyi kendisine anlattım. Dedim ki “iyi bir lider iyi bir organizasyon yapar. Ama siz burnunuzun ucunu görmüyorsunuz. Genel merkez yönetim kurulu aynı hep sizinle beraber. Siz de onlar da otobüste kapı açma yarışına girdiler.Siz öyle bir organizasyon yapmalıydınız ki siz doğuda genel sekreter batıda, bir kısmı kuzeyde güneyde analarımızın halı  çırptığı gibi ülkeyi sallamalıydık. İkinci yanlışınız aday olmuş arkadaşları ön seçimde öne gelmişleri veto ettiniz, madem edeceksiniz niye önceden veto etmediniz, onların kaybettirdikleri var. Bu hatalar sizin bizim değil.” Cevap verdi, ben 20 dakika konuştum o bir saat cevap verdi. Rahmetlinin de kinleri ve de tikleri vardı. İyi adamdı ama ayrı bir şey, insan tanıma yönü zayıftı.

 

BÜTÇE KONUŞMASINDA AP’LİLER SIRALARI YUMRUKLAYINCA

 

Bütçe görüşmelerinde başbakanlık bütçesini almıştım. Hayrettin Uysal grup başkan vekili idi. Bana bu görevi ilk verdiği zaman “külfetleri bize nimetleri siz alıyorsunuz” dedim. Yalvardı yakardı görevi aldık. Çıktık güzel bir konuşma yaptık. AP’liler sıralara masalara vuruyorlardı. Ben de o anda onlara dedim ki “yuhalanacak birisi varsa o da kürsüde  konuşan Kaleli değil sizin ön sırada oturan Ispartalı kardeşler Saadettin Bilgiç ile Süleyman Demirel’dir. Onları yuhalayın.  Faruk Sükan, Necati, Sadettin Bilgiç ne demiş elimde tutanaklar var” dedim. Bu konuşmadan sonra Ecevit beni kutladı. Çok güzel hazırlanmışısınız dedi.10 dakika sonra AP kulisine gittim, İsmet Sezgin kolumdan tuttu “hoca gel gel”  dedi. Ona da “ben hoca değilim öğretmenim” dedim. Birer kahve içerken beni tebrik etti, “yeni bir milletvekilisin ama ne güzel hazırlanmışsın. Ses tonun iyi, mikrofonu iyi kullanıyorsun. Hiç acemi gibi davranmadın” deyince ona “İsmet bey bakın ilkokuldan yüksek öğretime kadar okul müdürlüğü öğretmenlik yaptım. Öğrenciler sırada oturur ben onlara ders verirdim. Siz de sırada oturuyorsunuz size de ders verdim” dedim. Bir kahve daha içtik ve İsmet Sezgin ile arkadaş olduk..

 

12 EYLÜL DE DENİZ BAYKAL VE ERTUĞRUL GÜNAY İLE AYNI YERDE KALDIK

 

12 Eylül oldu, bizi tutukladılar. Biz sol kanat vekili idik.  Kültür Bakanı Ertuğrul Günay’dı. O zaman 31 kişi ile beraberiz, Dil İstihbarat okulunda gözetim altına aldılar. Orada bir ay yattık. Bu arada bazı vekiller geldiler beni hukukçu sanıyorlar “abi biz niye burada yatıyoruz niye buradayız?” Onlara dedim ki “Bakın biz 10 kişi bir odada beş CHP’li  var. Deniz Baykal da var, 2 AP, bir MHP’li, iki MSP’li.  Gayet basit. MSP’liler dini kendilerinden başkalarına vermiyorlar, bizden başka İslam yok diyorlar.  163. maddeye göre 5 yıl 4 ay alacaklar, iki sene yatıp çıkacaklar. Bizler de komünist solcu diye 141 ile 142’den 5 sene 4 ay gün alacağız, iki sene yatıp çıkacağız. MHP’liler eli silahlı oldukları  için 36 yıldan başlayacak, 24 yıl yatacaklar. AP’liler var ya onların durumu hepsinden kötü… Onlar oportizmden idamdan yargılanacaklar.” Mikail Aydemir vardı. Ağırı milletvekili AP’li oda geldi bana “ben neden yargılanıyorum” dedi. Ona da “senin işin ağır idamlık sen antikomünistsin” dedim ağlamaya başladı. Ben anti manti değilim komünist değilim diye.  “Garip senin gibi insanları milletvekili yapıyorlar sana komünistsin demedim” diyerek durumu anlattım. Bir ay yattık çıkmamıza bir gün kala 30. gün hepimizi salonda topladılar. Çavuş geldi “9.30’da sayın vekiller salonda toplanacaksınız, tahliye edilecekler var bildirilecekler” dedi. Sakal bıyık vardı. “Ben giyinmeden çıkmam” dedim. İlk defa orada bıyık bıraktım. MHP’liler bıyıklarını kestiler biz orada ilk bıyığımızı koyduk. Tahliye edilecekleri okundu saat 12’de arabalar hazır olacaktı. Döndük 12’yi bekliyoruz. Birden jetler geçmeye başladı. Her taraf aydınlanmış nöbetçiler çoğalmıştı. Yeni bir ihtilal mi oluyordu. Bende “MHP’liler burayı bombalayacak” diye yine espri yapmıştım. Gece saat 3’te jetler yine geçiyordu, yine millet fırladı. Meğer Alparslan Türkeş ile Necmettin Erbakan getirilmiş, bütün tedbirler bunun içinmiş. Sabah altıda “tahliye olanlar gitsin” dediler. Otobüslere bindik, çıkar çıkmaz da hanıma telefon açıp durumu bildirdim.

 

EŞİMİ KAYBETTİKTEN SONRA NEZAHAT HANIMLA EVLENDİM

Eşimi kaybettikten sonra ikinci evliliğimi yaptım. Nezahat hanımla evlendim. Kendisini çocuklarım da çok seviyorlar, onunla da mutluyum, bu sene de onu hacca götürdüm.

 

İNSANLAR CADDELERDE YÜZLERİNİ DÖNÜP BENDEN KAÇIYORLARDI

 

Politikadan sonra hizmet ettiğim insanlar caddelerde yüzünü dönüp benden kaçıyorlardı. Her halde komünist felsefe ile ama sonra ben psikolog da olduğum için ben etkilenmedim. Caddelerde alabildiğine gezdim moralini yüksek tutup, elimi ayağımı çekmeden çalıştım. Yeniden işi gücü düşenler gelmeye kapımı çalmaya başladılar. Ben de onların işlerini çözmek, onlara yardımcı olmak için Ankara’ya gidip işlerini yapmaya çalıştım. Yine vatandaşa hizmette bulundum ama politikaya da bakmadım. Çünkü siyaset hakikaten iyi olmasına rağmen Türkiye gibi ülkelerde politika yapmak zor. Seçmenin kıskacındasınız. Adam evde karısını kullanamaz ama seni kullanır.

 

MECLİSTE 75 KİŞİYE AYNI ANDA YEMEK YEDİRDİĞİMİ BİLİYORUM

 

75 kişiye birden aynı anda mecliste yemek yedirdiğimi biliyorum. Her gün zaten insanlar gelirlerdi. Bir de şu vardı; gelen bana gelirdi. Sıcak ve samimi buluyorlardı bizi. 1988-1989’da kendi ailemden hacca gitmeyen kalmadı. Hatta hanıma şart koşayım dedim ve “hanım 1989’da seni götüreyim ama üç ay orada kalacağız var mısın” dedim. O da “varım” dedi. Tabii biz mat olduk şah derken matı gördük. Üç ay orada kaldık. Mutlu olduk ama ilk eşim kanser hastalığından 28 Ocak 2002’de vefat etti.

 

HAYATTA HER ENGEL BANA BİLEĞİ TAŞI OLDU

 

Sabahları kalkarım gazetemi okurum. Tabii Cumhuriyet okurum. Son yılların kitaplarını okuyorum öğleden sonra da öğretmenevine gider arkadaşlarla birlikte oturur sohbet ederiz.

Her engel bir bileği taşı olmuştur. Yanıldığım tek şey fizik öğretmeni yüzünden liseyi bırakmam olmuştur. Çünkü liseyi bırakmamam gerekirdi. Mücadele etmeyi seviyorum, engeller karşısında yeniden bilenir ve olayların üzerine giderim.

 

HAYDAR KOYUNCU ‘NE YAPARSAN YAP SENİ BİR YERE SÜRMEYECEĞİZ’ DEDİ

 

Haydar Koyuncu AP il başkanı idi. 1967 veya 1969 yılları. AP iktidar ben ise yine eğitimciyim ve TÖS başkanıyım. Tabii yine ben tüm hızım ile eğitim sonrasında kalan zamanda siyaset yapıyorum. Bir gün bana “Kaleli istediğin gibi işini yap hareket et seni buradan başka bir yere sürmeyeceğiz. Seni kahraman yapmayacağım,  zaten ne yapacaksan burada gözümüzün önünde yap, değilse gittiğin yerleri de karıştırırsın oraları da bozma” dedi. Ben de ona “gücünüz yetiyorsa gönderin sürün, ben kaybetmeyeceğim siz kaybedeceksiniz” dedim.

 

EĞİTİMİN BÜTÜN KADEMELERİNDE GÖREV YAPTIM

 

Öğretmen olarak anaokulları hariç eğitimin bütün kademelerinde görev yaptım. Bunu yaparken metotlu planlı programlı vatana faydalı yurttaşlar yetişmesi için gerekli olan en iyi hizmeti vermeye çalıştık.

 

ŞİMDİ NE YAZIK Kİ LİDERLER MİLLETVEKİLLERİNİ MERKEZDEN MEMUR OLARAK TAYİN EDİYORLAR

 

Şimdiki politikacılar gibi değil, bizi ön seçimle halk seçerek sıralamaya koydu. Halk kendisinden olan insanları meclise gönderme hakkına sahipti. Şimdi ise ne yazık ki liderler genel merkezden memur tayin ederek milletvekillerini yazarak, kerhen de vatandaşa vekil oluyorlar.  Buna milletvekili denmez meclis de denilmez şimdi halk seçmediği için soru da soramıyor.

 

DP VE BATI ÜRKEREK KÖY ENSTÜTİLERİNİ KAPATTILAR

 

Köy enstitüsü mezunuyum, bu enstitülerinin kuruluş amaçlarından birisi köyü aydınlatmak köylüyü kalkındırmaktı. Onun için köy enstitülerinde kültür sanat, ziraat, bahçecilik, arıcılık gibi hayvancılık dalları da öğretilirdi. Hem teorik hem de uygulamalı olarak insan yetiştiriliyordu. Bunlar köylere gittikleri zaman hem köylüyü kültür bakımından hem de öğreterek yardımcı oluyorlardı. Bugün bir köyden geçtiğiniz zaman arıcılık, bahçecilik meyvecilik bir şeyler yapılıyorsa mutlaka oradan bir köy enstitüsü mezunu geçmiş demektir. Ne yazık ki bu uyanışı gören iktidar partisi DP, hatta batı ürkmüştür. Köy enstitülerini kapatarak bu yola ve bugünün uzantılarının da getirdiği kapatmanın ürünüdür. Eğer köy enstitüleri kapatılmamış olsaydı doğuda, batıda, kuzeyde ve güneyde üretken, üreten insanlar işsiz güçsüz insanlar bulunmayacaktı. Dağa çıkan insan bulunmayacaktı. İşte bunu bilerek bilinçli olarak kendi siyasi ikballerini yürütebilmek için köy enstitülerini kapatarak bu yolu da tıkamış oldular.