Prof. Dr. Ramazan Altıntaş
İbn Rüşd Sempozyumu-2
İbn Rüşd Sivas’taydı.
Gerçekten de o, eser ve görüşleriyle Sivas’taydı.
Hani Mevlânâ’nın bir sözü var: “Ölümümden sonra beni mezarda değil ârif kimselerin gönüllerinde arayın.” Çünkü âşıklar ölmez, ölen hayvan imiş. İşte kimi insanların bilgi üretimi, çorak arazilere atılan tohumlara benzer. Ama bu tohumlar rüzgârların da etkisiyle verimli ve bereketli topraklara ulaşırsa, bereketli mahsuller elde edilir. İşte yaşadığı ortam ve tesirleri düşünülürse, İbn Rüşd de böyle bir şahsiyettir.
9-10 Ekim 2008 tarihlerinde Cumhuriyet Üniversitesi İlahiyat Fakültesi’nin düzenlemiş olduğu “Doğu-Batı İlişkilerinin Entelektüel Boyutu” Uluslar arası İbn Rüşd sempozyumu, tekrar İbn Rüşd’ü gündeme taşımak bakımından çok önemli bir faaliyet olmuştur. Sempozyum boyunca hep şu soru soruldu:
Acaba İbn Rüşd Batı’da tanındığı kadar Doğu’da niçin tanınmadı?
Mehmet Bayraktar hocanın ifadesiyle bu soru anlamsızdı. Niçin? Çünkü İbn Rüşd’ün yaşadığı XII. yüzyıl İslam dünyasının durumu çok parlaktı. Endülüs’te İbn Rüşd’lerin yıldızı parlarken, Doğu’nun ufkunda binlerce yıldız birlikte parlıyordu. Selçuklular dönemine tekabül eden İslam dünyası, iyi durumdaydı. Hem dini ve hem de pozitif bilimler alanında sürekli sıçramalar yaşanıyordu. Dolayısıyla o gün İslam dünyasının İbn Rüşd’e ihtiyacı yoktu. Asıl bugün İbn Rüşd’e ihtiyacımız var.
Hasan Hanefi’nin dediği gibi, İbn Rüşd’ü tartışmak bugünü tartışmaktır.
İbn Rüşd’ün yaşadığı dönem Avrupa’sıyla bugünün İslam dünyası arasında çok benzerlikler var. O gün ortaçağ Avrupa’sının İbn Rüşd’e ve onun zihniyetine ihtiyacı vardı, âcilen. Kendi rönesansını yaşayan İslam dünyası karşısında geri durumda olan Batı, açığı kapatmak uğruna İbn Rüşd’de gördüğü ışığı, karanlık âlemini aydınlatmak için transfer etmeyi birincil görev bilmişti. Bundan dolayı İbn Rüşd’ün felsefe, teoloji ve pozitif bilimlerle alakalı eserlerini hemen Latinceye tercüme etmişti.
Öte yandan, İbn Rüşd’ün akılcılığa olan kuvvetli vurgusu, özgür düşünceden yana tavır koyması, din anlayışında çoğulcu bakış açısı sergilemesi gibi hususlar, Endülüs’te olan ve iktidarın etrafını çeviren mistik ve selefi zihniyetli kimseleri rahatsız etmişti. Hâlbuki İbn Rüşd’ün akılcılığı seküler bir akılcılık değil, dini bir akılcılıktı. O, tartışmaya (müteşabih) açık nasların, literal anlamlarından ziyade te’vil edilmesi gerektiği üzerinde durmuştu. Bundan dolayı, kendisine bir çeşit mihne uygulanmış, resmi görevinden uzaklaştırılmakla birlikte eserleri hem yakılmış ve hem de okunması yasaklanmıştı. Endülüs’te bunlar yaşanırken, Avrupa’ya İbn Rüşd’ün ilmi metodu ilaç gibi gelmişti.
Endülüs’te siyasi iktidarın da arkalamasıyla ilim ve felsefe kurban ediliyordu. Bu sebeple İbn Rüşd, akıl ile dinin vuslatı adını taşıyan Faslu’l-Makal isimli eserini yazmıştı. Neticede doğu’da din, batı’da ilim kazanacaktı. Neden Doğu’da hem din ve hem de ilim birlikte kazanmasındı?
Bugün İslam âlemine baktığımız zaman İbn Rüşd hakkında iki görüşün ağır bastığını görüyoruz. Bunlardan ilkine göre fakih ve mütekellim İbn Rüşd hayatı boyunca İslam’ı savunmuştur. Bu sebeple o, İslam mütefekkirleri arasında sayılır. Mü’min bir insandır. O, asla “Allah küllileri bilir, cüz’ileri bilemez, âlem kadimdir, haşr-i cismani olmayacak” dememiştir. O, yine dinden vazgeçmemiş, din zaruri değildir, dememiştir.
İslam dünyasında bir başka zihniyet de, onu, mü’minler zümresinden çıkararak tekfir etmekle kalmamış, Yunan felsefesine bağlı, Aristo’nun muhibbi olarak görmüştür. Bugün de bu bakış açısı bundan farklı değildir. Bu sempozyumda da bu iki söylemin öne çıktığını gördük. Nitekim kimi bilim adamları İbn Rüşd’ü, seküler bir zihniyetle tanımlarken, kimi bilim adamları da Gazali’den farklı olmadığını dile getirmişlerdir. Hâlbuki İbn Rüşd, “hikmet mü’minin yitik malıdır. Nerede bulursa alır” zihniyetinin bir temsilcisidir. Doğrudur, O, Aristo’nun yorumcusudur. Sisteminin temelinde Aristo’culuk vardır. Fakat o, literal anlamda Aristo’cu sistemin muakkibi ve mukallidi değildir. O, bu sisteme yeni bir şekil vermiştir. Aristo’den gelen felsefi dili filtreden geçirerek İslami bir veçhe kazandırmıştır.
Bugün için olaya baktığımız zaman İbn Rüşd’ün akılcılığı, İslam âleminin kurtuluşu için bir çaredir. Oliver Leaman’ın dediği gibi batı açısından 19.yüzyıldaki uyanışta İbn Rüşd nasıl büyük bir rol oynamışsa, kaotik bir süreçten geçen İslam dünyasının kendi teolojik köklerine dönmede ve yeniden uyanışında İbn Rüşd bir çığlık olabilir. Sivas İlahiyat Fakültesi’nin düzenlemiş olduğu bu sempozyum tam da bu noktada büyük önem taşımaktadır. Umarım bu sempozyumda sunulan bildiri ve müzakere metinleri kitaplaştıktan sonra her birisi bir emek mahsulü olan bildiri ve müzakereler yeniden değerlendirilir ve yaşadığımız yüzyılın sorunlarını çözmede İbn Rüşd’ün katkısı ne olabilir? sorusuna yönelik bir mesaj çıkarılarak kamuoyuna duyurulur.