Prof. Dr. Ramazan Altıntaş
İbn Rüşdün Akıl-Vahiy Anlayışı
Hikmet, şeriatın dostu ve aynı memeden süt emmiş (öz) kardeşidir diyen İbn Rüşd dine ve felsefeye, iki ayrı aksiyomatik yapı -iki ayrı çıkarımsal farazî- binâ olarak bakmıştır. O doğruyu, her ikisinin kendi sınırları içinde bulmak gerektiğine inanıyordu. Burada kastedilen doğru ise, temel ilke ve önermelerin doğruluğu değil, akıl yürütüşün doğruluğudur. Çünkü temel prensipler ve önermeler, felsefede olduğu gibi dinde de daha önce konulmuş şeylerdir. Hiçbir kanıt ve burhan olmaksızın evvelâ onların kabul edilmesi gerekir. O halde filozof dini problemleri ve konuları münakaşa etmek istiyorsa, ilkin, dinin temel ilkelerini kabul etmelidir. Eğer din bilgini felsefenin sorunlarını tartışmak istiyorsa hangi felsefe olursa olsun- öncelikle o felsefeyi perçinleyen temel prensipleri kabul etmelidir. Zira, felsefenin kendine özgü ilkeleri olduğu gibi, dinin de kendine özgü ilkeleri vardır; bu ilkeler birbirlerinin içerisine müdâhil kılınırsa, sorunlar daha da çözümsüz ve karmaşık hale gelebilir.Diğer taraftan İbn Rüşdün burhan yoluyla vahyin rasyonel yorumunu sağlama hak ve vazifesinin sadece felsefecilere ait olduğunu savunması, tartışmaya açık bir iddiadır. Zira, vahiyde aklın alanına giren konular olduğu gibi ibadetler alanına giren konular da vardır ki, ancak bunlar, nassın bildirdiği kadarı ile bilinebilir. Onun felsefesine göre, doğru bilgi yalnızca burhan yöntemiyle ulaşılan felsefî bilgidir. Dinin özü olarak vahiy kanunu, metafizikçinin gerçekliğin sebebi ve tabiatını akıl yordamıyla inceleyerek bulmaya çalıştığı hakikatin aynısını öğretir. Bu yüzden yalnızca bir hakikat vardır. Rosenthalin de dediği gibi, İbn Rüşdün çifte hakikat kavramını benimsediğini sanmak yanlıştır. İkili hakikat kavramı İbn Rüşde değil, olsa olsa Avrupalı takipçilerine atfedilebilir. Felâsifeye atfedilen görüşe göre, felsefe az sayıdaki seçkinleri, din ise kitleleri eğitir. İbn Rüşde atfedilen bu görüş de doğru değildir. Sosyolojik anlamda, yaşanan hâdiselerle fikirler arasında yakın irtibat vardır kuralı, İbn Rüşdün düşünceleri için de geçerlidir. Onun Muvahhidler döneminde yaşadığı unutulmamalıdır. O dönemde devlet yönetimi, felsefeye şiddetle karşı çıkan ulemâ ve fukahânın baskısı altında olduğu için ister istemez bu tepki, İbn Rüşdün düşünce dünyasında felsefeye olan muhabbet kantarının tokmağını biraz fazla kaçırmaya sebebiyet vermiş olduğu, söylenebilir. Zira bütün eserleri göz önünde tutulduğu zaman okuyucuda müellifin bütün amacının felsefî bir din zihniyetini kurma düşüncesi ağır bastığı görülür. Bundan dolayı da gerek yaşadığı dönemde ve gerekse ölümünden sonraki yüzyıllarda muhalifleri tarafından sert, belki de haksızlık derecesine varabilecek düzeyde eleştirel tepkiler toplamıştır. Ama buna rağmen İbn Rüşd, samimi bir müslümandır. Rüşdün tevil (yorumsama) hakkındaki görüşleri incelenirse, satır aralarında nasıl bir samimi Müslüman duyarlığına sahip olduğunun sancısı sezilebilir. Bu sebeple İbn Rüşdü İslam düşüncesinin dışında göstermek isteyenler büyük bir yanılgı içerisindedirler. O, sadece Gazali ile yöntem konusunda farklı anlayışları benimsemişlerdir. Her ikisi de İslam düşüncesinin nefes almasına katkıda bulunmuş geleneğimizin altın şahsiyetleridir.