İbrahim OKKA
Şehrimizin tanınmış köklü ailelerinden sevilen, sayılan işadamı, başarılı inşaatçı eski siyasetçi...
Konya’nın meçhul ve meşhur yüzleri
İbrahim Okka
Hazırlayan: Uğur ÖZTEKE
İbrahim Okka 15 Haziran 1950 günü Botsa (Güneydere)’da mütevazı yaşamlarını sürdüren Huriye-Şaban Okka çiftinin üçüncü erkek çocukları olarak dünyaya gelir. Ailenin reisi Şaban Okka, babası gibi toprakla, tarımla ve de hayvancılıkla uğraşmaktadır. Bu mutlu ailenin ilk çocuğu 1939 yılında Ali Okka dünyaya gelir. Ali’nin ardından 1945 doğumlu Osman ve 1950’de de konuğumuz İbrahim Okka dünyaya gözlerini açar. Çiftin son çocukları ise özellikle anne Huriye hanımın kız çocuğu özlemini giderir ve Emine dünyaya gelir.
HACI OKKALAR BÖLGENİN VARLIKLI AİLELERİNDENDİR
Bu ailenin bir iki kuşak gerisine gittiğimiz zaman aile bölgede Hacı Okkalar olarak tanınmaktadır. İbrahim Okka’nın dedesi Ali Molla olarak bilinmekte ve köyün en zengin varlıklı insanlarındandır. Dede de tarımla çiftçilikle ve hayvancılıkla geçimini temin edermiş. Yeni yetişen çocuklar da dedelerinden-babalarından kalma tarım ve hayvancılığı meslek edinmektedirler.
AİLENİN KÖYDEN KONYA’YA GÖÇÜŞ HİKÂYESİ
İsterseniz konuğumuzun hayat hikâyesinin bu bölümü kendisinden dinleyelim:
Babam1954 yılında Konya’ ya göçmüş bu göçüşün de ayrı bir hikâyesi var. Çünkü babam o tarihlerde köyün muhtarı imiş ama çok disiplinli, asla doğruluktan, haktan yana taviz vermeyen, kimseye boyun eğmeyen bir yapısı varmış. Tabii böyle dik ve tek çizgi halinde hareket ettikçe bu iş zaman zaman bizim aileye de sıkıntı verme durumları ortaya çıkarmış. Dedem bu duruma dayanamamış ve babama “Oğul buraları sen boş ver köyden çek git Konya’ya. Çocukları da orada büyüt onlar da daha büyük adamlar olsun” demiş. Durum böyle olunca babam da babasının sözünü dinlemiş ve 1954 yılında Konya’ya göçmüş.
OKKA AİLESİ ÇAYBAŞI’NA YERLEŞİYOR
Aile Güneydere’ den çıkıp Konya’ya geliyor ve Çaybaşı’na yerleşiyor. Ve Çaybaşı’nda Konya’ ya gelip ilk olarak yerleştikleri o evde de 1986 yılına kadar kalıyorlar. Ailenin köyden gelip Çaybaşı’nda yerleştikleri ev tipik, o yılların klasik Konya evidir. Ev kerpiçtendir, 2 oda bir mabeyinden oluşmaktadır. Yine o yılların tipik Konya evinde, evin mutfağı ve tuvaleti bahçenin ayrı ayrı köşelerindedir. O yıllarda Okka’ların mahalle komşuları arasında şehrimizin tanınmış ailelerinden Halim Çoşkun’lar, Nurullahoğulları, Lokmanlar, Emiroğlulları, Ahmet Değerli yine Mevlevi hocalarından İbrahim Evsen Dede bulunmaktadır. Mahallede çok samimimi bir hava vardır. Komşular arasında evin kapısının kilitlenmesi olayı dahi bilinmemektedir. Artık kitaplarda yaşlı insanlarımızın anılarında kalan bu güzel ortam uzun süre böyle devam eder. Komşuluk bağları, komşular arasında yaşanan samimi hayat konuğumuz İbrahim Okka’nın çocukluk ve gençlik yıllarında dahası ilerleyen yaşamında derin izler bırakır… Çaybaşı dediğimiz zaman o unutulmazlar arasına girer.
BABA ŞABAN OKKA KADINLAR PAZARINDA BAKKAL DÜKKÂNI AÇAR
Baba, ailesi ile Konya’ya gelip yerleştikten sonra geçimini sağlamak, eşinin ve çocuklarının rızkını temin etmek için de ticaret yapmaya karar verir ve Kadınlar Pazarı’nda bakkallık yapmaya başlar. Babası Konya’ya gelip yerleşen minik İbrahim ailesinden iki yıl sonra dedesinin yanından köyünden ayrılır ve o da Konya’ ya gelir. Yeni ev, yeni çevre minik İbrahim’i çok etkiler. İlkokul çağı öncesi ve ilkokul çağına geldiği zaman artık babasının bakkal dükkânına gidip gelmeye başlayan İbrahim, gelecek yıllarda da aslında yaşam biçiminde yol güzergâhını çizmektedir. Evden dükkâna, dükkândan okula ve de okuldan dükkâna bir hayat çizgisi İbrahim Okka’nın artık yol haritasıdır. İbrahim Okka için o yılların unutulmaz hatıraları arasında kandiller, kandil geceleri ayrı bir önem taşımaktadır.
BABA ŞABAN OKKA GECELERİ DE FANİLA ÖRMEKTEDİR
Ama ailenin köyünü toprağını terk edip Konya’ya gelip yerleşmesi ile birlikte baba Şaban Okka’nın omuzlarındaki yük ve sorumluluk bir değil üç beş kat daha artmıştır. Çok çalışkan bir yapıya sahip olan baba sabah namazı ile evinden çıkıp dükkânını açmakta, akşam olup hava kararmasına rağmen el ayak kesilinceye kadar dükkânını beklemekte, dükkânını kapatıp eve geldiği zaman ise çocukları ile birlikte mutluluk içerisinde içtiği çorbasının ardından diğer insanlar gibi yatmamakta, bitap düşüp gözleri kapanıncaya kadar da fanila örmektedir…
İBRAHİM BÜYÜDÜKÇE AİLE BÜTÇESİNE KATKI SAĞLAMAYA BAŞLAR
O yıllarda cumartesi günleri de okul vardı. Ama ben Pazar günleri pazara gider çekirdek satardım. Yaşım büyüdüğü zaman ise pazarları yine pazara çıkar bu sefer de sebze satardım. Sadece ben yapmazdım; ağabeylerim de hep cumartesi pazarları çalışırlardı.
27 MAYIS İLKOKULU İLE BAŞLAYAN OKUL HAYATI
27 Mayıs İlkokulu’na gittim. Bu okulun adı daha sonra Yunus Emre İlkokulu oldu. Bu okulun adı daha önce de 14 Mayıs idi. Öğretmenim Şemsi Küçükosmanoğlu idi. Öğretmenimiz çok disiplinli idi ama çok da sevecen bir yapısı vardı. Yani yerine göre sevmesini yerine göre de kızmasını bilen bir öğretmenimizdi. Kendisinden çok korkardık. Çok çekinirdik. Ama onun öğrencilerinden başarısız olan sayısı ise çok azdır. İlkokulu imtihana girerek bitirdik. Bizim öğretmenimizin öğrencilerinden imtihanını veremeyen, başarılı olamayan çok nadirdi. Yakın zamana kadar kendisi ile görüşürdük; vefat etti, rahmetli oldu. Derslerimde ise fen derslerine karşı büyük ilgim vardı. Sempati duyuyordum. Sosyal derslerim ise idare eder cinsten idi. Müzik ve resim gibi özel yeteneğe olan derslere karşı ise hiçbir bir yeteneğim yoktu.
Yazları ise yine köye gidiyorduk, harmana giderdik. Uzun süren bayram günlerinde bile harçlığımı çıkarmak için pazara gidip sebze satıyordum. Lise çağlarına geldiğim zaman ise kamyonlardan mal indiriyordum artık.
AHMET ÖGE HOCAMIZI UNUTAMIYORUM
Eğitim yılları boyunca tabii unutamadığım hocalarım da vardı. Benim derslerim genelde iyi idi... Ahmet Öge isminde matematik ve ticaret derslerimize giren bir öğretmenimiz vardı. Çok disiplinli bir öğretmen idi. Ama öğrenciyi çok severdi. Mesela zayıf takviyeye ihtiyacı olan öğrencilere okul zamanlarının dışında dersler verirdi. Ama bu dersleri ücretsiz, karşılıksız olarak içinden geldiği için öğrencileri yetiştirmek istediği için kendiliğinden verirdi. Öğrencilere ders verecek yer bulamaza da bir yerde mutlaka toplar ama her gün bunu yapar durumu zayıf olanlara ders tekrarı yaptırırdı. Hatta en son olarak hocamızın arkadaşlarımıza ders vermesi için Esnaf Sanatkârlar Derneği kapısını açmıştı hocamız artık dersleri orada veriyordu. Bu yıllar içerisinde beni tek üzen olay ise dedemin vefat etmiş olmasıydı. Ortaokulda iken mahalleden arkadaşım olan İsmail Arıca Seyit Emiroğlu, Abdullah Erdem, Şinasi Çoşkun gibi arkadaşlarım vardı tabii şimdi adını hatırlamayacağım pek çok samimi olduğum arkadaşlarımız da vardı
ERKEK LİSESİ’NDE CİDDİ ÖĞRENCİLİK YILLARI YAŞADIK
Biz liseyi de sınavla bitirdik. Erkek lisesine gittim. O yıllarda ciddi bir öğrencilik yılları yaşadık. Nail Bey müdür yardımcımızdı. Matematik hocamız Nazire Hanım, Edebiyat öğretmenimiz Çiğdem Hanım, kimyacımız Neriman Hanım idi. Çok başarılı hocalarımızdı bu isimler, onlardan çok etkilendim. Okul döneminde artık bisikletle okula gidip geliyordum ama sabah okula gidiyordum öğlen tekrar bisikletle babamın bakkal dükkânına gidiyor, öğleni dükkânda geçirdikten sonra tekrar okula, ikindin ise tekrar dükkâna gidiyordum.
LİSEYİ BİTİRDİKTEN SONRA EMİNE HANIMLA EVLENDİM
Liseyi bitirdikten sonra teyzemin kızı Emine hanımla evlendim. Bu evlilikten bugün Elektrik Elektronik Yüksek Mühendisi olan Ömer Faruk, Avukat olan Mahmut Şaban ve ev hanımı olan Huriye dünyaya geldi. Ömer Faruk’un eşi Hilal de mali müşavir olarak görev yapıyor. Aynı zamanda çocuklarımın bu evliliklerinden dünyaya gelen 5 torun sahibi bir dedeyim.
ODTÜ KİMYA BÖLÜMÜNÜ KAZANDIM AMA ÖĞRENCİ OLAYLARI
Liseyi de sınavla bitirdikten sonrası üniversite için imtihana girdik. İlk olarak ODTÜ Kimya bölümünü kazandım. Yanılmıyorsam o zamanki sınav sistemi ile üç ayrı sınava giriyorduk. O zaman aldığımız puanlara göre üniversite tercihi yapıyorduk. Benim aldığım puanla İTÜ ve Ankara Hukuk’un puanları tutuyordu. Ben tercihimi ODTÜ Kimya için yaptım ve bu okula kayıt yaptırdım. Birinci sınıfı da okudum. Ama 1968-1969’lu yıllarda Türkiye’de özellikle üniversitelerde hele hele de benim okulum olan ODTÜ’de öğrenci olayları başlamıştı. ODTÜ’de yaşadığım olaylar ve gelişmeler yüzünden ailemin de onayını alarak okulu bıraktım ve tekrar Konya’ya döndüm.
BU KEZ KONYA DMMA İNŞAAT BÖLÜMÜNE BAŞLADIM
Tekrar itminana girdik ve bu kez Konya DMMA inşaat bölümüne girdim. Yıl 1970 idi. Ben bu akademiye giren ikinci dönem öğrencilerdendim. 80 kişilik sınıflarda eğitim görüyorduk. Akademide çok samimi bir hava vardı. Tabii bizim okulda da öğrenciler arasında siyaset vardı, fraksiyonlar vardı. Tüm bunlara rağmen biz son sınıfa kadar geldik. Olaylar bizi pek etkilememişti. Bize yardım eden Tevfik Doğusan vardı. Emekli bir astsubay olan ama okulda öğrenci olan bir isimdi kendisi. Okulumuz da laboratuarı dışında güzeldi. Öğretmenler iyi idi, ağırlıkları vardı.
DİPLOMA PROJEM DEPREM
Benim hocam diploma projemi ‘deprem, binalardaki deprem hesapları’ olarak vermişti. Bu hocam İstanbul depremi sonrası beni bulup arayarak bana o zaman yaptığım proje çalışmalarından dolayı da tekrar teşekkür etti. ODTÜ’den gelen bu çok kıymetli, değerli hocamız bana depreme karşı bina hesaplarını, binaların nasıl yapılması konusundaki çalışmalarımdan dolayı bunun nasıl yapılacağını benim gösterdiğimi söyledi. Buna bir kez daha çok memnun oldum. Okul zamanında bu proje beni gerçekten çok uğraştırdı. Ama sonunda gördük ki bu proje bana çok şey öğretmişti. Hayatımın en zor ve en tatlı anlarını bu projeyi hazırlarken yaşadım. Önce yaptığım projeyi hocamıza göstermiştim, her şey tamamdı ama hocam bana bütün üniversitelerde bu konulardaki çalışmaları okuyup okumadığımı, bunları araştırıp araştırmadığımı sordu. Son yayınları okumamıştım. Hocam her şeyin tamam olduğunu ama son yayınları da okumam gerektiğini söyledi. Bu bana o an için çok acı gelmişti. Projeyi tamamlamam için yeniden tüm yayınları, en son yayınları da dâhil tekrar okudum ve projeyi bir kez daha verdim. Ama bu arada çok ciddi şeyler öğrendim. Hala o projenin heyecanını ve mutluluğunu yaşarım. Çünkü ODTÜ’lü hoca o projeyi gösterdiğim zaman o hafta yeni bir makale yayınlandığını söylemişti. Yüksek lisans için hoca bir çalışma yapmam gerekirse benimle çalışmak istediğini söyledi. Projeyi Tevfik Doğusan ve Ayşe Önal ile birlikte yapmıştık. Bu arada bana okuldan asistanlık teklifi geldi. Ancak Ayşe Önal’a da yapılan bu teklif okuldaki bazı nedenlerle gerçekleşmedi ve biz asistanlığa başlayamadık.
1974’TE İLK ÖZEL BÜROMU AÇTIM
1974 yılında ilk özel büromu kurdum. Büro şu andaki Kayalıpark’ın orada merkez PTT binası arkasında emlakçıların bulunduğu yerde idi. Konut Mühendislik adı altında bu büromuzu açtım. 2 yıl sonra da 1976’da Teknik Elamanlar Birliği’nin Başkanı oldum.
GENÇ MÜHENDİS MSP MERKEZ İLÇE BAYKANLIĞI İLE SİYASİ HAYATA ATILIYOR
Yanılmıyorsam 1978 idi. MSP (Milli Selamet Partisi) Merkez ilçe başkanlığına seçildim. İhtilal olunca bizim de buradaki görevimiz sona ermiş oldu. Biliyorsunuz ki Sayın Bakanımız Mehmet Keçeliler’in de o tarihlerde Belediye Başkanlığı yaptığı dönemde şehrimizde Kudüs yürüyüşü yapılmıştı ve bunun ardından da ihtilal olmuştu.
KORKUT ÖZAL’IN ERBAKAN İÇİN SÖYDEKLERİNİ HİÇ UNUTAMIYORUM
Ben bu dönemde Korkut Hoca ile (Korkut Özal) çalıştım. Mehmet Keçeciler çok başarılı bir Belediye Başkanı idi. En büyük özelliği bana göre kendisinden önceki Belediye Başkanı Ahmet Hilmi Nalçacı’nın projelerini çok iyi tetkik etmesiydi. Ahmet Hilmi Nalçacı’nın ileriye dönük projelerini de aynı şekilde devam ettirmesiydi. Mehmet Keçeciler belediyecilikte istikrarı çok sevdi. Ayrıca arkasından gelen belediye başkanları ile de çalışmalarında onlara destek verdiğini gördük. Korkut Özal ile ODTÜ’de tanıştık. Namazı ancak onun izni ile kendi laboratuarında kılabiliyorduk. Daha sonra seçim çalışmalarında birlikte olduk. Hiç unutmuyorum Korkut hoca seçim çalışmaları sırasında bir gün bana Erbakan Hocayı kastederek “İbrahim bu hoca çok büyük adam. Biz onun söylediklerini ancak günler sonra hatta çok sonra anlayabiliyoruz. Kendisini anlamakta da çok geç kalıyoruz. Onun için de biz anlayıncaya kadar iş işten geçmiş oluyor” demişti.
ASKERLİK HAYATIMIN DÖNÜM NOKTALARINDANDIR
Askerliğimi yedek subay olarak Ankara Etimesgut Zırhlı Birlikler Okulu Tank Birliğinde yaptım. Daha sonra kıta görevi için Erzurum’a gittim. Burada beni etkileyen ve gördüğüm olay ise millet evladının çok inançlı, çok samimi olduğudur. Kendilerine bir görev verildiği zaman, kendilerine güvenildiği zaman neler yapılabileceklerini gördüm, anladım. Bu vatan evlatlarının yeri geldiği zaman vatanı için inancı için her şeyi yapabileceklerine şahit oldum. Bunları tatbikatlarda bizzat yaşarak gördüm. Hiç unutamadığım bir olay ise akşam derslerinde bir askerin ‘Komutanım şehit olmak ne demek, nasıl şehit olunur’ sorusu idi. Bu vatan evlatlarının en zor şartlarda bile neler yapabileceklerini gördük. Askerlik bu insanlar vatani görevimizi yapmamız sırasında yaşadıklarım hayatın dönüm noktalarından birisi olmuştur.
İSTANBUL’DA KURDUĞUMUZ EKMEK FABRİKASI İLE ÇOK ŞEY ÖĞRENDİM
Askerlik dönüşü siyasete öyle fazla ilgi duymadım. Ticari hayata başarılı olarak atılmayı hedefledim ve İstanbul’da kurduğumuz bir ekmek fabrikası bize profesyonel yöneticiliğin ne demek olduğunu gösterdi. Tesadüfen bir ekmek fabrikası işine girmiştik. Ekmekte maliyet nasıl düşer, nasıl insan çalıştırılır, insandan nasıl en üst düzeyde istifade edilir, işveren ve alt kademelerdeki görev bilincini bize işe aldığımız bir genel müdür gösterdi. Burada iki ayrı dönem oldu. Ekmek fabrikasında maliyetin düşürülüş şekli ve şu andaki yediğimiz ekmeğin bile fiyatının yüksek oluşunu gördük. Bir de sıcak ekmeğin zamanında İstanbul’ da vatandaşın elinde olması gerektiğini, yani vatandaşın sıcak ekmek yemesi gerektiğini gördük. Ayrıca ekmeğin maliyetinin düşürülmesi, az insanla ve hijyenik ekmek üretmenin yanı sıra pazarlama bu kaliteli ve sağlıklı ekmeği vatandaşa sunmanın önemini burada gördük. Bu yaptıklarımızla da Belediye’den hatta İstanbul Valiliğinden, Fırıncılar Derneği’nden çok olumlu tepkiler aldık. Ama bir süre sonra Fırıncılar Derneği’nden ve bazı çevrelerden gelen baskılar yüzünden ekmek işinden çekilmek zorunda kaldık. Bu aşamada İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı olan Ali Müfit Gürtuna Bey bizim İstanbul’dan Konya’ya dönmememiz için çok ısrarcı oldu ama o zaman biz kendisini dinlemedik ve tekrar Konya’ya döndük. Ama şimdi düşündüğümüz zaman burada iyi bir karar veremediğimizi görüyoruz.
REFAH PARTİSİ DÖNEMİNDE YAPILAN TEKLİFLERİ KABUL ETMEDİM
1996 yılında Refah Partisi’nden bana yapılan tekliflerin hiç birini kabul etmedim ve yeniden siyasete dönmedim, işimde ilerlemeye çalıştım. Refah Partisi kapatıldıktan sonra kurulan Fazilet Partisi’nde Mahalli İdareler Başkanı olarak görev aldım. Burada arkadaşlarımızla birlikte büyük hizmetler verdiğimize hala inanıyorum. Biz o dönemlerde belediye başkanlarından hesap sorabiliyorduk. İl Genel Meclisi üyelerini, Belediye Meclisi Üyelerini toplayabiliyor, ‘ne yaptınız, neyi yapamadınız, ne yapacaksınız?’ diyebiliyorduk. ‘Seçim öncesi verdiğiniz sözlerde neler yapıldı, neler yapılamadı, bu yapılamayanlar neden yapılamadı?’ diye görüş alışverişinde bulunuyorduk. Bu görüşmelerde ulaşılan başka güzel bir nokta; küçük bir arızası yüzünden yatan iş manikasını getiriyor, o küçük arızayı gideriyor ve makinenin o bölgede çalışmasını sağlıyorduk. Biz o başkandan sadece makinesini ne yapıp edip buraya kadar getirmesini istiyorduk. Böylece çok geniş ve çalışan, tekerleği dönen makine parkları oluşturduk. Bu büyük bir güç sağladı.
SAADET PARTİSİ’NİN KURULDUĞU KONGREDE SİYASETTEN AYRILDIM
Siyasetten daha sonra ayrıldım. Saadet Partisi’nin kurulduğu kongrede arkadaşlarımızın, dostlarımızın birlikte çalışma tekliflerini kabul etmedim ve siyasetten tamamen ayrıldım. Artık ticari işlerimizle ilgilenmeye çalıştım ve bir daha da siyasete dönmedim.
MÜSİAD’IN KURULMASINDA GÖREV ALDIM
1991 yılında MÜSİAD’ ın Konya’da kurulmasında yer aldım. Ve bu kuruluş aşamasında sonra da 3 dönem MÜSİAD yönetim kurulunda bulundum. KTO seçimlerinde Rahim Özkaymak’a karşı seçimi çok az bir farkla kaybettik. Zaten o seçimden sonra da Hüseyin Üzülmez KTO başkanı oldu. Belki de o seçimi kaybettiğimiz zaman bizim İstanbul’da olmamız o anda kaybetmemize neden oldu. Yani daha çok ve daha iyi çalışabilirdik ve daha o zaman KTO seçimlerini kazanabilirdik.
OKULARI KORUMA DERNEĞİ, KON-TV VE ELMAS VAKFI
Kendi işlerimize yoğunlaşırken tabii ki toplumun sosyal işlerinden kopmadık, kopamadık.
1984-1985 yıllarında Milli Eğitim Müdürlüğü ile Okulları Koruma Derneği’ni kurduk ve yapılan seçim sonunda buranın Başkanı oldum. Bu görevim hala devam ediyor. Eğitime hizmet etmekten ayrı bir zevk alıyorum. Ayrıca 1990’dan sonra KON- TV’de Başkan yardımcılığı yaptım bu görevimi de 2000 yılında bıraktım. Yine Elmas Vakfı’nda uzun süre görev yaptım. Sivil Toplum Platformu’nun üyesiyim. Ayrıca daha pek çok vakfımıza para, güç, manevi destek olarak büyük katkılar sağlamaya çalıştık.
İKİ ŞEY BENİ ÇOK MUTLU EDER
Beni iki şey memnun eder. Birincisi iş konusunda başarılı olan karşı tarafı kendilerinden dinlemek. İkincisi ise bir başkalarının memnun olduğu işleri görmek, beni o başarılı olmuş insanlardan daha çok memnun eder …
Bir de ben yürüyerek dinleniyorum…