Haşim Akın
İRFANIN DİPLOMASI NEREDEN ALINIR?
İlim ve irfan kelimeleri, anlam açısından yakınmış gibi görülse de bizim kültürümüzde çok farklı kavramlardır. İlim; daha çok kesbidir. Bir okuldan, kitaptan veya hocadan tahsil edilir. Eskilerin deyimiyle ilim için dizini kırmak gerekir. Bazen uğruna çileleri göğüsleyecek hicret bile gerekir. Allah, bilenlerle bilmeyenleri bir tutmaz. Zira burada artırılması için duanın öğretildiği ve insandan bir devinimin istendiği bir özelliğe vurgu vardır.
Ama irfan; daha farklı bir anlamı ifade der. İrfan için kitaba veya bir medreseye ihtiyaç da yoktur. İlimle birleşirse elbette çok daha güzel olur. Ama Allah, bazı kullarına ilim gibi kesbi yollarla elde edilemeyecek irfanı verir. Onlar, “baktıkları her şeyde Allah’ı görürler” ve “Ya rabbi! Sen bunları boşa yaratmadın ki …” diye anlayamadıklarına bile O’nun la bir cevap bulurlar.
“Men arafe nefsehu, fe qad arafe rabbehû” cümlesini aynı bağlamda değerlendirmek mümkündür. Kendi yaratılış amacını ve hiçliğini tanıyabilen kul, Rabbinin azametini idrak etme konusunda yaya kalmaz. Yoksa bu gün müsteşriklerin okudukları, onlara manevi bir haz kazandırmamaktadır.
Aynı okulda çalıştığımız Muhammed T. Bir yıllık bir eğitim için İstanbul’a gitti. İki gün önce bir haber aldık ki Muhammed kardeşimizin bir kızı dünyaya gelmiş. Salı günü sabah erken bir saatte “Akika” töreni var. Burada dua edilip çocuğun ismi ilan edilecek. Ailesini geride bırakıp, bir ideal uğruna uzaklara gitmek kolay. Ancak oralarda iken doğum vb. bir hadisiyle karşılaşmak en zor olanı. Hem şehrim Nasrettin Hoca’nın deyimiyle; “Damdan düşen gelsin yanıma...”
Biz de hediyelerimizi alıp beklenen saatte eve ulaştık. Dualar edildi. Sabahın erken saati de olsa, pirinç pilavı ve balık kızartmasını elimizle yedik / yemeye çalıştık. Tebrik ve dualarımızı ilettik. Törene ait kayıtları aceleyle İstanbul’a ulaştırmayı da ihmal etmedik. .
Bir arkadaşımız az sonra canlı telefon bağlantısı kurdu. Telefonu yaşlı babasına verdik. Ekranda hem oğlunun resmini görmesi, hem de sesini duyması amcayı bayağı heyecanlandırdı. Sanırım ilk kez böyle bir manzarayla karşılaşmıştı. Kısa bir şaşkınlığın ardından, “Bunlar büyük şeyler. Ne var ki Allah’ın gücü ve ilmi yanında bunların ne anlamı olabilir?” deyiverdi. Doğrusu hepimiz donup kalmıştık. Hayır! Bu asla bir züğürt tesellisi değildi. Bir Mü’min ferasetidir.
Yıllar önce Anadolu’daki bir sohbet sonrası hoca efendiye bir grup delikanlı, beraber fotoğraf çekinmeyi teklif etmişti de “Evlat bizim görüntüleri gün boyu ve sürekli kayda alanlar var. Ama madem istediniz bir de dünya kaydına girelim. Buyurun!” demişti. Şimdi Burkina’nın ücra bir köyünde yaşayan, çocukluk yıllarında bir hoca efendiden Kur’an talimi yapmış, bunun dışında da fazlaca bir ilim tahsil etmemiş bir amcanın irfan benzerliği ne kadar da yakın… Hatta bu hocasının Muhammed isimli oğlundan etkilenerek , “Bir oğlum olursa adını ben de Muhammed koyacağım.” diye ahdeder. Allah da sözünde durmayı ona bahşeder.
Ama hadis-i şeriflerin “FERASET” adını verdiği bir hissiyatla, beş bin kilometre uzaktan bize görüşme fırsatı veren bir teknoloji harikası alet için, “Allahın ilmine ve azametine” dikkat çekiyordu. Bizim için alışılmış olan tepki, “Adamlar ne teknoloji yapmışlar be…” türlü kula hayranlıktı. Lakin cevap çok farklı bir şekilde zuhur etti. Bu ilmi bahşedene hayranlık, hangi kitaptan ve neredeki fakülteden tedris edilebilir?
“Mü’minin ferasetinden sakının. Zira o, Allah’ın nuruyla bakar.”
Ya rabbi! Senin künhüne vakıf olamayacağımız ilmine, feraseti bahşettiğin kullarındaki sana ileten izlerine ve çağırdığın hakikatine kurban olayım!