Prof. Dr. Ramazan Altıntaş
İslamcılık üzerine
Son günlerde Müslüman entelektüeller arasında İslamcılık üzerine yeni imâl-i fikirlerin serdedilmesi İslam düşüncesinin çiçeklenmesi adına memnuniyet verici bir gelişmedir. Bu düzeyli tartışmaya taraf olan bazı Müslüman münevverler arasında yöntem bakımından İslamcılık kompartımanında değerlendirilmemesi gereken protest dini söylemler birbirine karıştırılmak istenmektedir. Herkesi İslamcılık kampına dâhil etmenin de bir âlemi yoktur, sanırım. Kaldı ki bu meyanda İslamcı olmadığını bu tartışmalarda da dile getirenler vardır.
O halde İslamcı olmakla olmamanın ayırımına nasıl varacağız? İşte bu makalemde bu soruya cevap aramaya çalışacağım.
19. yüzyılın başlarında İslamcılık hareketinin ortaya çıkışını hazırlayan en önemli sebepler arasında İslam dünyasının kahır ekseriyetinin sömürgeleştirilme çabalarına karşı duyulan tepki gelir. Çare; dini, ahlaki, askerî ve kültürel alanda yenilenmeden geçmektedir. Bütün bunları başarabilmek için de yeni bir insan inşasına ihtiyaç duyulur. Bu anlamda yeni bir zihniyet dönüşümü gerçekleştirilmediği müddetçe, İslam coğrafyalarından istilacı müstevlilerin atılması mümkün değildir. Her ne kadar, İslam topraklarını işgal eden bir takım Batılı güçlerse de, İslamcılık hareketi, Batı’yı topyekûn düşman olarak görmez. Aksine, Batı’nın geliştirdiği çağdaş teknoloji nimetlerinden İslam toplumlarını yararlandırmak ister. İslam dünyasının değişik bölgelerinde boy veren bu akım, organizeli ve homojen bir akım değildir. Mısır’dan Hint alt kıt’asına, Türkiye’den Kafkaslara, bütün İslamcı akımların ortak ülküsü, ittihat-ı İslam’ı sağlamak ve ‘kendi öz benliğimizi’ muhafaza etmek şartıyla Batı uygarlığından yararlanmaktır. Onlara göre kendi gettosuna kapanan her kapalı düşüncenin gelişimi muhaldir. Nasıl ki tarihte Mu’tezile Kelam ekolü, tercüme hareketleriyle bir nevi kendi çağının “öteki” konumunda bulunan din ve kültürlerle karşılaşmışsa, İslamcılık akımı da kendi çağında farklı din ve kültürlerle karşılaşmaktan çekinmemiştir. Çünkü bu karşılaşmadan İslam düşüncesi alanında verimlilik gelişecek ve yeni sıçramalar yaşanacaktır.
Aydınlanma felsefesinin düşünce omurgasını oluşturan mantıkçı pozitivist akımın “ilerlemeci” dünya görüşü bizde, ister kendisini Türkçü, ister Batıcı ve isterse İslamcı kimlikle tanımlasın, bütün Osmanlı aydınlarını etkilemiştir. Osmanlı toplumunun fikir hayatında önemli izler bırakmış bu İslamcı, Batıcı ve Türkçü aydınların çabalarını, İslam dinini sosyal hayattan tamamen soyutlama girişimi olarak değil, çağdaş uygarlık düzeyini yakalamada motivasyon işlevi görebilecek düzeyde yeni bir kalıba sokma girişimi olarak değerlendirmek gerekir. Gerek Batıcı ve gerekse İslamcı aydınlar o dönemde İslam üzerine yazdıkları kitap ve makalelerinde daha çok Aydınlanma felsefesinin temel özelliklerini yansıtan bakış açısını, İslam kalıbına taşıyarak içeriden konuşmayı seçmişlerdir. Bu düşünce kombinezonları arasında; aklı yüceltmek, bid’at ve hurafeye karşı savaş, tevekkül ve kader üzerine konuşmak, tekke ve türbe geleneğine karşı muhalefet, taaddüd-i zevcât vb. gibi birçok konu yer alır.
Türkçü ve Batıcı aydınlardan İslamcıları ayıran temel öğe, onların, Müslüman bilinçte yeni bir dinî anlayış oluşturabilmek için üç temel ilkeyi hayata geçirme idealleridir. Bunların başında şu prensipler gelmektedir: (1) Yeniden Kur’an ve Sünnete dönüş; (2) İslam dünyasında yeni meselelere çözüm bulmak ve İslam’ın aktüel değerine aktüel boyut katmak için içtihat müessesesini canlandırmak; (3) Cihat ruhunu diri tutmaktır.
İslamcılık akımı ile Protestan söylem arasında büyük farklar vardır. İslamcılık akımı, Kur’an’ı tek kaynak olarak kabul etmez, okumanın açık ve kesin olduğunu savunmaz ve Sünnet’e başvurmayı önemser. İslamcılık, “içtihadı” savunduğu için 1400 yıllık Müslümanların ürettiği fıkıh, tefsir, tasavvuf ve kelam geleneği gibi birçok yorumu meşru görür. 19. yüzyılın şartlarında üretilen İslamcılık akımının İslamî yorumdan dinî bir pozitivizm çıkmaz. Fakat pozitivizmin etkisinde kalmadıklarını söylemek de objektif bir değerlendirme olmaz.