İsmail Sahar

İsmail Sahar

Dineksaray’dan Konya’ya tek başına gelen, önce bobinajcılık yapan, ardından mobilya işine giren, bugün ticarette, siyasette ve kendi iç dünyasında huzurlu, mutlu ve başarılı bir grafikle zirveyi zorlayan mütevazı insan

Dineksaray’dan Konya’ya tek başına gelen, önce bobinajcılık yapan, ardından mobilya işine giren, bugün ticarette, siyasette ve kendi iç dünyasında huzurlu, mutlu ve başarılı bir grafikle zirveyi zorlayan mütevazı insan


 


İsmail Sahar


 


 


SAHAR SÜLALESİ BOZKIR’DAN


DİNEKSARAY’A GÖÇÜYOR


Bu haftaki konuğumuz Sayın İsmail Sahar’ın ataları Çumra Dineksaray’a 200-250 yıl önce Bozkır’dan göçüp gelmişler. Dedesi de yaklaşık 80 yıl önce Bozkır’ın Aydınkışla kasabasından Dineksaray’a gelmiş. Babası ise Sayın Sahar 2 yaşındayken Dineksaray’a gelmiş. Kısaca Sahar ailesinin ataları Bozkır’ın dağlık tepelik bölgelerinden Dineksaray’a bir, bir gelip yerleşmişler.  


İSMAİL SAHAR BEŞ ÇOCUKLU BİR


AİLENİN EVLADI


4 Ocak 1954 günü Çumra’nın şirin, ama gariban beldesi Dineksaray’da Ahmet ve Ayşe çiftinin bir çocukları daha dünyaya geliyor. Minik İsmail, o gün genç anne babayı mutlu ederken kardeşleri Güner, Fatma, İsmail ve Mustafa ile kendisini artık yepyeni, zorlu ama mutlu bir yaşam mücadelesi beklemektedir. Minik İsmail dünyaya gözlerini açtığı bu şirin ve biraz da gariban köy evinde yedi yaşına kadar anası, babası ve kardeşleri ile çocukluğunu süsleyen bir hayat yaşayacaktır.


ÇARŞAMBA ÇAYI’NDA YÜZER,


YILAN YAKALARDIK


Sohbetimizin başlangıcında tatlı tatlı konuşurken çocukluk yılları dediğimiz zaman Sayın Sahar’ın yüz ifadeleri de yumuşuyor, tatlı bir tebesüm yüzüne konuyordu: Bizim yöre çocukları için Çarşamba Çayı bir vazgeçilmezdi. Çünkü havalar ısındı mı, hele yaz iyiden iyiye geldi mi, her köy çocuğu o Çarşamba Çayı’na girer, yüzmeyi öğrenirdi. Ya da yüzmeye çalışırdı. Yani 5–6 yaşındaki her çocuk mutlaka o çaya girmiştir. Bir de çayda çok su yılanı olurdu. Biz oyun diye bu yılanları yakalardık. Böyle olunca oyunumuzun bir parçası olan olan yılanlardan adı ürkütücü olsa da hiç korkmazdık.


YENİ OKULUMUZ KİRLENECEK


DİYE DUVARLARINA


ELİMİZİ DAHİ SÜRMEZDİK


Okul çağına geldiğimiz zaman eski bir okul vardı. Yani burada yerleşim olurken yapılan okul. Daha sonra bir de yeni bir okul yapıldı. O okul devletin bizim oraya yaptığı ilk resmi bina, ilk yatırımdı. Yeni okulun ilk ağaçlarını biz diktik. Duvarlarına elimizi bile süremezdik. Niye? Çünkü belki bizim elimizin kirinden okulumuzun duvarları kötü olacak diye. Hatta birisi okulun duvarını eli ile filan kirlettiği zaman öğretmenimiz eline bezi verir, o duvarı sildirirdi. ‘Ağacı dik, okulu koru’ derken bu bina sanki bizim elimizde doğdu gibi oldu. Yıl 1960. Okul zaten tek katlı. İki sınıfı vardı, birinde 1., 2., 3. sınıflar, diğerinde ise 4. ve 5. sınıflar okurdu. Biz ikinci sınıftayken yeni yapılan okula geçtik.


VASAT BİR ÖĞRENCİYDİM,


AMA MATEMATİĞİ ÇOK SEVERDİM


Okulda da öyle çok faal bir öğrenci değildim. Yani çok çalışkan değildim. Ders filan çalışmazdım. Ama matematik dersini çok severdim. Öğretmenim Mehmet Emin Bilgiç’ti. Mesela matematikde çarpım tablosunu 15 günde ezberlemiştim. 29 harfi böyle bir çırpıda öğrenmiştim, ezbere okurdum. Yani benim o yönüm çok kuvvetliydi. Çalışkan değildim, ama öyle çok da geri, tembel bir öğrenci de değildim.


3. SINIFTA BİR YEDEK SUBAY


ÖĞRETMENİN KURBANI OLDUM


(Burada Sayın Sahar’ın ‘Bunu yazmasanız iyi olur’ dediği, ama unutamadığı anısını, yine onun hoşgörüsü ve engin ufkuna sığınarak sizlerle paylaşmak istiyorum.)


Okulda bir de hiç unutamadığım bir olay vardır. Belki bu da hak etmediğim halde fatura bana kesildiği içindir. 3. sınıftaydık. Bir yedek subay, öğretmen olarak derslerimize giriyordu. İstanbul’luydu. Hem de sporcuymuş. Adı da Artuğ Sayak idi. Köyde mahallenin çocukları olarak ona hep hizmet ederdik, yabancıydı ya, hem de öğretmenimizdi. Öyle ki odununu, kömürünü biz taşırdık. Bütün hizmetini biz yapardık. Ama hiç unutmuyorum bir gün ders yaparken okulun bahçesinde eli çantalı biri göründü. Bu öğretmenimiz gayriihtiyarî müfettiş geliyor deyip ağzından o anda bir küfür kaçırdı. Her neyse, ders bitti, müfettiş ve öğretmen yukarı kata çıktılar. O gün ders sonuna doğru öğretmenimizin küfür edişi ta müfettişin kulağına kadar gitmiş. Yani biri gidip müfettişe ‘öğretmen size küfretti ‘demiş. İş incelemeye başlandı, sonunda küfür eden ben oluverdim, yani öyle bir durum oluştu ki suçu benim üzerime almam gerekti. Muhtar heyeti filan toplandı. Ben de oraya gittim, ifade verdim, yani sanki bir nevi mahkeme gibi bir şeydi. Bunu hiç unutmuyorum.


YAPILAN TARHANA O GÜN


BÜTÜN MAHALLEYE DAĞITILIRDI


O zamanlar yoklukta bile bizim çok güzel geleneklerimiz, ananelerimiz vardı. Mesela yine o yıllar dediğiniz zaman annemin tarhana yaptığı günleri, o nefis kokuyu unutamam. Hâlâ o koku burnumun direğini sızlatır. Annemin yaptığı tarhanaların kokusu her tarafa yayılırdı. Tarhana çorbası yapılır, daha sonra tabağın üzerine de bir kaşık tereyağ konur, bütün mahalleye bu tarhana dağıtılırdı. Bunun yanında yine tazecik, sıcacık bazlama ikram edilirdi. Keş yani peynir bu bazlama ile bizim en büyük ziyafetimizdi. Ama o yıllar gerçekten yokluk, yoksulluk yılları…


LOKUM, BİSKÜVİ, HELVA,


ELMA VE ARMUT KAKI


Yokluk dedik de aklıma geldi. Gerçi çevremizi şöyle bir düşündüğüm zaman bizim durumumuz bayağı iyiydi. Ama yine de köyün bakkalından alınan bisküvi, lokum, helva bile çok büyük bir lükstü. Bizim bayramımızdı adeta. Bir de Hadimliler, Bozkırlılar pazar zamanı kak satarlardı: Elma, armut kakı. O bile pazar yerinde bize çok değişik ve lüks gelirdi.


ÇOCUKLUMUĞUMUZ ADETA


HAYVANLARIN İÇİNDE GEÇTİ


Yine hiç unutamıyorum. Bir çift atımız vardı. Evimizin altı ahır ve samanlıktı. Üstünde ise iki oda vardı. Zaten köy insanı bilir. Bu tip ev, klasik Anadolu evidir. Evin yan tarafında ise seki dediğimiz bir yer vardı. Yazları orada otururduk. Bütün yaz sekide geçerdi. Kışın ise yukarı odalara çekilirdik. Ahırda 30, 40 koyunumuz, 2 – 3 ineğimiz ve elbette köy evlerinin vazgeçilmez hayvanları olan tavuklarımız vardı.


59’DA BABAM EVİN ÜSTÜNE


BİR KAT DAHA ÇIKTI


59’un sonunda, 60 başında babam inşaata başladı ve evimizi iki katlı yaptı. Gerçekten hali vakti çevreye göre iyi sayılırdı. Bunu şimdilerde çok daha iyi anlıyorum, ama yine de o zamanlar yokluk vardı, yoksulluk vardı. Yani bugün oturup o günleri anlatmak birçok insana, hele gençlere hayal gibi, film gibi gelir.


BABAM BENİ ÇOK OKUTMAK İSTEDİ,


AMA BENİM AKLIM SANATTAYDI


İlkokulu bitirdikten sonra Karaman’da lisede okuyan abimin yanına gittim. Aslında babam beni okutmak istiyordu ama ben kafaya takmıştım. Ben sanata gidecektim, hem de böyle elektrik, radyo ya da buzdolabı işi ile ilgilenmek istiyordum. Abim lise son sınıf öğrencisiydi. Mesela abim okudu, babamın sözünü dinledi ve öğretmen oldu.


6 AYDA RADYO


TAMİRİNİ ÖĞRENDİM


Beni bir radyocunun yanına verdiler. Ustam şimdi rahmetli oldu. Adı Abdurrahman Alanya’ydı. Altı ay içinde radyoyu tamir eder, bozar, takar hale geldim. Çok çabuk öğrenmiştim. Rahmetli öyle para pul vermezdi ki. 15 kuruş haftalık verirdi. Babam da abime 40 kuruş gönderirdi, biz onunla geçinirdik.


KONYA’DA ENVER KALFAZADE’NİN


YANINDA BOBİNAJ İŞİNE BAŞLIYORUM


Daha sonra abimle Konya’ya geldik. Enver Kalfazade diye o zamanların çok meşhur ve bilinen  bobinajcısı vardı. Naim, Saim ve Muammer Kalfazede diye kardeşleri vardı. Mesela Muammer Kalfazade o zamanlar Konya’nın en meşhur ve sevilen çocuk doktoruydu. Herkes çocuğunu ona götürürdü.


DAYIM YAHYA USTANIN YANINA GEÇTİM


Altı ay burada çalıştım. Altı ay sonra kendi dayımın, yani bende çok büyük emekleri olan Yahya ustanın yanına geçtim. 12–13 yaşındaydım. Burada da kalfanın kalfası olarak yetiştik. Çok çalışkandım, kendimi işime verdiğim için kendimi çok iyi yetiştirdim. Her şeyden öte işimi severek yapıyordum. Bobinaj işini de çok sevmiştim. Gerçi bu iş de büyük el emeği istiyordu. 11-12 yıl burada çalıştım, dükkanın ismi de İstanbul caddesinde ‘Elektrik motor’du.


Konya’ya geldiğimiz zaman bir süre amcamların yanında kaldım 69’da. Hanifi amcamların yanında. Daha sonra abim köyden geldi.


ABİMLE İLK EVİMİZİ


ULUIRMAK’DA TUTTUK


İlk olarak Uluırmak yakınında, ilkokulun orada ev tuttuk. Abim öğretmen olarak buraya gelmişti. Burada da kendimize göre çok çileler çektik. Hayat gerçekten zordu. Öyle bugünkü gibi lüks denilebilecekbir hayatı yoktu insanların.


ASKERLİĞİMİ ÖNCE İZMİR’DE,


SONRA İSTANBUL’DA YAPTIM


Askerlik için önce İzmir’e gittim. Bornova’da topçuydum. 74 Kasım ayı. Oradan da İstanbul Sefaköy’de, 500 evlerde kaldım. Burada da on beş gün sonra alay komutanının şoförü oldum. Alemdağ ve Samandıra’ya filan giderdik. Alaaddin Yüzer ile bir gün izin günümde Eminönü’nde karşılaştık. İzin gününde bile biz tabancalı olarak dolaşırdık. Hiç unutmuyorum, o gün Alaaddin beni öyle tabancalı filan görünce çok şaşırmıştı. Alay komutanımız Antalyalı Turgut İlgen’di. 23. piyade tümeni 23. taburun alay komutanıydı. Çok iyi bir insandı. 13-14 ay da burada askerlik yaptık.


İSTANBUL BENİM UFKUMU DEĞİŞTİRDİ,


GÜVENİMİ KAZANMAMI SAĞLADI


İstanbul ufkumuzun açılmasında, dünyayı görmemizde, insanları ve çevreyi tanımamızda çok büyük bir etken oldu. Benim şansım hep kaliteli insanların yanında yer almam oldu. İyi diyaloglar, düzgün insanlar, ahlaklı alışveriş benim ufkumu geliştirdi. Güven kazanmayı öğrendim. Önce kendime olan güvenimi kazandım.


MSP’Lİ BİR AİLEYE, CHP’Lİ


BİR AİLENİN OĞLU OLARAK DAMAT OLDUK


Askerlik sonrası büyüklerim beni her genç gibi 23–24 yaşında evlendirmek istiyorlardı. Ben ise inadına evlenmeden önce dükkân açmak istiyorum. Ablamın alt komşusunun kızı varmış. Hatta bizim kayınpeder, Mehmet Özgüzar abiye gidiyor. Biz kıza bakmaya gideceğiz ya bizim kayınpeder de dükkana çaktırmadan geliyor. Bize bakmaya, kontrol etmeye gelmiş. Rahmetli kayınpeder bizim sülaleyi, babamı filan soruşturuyor. ‘Ahmet Sahar nasıl bir adam?’ filan diye. Herkes aynı şeyi söylüyor. ‘Çok iyi, hatırı sayılır, hiçbir kusuru kabahati yok, adam gibi adamlar, ama bir tek kusuru var: O da Ahmet ağa koyu CHP’li’ derler. Çünkü o zamanlar bizim kayınpeder de iyi bir MSP’li. Bu durum karşısında bizim kayınpeder gülüyor geçiyor, ve tabii ki nasip imiş de bize kızını, yani eşimi veriyor. 24 yaşındaydım. Nişan yaptık. Ardından evlendik. O zamanlar kalfaydım. Kayınpeder de Konya’nın yine tanınan, bilinen, sevilen isimlerinden mobilyacı Muzaffer Şanlı’ydı. 2 kızı, 2 oğlu vardı.


KAYINPEDER İŞ ORTAKLIĞI TEKLİF


EDİNCE ÖNCE BOZULDUM


Neyse evlendik, kısa bir süre sonra kayınpeder bir gün bana iş ortaklığı teklif etti. O zamanlar böyle bir durumda adama içgüveysi gözüyle bakarlardı. Öyle derlerdi. Ben ilk anda bozuldum. Hemen gidip babama danıştım. Babam beni rahatlattı. Gerçekten çok aydın bir insandı. Bana son sözü ‘Aklın neye yatıyorsa onu yap, milletin diyeceğine bakma’ oldu. Ben de gidip kabul ettiğimi söyledim ama bir şartla ‘Bir yıl ortak olmadan önce bir yıl boyunca sizinle maaşlı elemanımız gibi çalışayım bu işi öğreneyim. Ondan sonra ortaklık’ dedim. O da kabul etti.


ŞANVER MOBİLYA’DA 14


MUTLU VE HUZURLU YIL


Şanver Mobilya olarak 14 yıl birlikte çalıştık. 2 bacanak, bir kayınpeder. Ta 78 yılına kadar böylece hep birlikte olduk, çalıştık, mutlu, huzur dolu, kimseyi kırmadan, üzmeden. Hep iyi olmak için aza kanat edip çok çalıştık. Ama hep huzurlu olduk.


CEBECİ MOBİLYA MARKA OLUYOR


Bu dükkanı bırakıp 91’de Cebeci Mobilya olarak yeni bir isim altında çalışmaya başladık.    Cebeciler diye bugün marka olduysak yine inanmamızdan, birbirimize olan saygımızdan, çok çalışmamızdan, aza kanaat etmemizden. Şükürler olsun bu günleri gördük. Muzaffer Sahar da Çumra’dan geldi. 1997’de mobilya imalatına başladık. Kısaca Cebeci ismi mobilya da bugün marka oldu. Geçen yıl GÜNSA mobilya halı mağazasını açtık. Bu işten zarar da kar da etmesek de büyük haz duyuyorum.


ARABOĞLU MAKASI’NDA


PARTİLER SOKAĞINDA


HİÇ BİR PARTİYE ADIM ATMAMIŞTIM


Mobilya işiyle birlikte ömrümüz Konyamız’ın meşhur Araboğlu Makası’nda geçti. Burası bir zamanlar partiler sokağıydı. Biz Anavatan Partisi’nin oradaydık. Sağımızda solumuzda Refah Partisi, Milliyetçi Hareket Partisi filan vardı. Yıllarca bu caddede çalıştık. Ama hiç bir partiye girmemiştim. Kayınpeder Milli Selamet Partisi’nin İl yönetimindeydi, ama ben bu partiye de ayak basmamıştım.


MUZAFFER ÖZOĞLU’YLA


REFAH PARTİSİNE GİRİYORUM


Muzaffer Özoğlu, Refah’ın Konya İl Başkanı Zülfikar Gazi’ye giderek herhalde bizden bahsetmiş. Zülfikar abi de bir gün dükkânımıza geldi, bizi partiye filan davet etti. Biz de ‘Olur inşallah filan’ dedik. 10 gün sonra 8 Nisan 1994’de de Atatürk Spor Salonu’nda Pazar günü  biz çağrılınca oraya gittik, kravatlı gömlekli gittik. Erbakan hoca filan da gelmişti.


BENİ ANAVATANLILAR İÇİNDE


FİGÜRAN GİBİ GÖSTERDİLER DİYE ÇOK BOZULDUM


Ziya Özboyacı o gün Anavatan Partisi’nden partiye katılıyordu. Büyük tantana oluyordu. O tanıtım anında bizi de Anavatan’dan gelenlerin arasında figüran olarak gösteriverdiler. Çok bozulmuştum. Neyse daha sonra il yönetimine girdik. O zamanlar RP’ydi, daha sonra FP oldu. 8-9 yıl görev yaptım. FP’de Erdemliler Hareketi’nde yer aldık.


İL GENEL MECLİSİ’NDE ÇUMRA,


HÜYÜK, GÜNEYSINIR VE BOZKIR


İLE İHTİSASIMIZI YAPTIK


Bu arada Çumra’dan İl Genel Meclis Üyesi seçildik. İlk olarak Hüyük, Güneysınır ve Bozkır’da çalıştım. Mehmet Sözer ile de çalıştık. Çumra’da 7 yıl bu işin alt yapısını yaptık.


ÇUMRA’DA ISRAR ETTİM,


SELÇUKLU’YU KABUL ETMEDİM


O zamanlar birileri bizim Çumra’da İl Genel Meclis üyeliğimize karşı çıktılar. Dahası karşı çıkmaya çalıştılar. Bana burayı değil, Selçuklu’yu teklif ettiler. Selçuklu’yu bile kabul etmedim. Tahir Bey de o zaman İl Başkanı’ydı. 99’da AK Parti  Kurucular Kurulu üyesi olduk. Ağustos, Eylül, Ekim aylarında Hasan Angı bey 21 kişiyi topladı. Biz FP ağırlıklıydık. O günkü toplantıya da 19 kişi gelmişti. AK Parti’de Çumra, Güneysınır ve Akören’de partinin teşkilatlanması için çalıştık


ALLAH 18 YIL SONRA


BİZE BİR EVLAT VERDİ


Bugün işinde, ticaretinde, siyasetinde huzurlu, mutlu ve başarılı bir yaşam sürdüren İsmail Sahar’a Allah 18 yıl sonra bir evlat vererek bu mutluluğu doruğa erdirmiş. Çiftin 1995’te Ahmet Anıl isimli bir erkek evladı olmuş. Minik Ahmet şimdi anne ve babasının üzerine titrediği başarılı bir öğrenci.