Kamil Uğurlu
Türkiye’nin toplu konut hamlelerine imza atan, kültür, sanat, siyaset ve bilim adamı Kamil Uğurlu…
Hadim Aladağ’ın Dülgerler köyünde dünyaya gözlerini açtıktan sonra, eğitimini Karaman Konya ve İstanbul’da noktalayan, İstanbul’da yüksek lisansını yaparken kültür sanat faaliyetlerini zirveye taşıyan konuğumuz, şehrimizin efsane Belediye Başkanı Ahmet Hilmi Nalçacı ile çalıştıktan sonra Selçuk Üniversitesi Mimarlık Fakültesi öğretim üyesi ve mimarlık tarihi anabilim dalı başkanlığı yaptı. Önce şehrimizde örnek toplu konutlara imza attıktan sonra dönemin Başbakanı Süleyman Demirel ve Derbentli Hoca’nın katılımı ile İstanbul Beylikdüzü’nde bundan 30 yıl önce Avrupai konutları ortaya çıkardı. İş dünyasının talihsizliklerini zaman zaman yaşayan Uğurlu, Kültür Bakanı Namık Kemal Zeybek tarafından Orhun Abideleri röleve konservasyon ve replikos için görevlendirildi Suudi Arabistan ile Libya’da inşa ettiği konutlar, oteller, alt yapı projeleri ve uygulamaları ile bu ülke yönetimlerinin takdirini kazandı. TİKA Danışmanlığı, Toplu Konut İdaresi Başkanlığı ve Başbakanlık Müsteşarlığı görevlerinde de bulunan Kamil Uğurlu’nun yüzlerce makalesinin yanısra yayınlanmış 20 eseri bulunuyor.
ARİF AĞA’NIN OĞLU KAMİL DÜNYAYA GELİYOR
Kamil Uğurlu 27 Şubat 1942 günü dünyaya gelir. Annesi Fatma Hanım Aladağ’da Cemil’in kızı olarak bilinmektedir. Babası Arif Ağa ise örnek insan, okumuş, güngörmüş gerçek bir Anadolu ağasıdır. İsterseniz Kamil Uğurlu’nun Hadim’in en yüksek tepelerinde kurulu bulunan Dülgerler köyünde dünyaya gelişini ve ailesini anlatışını “Karaman Şehrengizi’ isimli kitabından küçük bir bölümle biz de bu bölümümüze giriş olarak alalım. Bakın Kamil Uğurlu babasını ve dedesini nasıl anlatıyor:
“Aladağ’ın kartal yuvasını andıran kayalar üzerine kurulu Dülgerler köyü geçmişini bütün incelikleriyle yaşamış kartalların tünediği bir yuva gibidir. Bir muhtarı vardı bu köyün, kırk yaşındaydı ve köyün ağasıydı. Bu ağalık bizde hep edebiyatı yapılan “… soyan karın tokluğuna çalıştıran sömüren,zalim ….” tipinde bir ağalık değildi. Orta Anadolu Türkmenlerinde ağa, kültür düzeyi herkese göre biraz daha ilerde, herkese hem para hem moral olarak yardımcı olan, kafası çalışan iyi niyetli ve insanların “ baba” bildiği kimselere denirdi. Ağa kelimesi efendi kelimesine denk gelirdi. Arif ağa ağalığını babasından tevarüs etmişti. Hakkı ağa köken olarak Mevlana dergâhına kayıtlı bir çelebiydi. Ve Arif Ağa onun oğluydu. Bu geçmişe sahip ailenin davranışları da buna uygun olmalıydı. Arif ağa bir taraftan muhtarı olduğu köye o zamanın şartlarında su getirmeye çabalıyor bir taraftan zamanın kıt hatta olmayan imkânlarını zorlayıp çocuklarını okutmaya çabalıyordu. Köyde okul yoktu. Okumak isteyenler daha büyük yerlere gitmek zorundaydılar. Hakkı ağa oğlunun yani muhtar Arif ağanın köyden ayrılmasını ve şehre gitmesini istemiyordu. Çünkü o şehir hayatını biliyordu. Şehirliydi ve buna rağmen huzur içinde olabilmek için köy ortamını seçmişti. Arif ağa babası gibi düşünmüyordu. Ama ona karşı çıkması da elbette mümkün değildi. Sabretti durdu. Ve bir gün Hakkı Ağa Hak’ka yürüdü. Arif ağa artık şehre göçebilir, şehirde okumakta olan çocuklarını kanatlarının altına alabilirdi…”
1942’DE KARAMAN’A GÖÇ
Dedenin vefat ettiği yıl yani 1942 yılının bir sonbahar gününde Arif Ağa eşini ve çocuklarını alarak çift atlı bir araba ile Karaman’a doğru yola çıkar. Karaman’da ailenin ilk çocukları olan Kemal ve Esma okumaktadırlar. Baba Arif Karaman’a gelince; önce kerestecilik yapmak ister. Bu işte önce para kazanır gibi olursa da saflığından dolayı kısa sürede elindeki avucundakini kaybediverir. Elinde kalan para ile Semerciler sokağında iki katlı bir ev alır. Buranın altını han yapar. Üstündeki iki odalı yerde ise ailesi ile kalacaktır. Alt kattaki hayvanların o dayanılmaz kokusuna rağmen zorlu yaşam mücadelesine atılmıştır bir kere. Daha sonra hanı bozar bu mekânı tuzcu dükkânına çevirir. Karaman’da o yıllarda eski düzen ilkel usullerle ezilerek elde edilen sofralık tuzu kendi yaptığı tek patlarlı motorla tuz haline getirmektedir. Arif Ağa Cihanbeyli ve Koçhisar’dan sekiz kuruşa aldığı tuzu 10 kuruşa satmakta ve kiloda iki kuruş kazanmaktadır. Daha sonra madenciliğe kafa yorar Aladağ’da bir maden bulur. Çalıştırmaya başlar. Zaman içerisinde bu işi büyütmek ister ve ortak bulur. Ama işler büyürken ortak Arif ağanın parasını verip kendisini kendi madeninde çırak çıkarıverir.
AİLEDEN İLK ASKER
Aile Mevlana dergâhına kayıtlı bir ailedir… Bu yüzden de sıra Kamil Uğurlu’nun babası Arif Ağa’ ya gelinceye kadar hiçbir erkek askere alınmamıştır. Arif ağa cumhuriyet döneminin ilk çocuklarından olduğu için ailede ilk askere giden erkek Arif Ağa’dır. Arif ağa aynı zamanda çok iyi Latince harflerden oluşan Türkçeyi bilen ve bunu çevresindekilere öğreten bir kişidir. Yani o dönemde hocalık yapmış, eğitimli, kültürlü, okuyan, yazan bir insanmış.
İKİ KARDEŞ VEFAT EDER
Bu acı olayı ise isterseniz Kamil Uğurlu’dan dinleyelim: Bizim ailenin iki çocuğu ilk iki kardeşim Kemal ve Esma ise aile olarak Karaman’a geldikten bir yıl sonra 15 yaşındaki abim Kemal ile 13 yaşında olan ablam Esma içinde bulunduğumuz yaşam şartlarından dolayı zatürreeye yakalanırlar. Her ikisi de birer ay ara ile vefat ederler. Ama arka arkaya gelen tüm bu acılara rağmen aile ilerleyen yıllarda varlığını korumayı sürdürmeyi bilir. Biz altı kardeş idik; sırası ile Kemal, Esma, Rauf, Ulviye, İsmail ve ben. Rauf okula gitmedi. Karaman’da terzi oldu, sanata gitti ama daha sonra İstanbul ve İzmir e gitti. İşinde çok ilerledi. İsmail abim ve ben ise okuduk.
EĞİTİM İÇİN KONYA’YA GELİRLER
İsmail ve Kamil (Uğurlu) aileden bir yıl önce Konya ya geliyorlar, abisi lise bir talebesi iken Kamil orta ikinci sınıftadır. Ş. Sadrettin Konevi mahallesinde Arif Bilge hocanın evinin tam karşısında bir oda kiralar ve iki kardeş bu odaya yerleşirler. Bu ev tek gözlü bir evdir. İki kardeş tam bir yıl boyunca annelerinin Aladağ’dan gönderdiği pekmeze somun ekmeği banarak üç öğün karınlarını doyurarak okurlar. İkinci yılsonunda anne ve baba diğer kardeşlerini de alarak Karaman’da geçen o zorlu 12 yıla veda ederler ve Konya’ya iki çocuklarının yanına gelirler. Burada baba çocuklarının okuması için çok radikal bir karar alır ve tüm işini gücünü ve yerleştiği Karaman’ı bırakarak Konya ya gelmeye karar vermiştir.
AÇÖLDÜM’ÜN EVİNE KİRALIK OLARAK YERLEŞİR
Aile Karaman’dan Konya ya geldiği zaman Aksine’de Açöldüm ailesinin bir avlu içindeki
2 oda bir mabeyinden oluşan evinde kiralık olarak oturur. Evin kirası 70 liradır. Bahçenin bir köşesinde bulunan tuvaleti üç dört aile birlikte kullanmaktadır Yine bahçenin diğer köşesinde bulunan mutfakta ortak kullanım alanıdır. Daha sonra mabeyni Kamil Uğurlu’nun biricik annesi bir şekle sokar ve burayı mutfak olarak kullanmaya başlar.
YÜN İŞİNDEN HAVZAN’DA DEPO BEKÇİLİĞİNE
Karamandaki evlerini 25 bin liraya satan Arif Ağa Konya’ya geldiği zaman da bu paraya ev alıp paramızı bağlamayalım der ve ticaret yapmaya başlar. Borsada bir dükkân kiralar ve yün alıp satmaya başlar. İlki iki üç senede çok iyi para kazanır. İşleri harika gider. Bu kısa sürede Arif Ağanın 25 bin lirası tam 50 bin lira olmuştur. Bir gün uşaklı bir zat gelir ve dükkandaki bütün malları almak için kendisi ile pazarlığa oturur pazarlık onsunda tüm malı alır bunun karşılığında ise senet verir gider. Ancak Arif ağa elindeki bu senetlerin karşılıksız olduğunu bir süre sonra öğrenecektir. İşte aile o zaman yeniden çok zor duruma düşer. Arif ağa Göksu hidroelektrik santralinin Havzan da bulunan deponun bekçiliğini yapmaya başlar konuğumuz minik Kamil de her gün babasına yemek servisi yapmaktadır.
İKİ KARDEŞ KONYA
LİSESİNE KAYIT OLUR
Kamil Uğurlu’nun abisi Konya liseni kayıt olur ama okul yönetimi Kamil’i lisenin orta kısmına kayıt etmezler çünkü okulun orta kısmı artık kapatılacaktır. Okul yönetimi abinin yalvarmalarına, ısrarına dayanamaz ve Kamil’i de lisenin orta kısmına kayıt eder. Yıl 1955’tir. Kamil ve abisi okulda çok başarılıdırlar…
MEYHANEDE BULAŞIK YIKADIM
Minik Kamil büyürken hayatın zorluklarına karşıda artık direnç vermeye başlar. Ve o yılları şöyle anlatır: Ortaokulda iken adeta DSİ’nin yevmiyeli amelesi idi. Apa barajına ölçüm işinde çalışıyordum mina tutuyordum. Barajda çalıştım. Lisede ikinde Sille halı fabrikasında çalıştım. Desen çizdim Karamanda iken ise Karamanda ki meşhur Kör Hasan’ın meyhanesinde bulaşık bile yıkadım.
EDEBİYAT ÖĞRETMENİ KAMİL OR
İLE FEYZİ HALICI’NIN ARASI İYİ DEĞİLDİR
Kamil Uğurlu özellikle lise yıllarında kültürel faaliyetlere çok ağırlık verir ve öne çıkar. Gazetelerde dergilerde makaleleri yayınmaktadır. İlk makalesi Yeni Konya gazetesinde 1960 yılında yayınlanır, hatta yazının üzerinde de portresi elle yapılmış bir klişesi bulunmaktadır. Şiirler makaleler artık arka arkaya yayınlanmaktadır. Edebiyat öğretmeni Kamil Or ile Feyzi Halıcı’nın arası açıktır. Edebiyat öğretmeni bir gün Kamil Uğurlu’ya Feyzi Halıcı’yı kastederek “Kendini şair sanan kişilerin yanına gidip gelme” der. Bir hafta sonra da Kamil Uğurlu’yu tahtaya kaldırır, o gün Orhun Abidelerini ve Yunus Emre’yi sorar. Kamil bu konuları çok iyi bilmektedir, tahtada da çok güzel anlatır ama edebiyat öğretmeni kendisine ‘bir’ vererek bundan sonra derslerine daha iyi çalışmasını söyler.
ARİF NİHAT ASYA KALP KRİZİ GEÇİRDİ
“Arif Nihat Asya,. Osman Atilla, Bekir Sıtkı Tarancı, Ümit Yaşar Oğuzcan’ı okuyordum, şiiri çok seviyordum. Turizm Derneği lise öğrencileri arasında bir şiir yarışması düzenlemişti. Konya genelinde düzenlenen bu yarışmada ben de dereceye girdim. Üçüncü oldum. Tören için toplanıldı, salon dolu idi. Sıra bana geldi “Zeynep’im Zeynep”im isimli şiirimi okumaya başladım tabii parmak kadar kısa boylu, sıska küçük bir çocuktum… Zeynep’im Zeynep’im diye şiire başlayınca herkes bunun bir aşk şiiri olduğunu sandı. Ama ben şiir de Kurtuluş savaşında mermi taşıyan Zeynep ananın, kundaktaki çocuğunun üzerinden aldığı örtüyü cephanenin üzerine saran Zeynep anadan bahsediyordum. Şiir bittiği zaman salon alkıştan çınlıyordu.
M. Sunullah Arısoy kürsüye çıktı. Salonda bulunan ve bizi dinlemekte olan Arif Nihat Asya’yı kastederek “kendisini milli sananlardan daha çok milli bir şiir” diye kendisine laf attı. Bir anda salon karıştı, bu arada karışıklıktan dolayı Arif Nihat Asya kalp krizi geçirdi. Osman Atilla kalktı “pist komünist” diye Sunullah Arısoy’a bağırdı. Salon bir kez daha karıştı. Programa bir saat ara verildi. Ertesi gün Hürriyet Gazetesi’nde bu iş büyük haber olarak manşetten yer aldı. “Şiir yarışmasında skandal haber” derken kaynağında da adı tespit edilemeyen bir lise talebesi diyerek beni anlatıyordu. Fevzi Halıcı bu olaydan sonra beni daha dikkatli takip etmeye başladı. Ortaokul öğretmenimizin benim bu edebiyata ilgimde çok büyük emeği vardı… Ortaokul öğrencisi idik; 10 tane yerli 10 tane dünya klasiği okuyacaktık. “Okumayan gelmesin” derdi ve ben de bu kitapları çok dikkatli okurdum. Liseyi de başarılı bir öğrenci olarak bitirdim.
PEYAMİ SAFA İLE YAZIŞIYORDUM
Bu arada Tercüman gazetesinde, Yeni Sabah gazetesinde yazılarım çıkıyordu. Peyami Safa ile yazışıyordum. Köşesinden benim mektuplarımı yayınlıyordu. Hatta bana köşesinden cevaplar veriyordu. Türk düşüncesi dergisinde makaleler çıkıyordu. Şiirlerim yayınlanıyordu.
İSTANBUL GÜZEL SANATLAR
AKADEMİSİNİ DERECE İLE KAZANDIM
Bizim dönemizde üniversite sınavlarına üç ayrı dersten üç gün arka arkaya giriyorduk. Birinci gün matematikten, ikinci gün fizikten, üçüncü gün kimya vardı… En popüler üniversite ise İstanbul Teknik Üniversitesi idi. Ondan sonra da sırası ile Güzel Sanatlar Akademisi geliyordu. Bu iki üniversiteyi de eczacılık, dişçilik izlerdi. Tıp fakültesine o zamanlar böyle bir ilgi yoktu, belki de tıp fakültesinin oldukça uzun süreli eğitim yapmasıydı bunun sebebi. Hatta tıp öğrencilerine burs dahi verilip okulun çekici hale getirilmesine çalışılıyordu. Konyalı köylü çocuğu olarak ben Güzel Sanatlar Akademisi mimarlık bölümünü kazandım. Hem de derece yaparak kazandım okulu dördüncü olarak kazanan bir öğrenci idim.
BİZİM OKULDA İSTANBUL
SOSYETESİNİN ÇOCUKLARI VARDI
Çok yüksek bir puan almıştım. İstanbul’ a da ilk defa gidiyordum hatta denizi ilk defa görüyordum. Deniz içinde “denizi gördüm anne” diye bir şiir yazmıştım. Türkiye’nin en rahat en popüler okulu idi, hatta bütün İstanbul sosyetesinin çocukları burada idi. Bu akademide resim, heykel ve seramik bölümleri vardı. Bu bölümlere genelde İstanbul sosyetesinin çocukları geliyordu, çünkü bu bölümler gelecek beklentisi olmayan kesimlerin ilgi göstermiş olduğu yerlerdi. Bu bölümler kültürel ağırlıklı bölümlerdi. Bu okulun yüzde 99’unu ise Galatasaray Lisesi mezunları oluşturuyordu. Benim gitmiş olduğum mimarlık bölümünde ise taşralı köylü çocukları az da olsa vardı… Bizim bölümde 50 kişi vardı… Konya gibi yurdun köşelerinden kopmuş gençler gelmişti. Benim gibi Konya’dan kopup gelen bir genç için burada yeni bir hayat başlıyordu.
ATİLLA İLHAN, ÇOLPAN İLHAN,
SADRİ ALIŞIK, MÜJDAT GEZEN
İLE BİRLİKTEYDİM
Akademinin sanat grubunu ben yönetiyordum. Artık Atilla İlhan, Çolpan İlhan, Sadri Alışık, Müjdat Gezen, Ayhan Kırdar, Bedri, Sadri Alışık, Emin Boran hep birlikte idik... En ünlü sanatçıları resitale getiriyordum. Resitaller veriyorlardı… Aşık Veysel, Orhan Hançerlioğlu Ümit Yaşar, Burhan Toprak geliyordu. İstanbul’da iken de bir inşaat bürosunda öğrencilerle birlikte çalıştım. Uygulamalı olarak işin içinde yer aldım. Yarışmalara katıldım. Raportör oldum. Keşif yapıyordum. Müthiş para kazanıyordum. Memur o dönemde aylık olarak 575 lira kazanırken ben o dönemde öğrenci iken aylık 600 lira kazanıyordum. Akşamları grubun patronu bendim. Okulda da lisansımı yapıyordum. Bütün parayı ben harcıyordum. Yüksek mimar olarak üniversiteden mezun oldum. Artık Türkiye’deki üç bin mühendisin içine girmiştim. Ankara’da ilk gökdeleni yapan Enver Tokay bana birlikte çalışma teklifinde bulundu, çok iyi de para teklif etti ama ben kabul etmedim.
AHMET HİLMİ NALÇACI’NIN YANINDA
ÇALIŞMAYA BAŞLADIM
Okuldan mezun olduktan sonra Konya’ya geldim. İsmail abim DSİ’ de başmühendis idi. Ben de Konya Belediyesine işe girdim. Ahmet Hilmi Nalçacı Belediye Başkanı idi. Beni İmar Müdür Yardımcısı yaptı. Bir süre sonra İmar Müdürü benim çok çalışmamdan etkilenmiş olacak ki pes etti ve ayrıldı. Ben İmar Müdürü oldum. İmar Müdürü olarak burada 2 yıl çalıştım. Askerlik görevim geldiği zaman ise askere gitmeyerek işime devam ettim. Bayındırlık Bakanlığına bağlı olarak çalışan İl İmar Müdürlüğü vardı. Buraya İl İmar Müdür vekili olarak atandım. Müdür yaşlı bir bey olan Cevat Bey bir süre sonra kendisi emekliliği isteyerek ayrıldı. Ben müdür oldum. Bir buçuk yılda burada çalıştım.
UĞURLU MÜHENDİSLİK 1967
YILINDA HİZMETE BAŞLADI
Daha sonra serbest olarak çalışmaya başladım. Abimde DSİ den ayrıldı ABD ye gitti. Amerika’da bir petrol şirketinde çalışıyordu. Rauf abim de teknik ressam olarak bizim yanımıza geldi ve hep birlikte çalışmaya başladık. Büyük abim sabaha kadar etüt yapıyor bende akşama kadar projeleri temize çekiyordum. Bizim gibi böyle bir çalışma ilk defa oluyordu. 1967 yılında Uğurlu Mühendislik olarak yerimiz Selçuklu Kız Talebe Yurdunun giriş katında idi. 150 metre karelik bir yerimiz vardı bayan sekreterimiz vardı daha sonra bu gün ki İş Bankasının olduğu yerin arkasında bulunan Shell petrol yıkama yağlama istasyonun üst katında ki bir ofise taşındık... Daha sonrada zafer meydanına taşındık. 2 katlı dubleks bir yerdi. Burası İdmanyurdu çarşısının orada idi. Dış cepheyi dövme bakır ile kaplamıştım. İlçelerden kazalardan burayı görmeye geliyorlardı. Artık Konya’yı aşmış orta Anadolu’ya hizmet veriyorduk Ankara Aksaray Nevşehir Niğde’ye iş yapıyorduk hizmeti ve ekibi geliştirdik.1 apartman dairesinin proje ücreti Konya da 60 bin lira iken biz bunu 270 bin liraya yapıyorduk Çünkü biz Avrupai yapıyorduk. Abim de Amerika’dan geldi. Avrupai çalışıyorduk.
NALÇACI’DA İLK KOOPERATİFİ KURDUK
Biz ilk kooperatifi kurduk; 60 bin lira SSK’dan mesken kredisi veriliyordu. Nalçacıda 190 dairelik Onlar yapı kooperatifi, 112 dairelik Kungon yapı kooperatifi, 89 daireli Uğurlu yapı kooperatifi ve 540 daireli Uğurlu villalarını yaptık. Ben üniversiteden mezun olmadan Belediye Başkanı Ahmet Hilmi Nalçacı beni çağırmıştı, “gel yüksek lisansını yapma, seninle birlikte belediyede çalışalım” demişti ben ise bu teklifi kabul etmemiştim
NİKÂHTA DÜĞÜN ŞEKERİ
YERİNE ELMA ŞEKERİ DAĞITTIK
Babam, annem, yakınlarımız Karaman’da yakın bir dostumun kızı olan eşimi beğenmişler, görücü usulü ile evlendim. Eşim Topçu bir Albayın kızı idi. 1970 yılında Konya’da evlendik. Düğün yapmadık nikâhta da nikâh şekeri yerine elma şekeri dağıttık. Ama nikâhtan sonra tüm Türkiye’yi dolaştık. 3 oğlum var, üçü de beşer sene ara ile dünyaya geldiler. Kutay Selçuk Üniversitesi’nde işletme iktisadı bitirdi. ABD’de yüksek lisans yaptı. Altay, Bilkent kentsel tasarım mezunu, İstanbul’da. Çağatay, mimarlıkta öğrenci, Anadolu üniversitesi iç mimarlıkta öğrenci… Eskişehir’de ofisi var, proje konusunda mükemmel, bilgisayarda ise süper durumda.
VATANİ GÖREV
1971 – 1973 yılları arasında askerliğimi yaptım. Ulaştırma Taburunda idim, İzmir’deki okuldan sonra Ankara’ya Mili Savunma Bakanlığı’na görevlendirildim. Genel Kurmay Başkanımız Memduh Tağmaç idi. Ayazağa’ya Belçika’da gördüğü binayı yaptım… “Fransızca bilen bir asteğmen gönderin” demişti Belçika’ya.. Ben oraya gitmiştim. Daha sonra Antalya’da Karpuzkaldıran’da askeri tesisleri yaptım. Her gün uçakla sabah Antalya’ya gidiyor akşam Antalya’dan Ankara’ ya dönüyordum. Ama zaten eğitim uçuşu yapan pilotlar her gün belli bir mesafeyi uçmaları gerekiyormuş. Onlar uçuş eğitimlerini yaparken biz de gidip geliyorduk. Bu arada bir de yaşlı bir binbaşımız vardı. En yaşlı beni görüyordu. 26- 27 yaşında idim. Dersi anlatır anlatır en sonunda da “öyle değil mi Kamil bey” derdi. Ben de “evet komutanım” derdim. Bunu bir derste üç dört defa yapardı. Yine bir gün silah eğitimi yapıyorduk ve bize “tetik düşürmeyin” dedi. Komutanımız tetik düşürmeyin dedikten sonra üç beş kişi daha tetik düşürdü. Binbaşı çok sinirlenmişti zaten önceden de tetik düşüren olursa küfrederim demişti. Tetikler düşünce “Kamil Bey nerede? Ben ne dedim, neredesin Kamil bey şimdi ne yapalım” diye çok hiddetlendi daha sonra kendisini “yapmayın efendim” diyerek sakinleştirmiştim. Bir günde Genelkurmay başkanını makamına gittik, bana “komutan bir şey sorarsa bile cevap verme biz veririz” demişlerdi. Gerçekten de komutanımızın makamında ağzımı hiç açmamıştım.
DEMİREL KARDEŞLER İLE RESTLEŞİNCE
Konya artık bana yetmiyordu, bu imar planı çalışması yetmemişti. Yarı mamul alüminyum levha üretim işine girmek istiyordum. 35 milyon lira paramız vardı. Uğurlu Mühendislik olarak devletin kredisini demir çimento parasını zamanı geldiği zaman parayı gününde ödeyen bir grup olarak imajımız itibarımız vardı. 1970’li yıllardı. Ama o zaman gördüm ki her başarının yanında bir kıskançlık vardı. Meslektaşlarımız bizim önümüzü kesmek için rakı için ant içiyorlardı. Ortanca birader bizim yönetim kurulu başkanı idi. Konya mecburiyeti ve Konya takıntısı olan içlerinde en fanatik olan da bendim. Bizim kurmayı düşündüğümüz sınaî tesisi Türkiye’de yoktu, sadece ve sadece Amerika Birleşik Devletleri’nde ve Kanada’da vardı. Demirel Başbakan idi. Biz raporları götürünce “Seydişehir Etibank Alüminyum tesislerinin üretimi sizin olsun” dedi. Ama Demirel kardeşler bunun Isparta’da kurulmasını istiyorlardı. Hatta “Kovada barajını da size verelim” dediler. Erbakan başbakan yardımcısı idi. Etibank da Erbakan’a bağlıydı. Bir türlü Etibank için talimat vermiyordu. Kredi de bir türlü serbest kalmamıştı. Zorluk çıkartıyorlardı. En sonunda biz Konya diye Demirel kardeşler de Isparta diye direnip Şevket Demirel ile restleştik. Ve biz de İstanbul’a gittik. Bu oralyum sadece Japonya’da vardı. Japonlara 1.5 milyon lira vermiştik. Fizibilite çalışması yaptırmıştık. 1000 sayfalık rapor hazırlatmıştık Bu Türkiye’nin bu konuda hazırlattığı ilk ciddi fizibilite çalışması idi. İsviçre’den Amerika Birleşik Devletlerinden bize birlikte çalışalım diye raporlar ve tekliflerle geliyordu.
BEYLİKDÜZÜ KONUTLARININ TEMEL ATMA TÖRENİ Beylizdüzü’nü aldık. Burası 467 bin metrekarelik bir alan idi. Adakan çiftliğini aldık. İlk on bin metrekarelik alanda konut yapacaktık, yıl 1979 idi. Türkiye’de Ortadoğu’da olmayan Avrupai bir sistem kullanacaktık. Ofisimizde akademik hocalar ile çalışıyorduk. Akademide görevli hocalar bize danışmanlık yapıyorlardı. Toplam 40 mimar çalışıyordu. Tünel kalıp sistemi Türkiye’de yoktu. Ben Paris’e gittim ve üç adet tünel kalıp sistemi alıp Konya’ya getirdim. Bunları Türk sistemine uydurdum ve 13 tünel kalıp yapıp bunu bize göre uydurdum, bu müthiş bir plandı. Hürriyet ve Tercüman gazeteleri o yıllarda en çok satan gazetelerdi. Hepsinin Avrupa baskılarına ilanlar verdik “Türkiye’de ki Avrupa” başlığı ile döviz karşılığı daireleri Avrupa’da satmaya başladık. Hatta Köln’de bir büro kiraladık. Ancak bu arada bankalarda faiz sistemi başlamıştı, Kastelli ortaya çıktı. Bütün Avrupalı parasını çekmek istedi daire almaktan vazgeçmişlerdi. Oysa Demirel buraların açılışına temel atma törenine helikopter ile gelmişti; Başbakandı. Biz de Konya’dan Derbentli hocayı götürmüştük. Hocayı Hilton’da ağırladık, buranın temel atma ve açılış duasını da Derbentli hocaya yaptırmıştık. 240 konutu 2 ayda satmıştık. İki de örnek daire yapmıştım bunları da Avrupai sistemi ile döşemiştik. Yani biz bunu 30 sene önce yapmıştık. Pamukbank, Yapı Kredi bankası bizim partnerimizdi. Ofiste artık 75 akademik personel çalışıyordu. Bunların içinde profesörler doçentler vardı. Ama faiz işi bizi sıkıntıya sokmuştu. İnsanlar paralarını geri istiyorlardı. Biz buna rağmen bir kaç ay daha direndik, çalışanların maaşlarını ödemek için bu işten vazgeçmeye karar verdik, hepsinin herkesin bir kuruş alacağı kalmayacak şekilde paraları ödedik ve bu işten vazgeçtik. Çünkü iş bizim namusumuzdu ve bizde kimsenin bir kuruş parası kalmamıştı.
BEN SUUDİ ARABİSTAN’A GİDİYORUM
Daha sonra kardeşler olarak toplandık ve tekrar karar verdik. Ben Suudi Arabistan’a gidecektim. İsmail abim Libya’ya gitti, diğer abim ise Almanya’da kaldı. Suudi Arabistan’da 12.5 milyon dolarlık banka mektubu ile Arabistan’ın en itibarlı insanı idim. Libya’da uçak hangarları Suudi Arabistan’da yol yaptım. Medine otobanını yaptım, burası da 115 kilometre idi… Suudi Arabistan’da çok büyük bir makine parkının sahibi olmuştum. Yalnız burada çalışmak için bir Arap ortağınızın olması gerekiyordu. Bu Arap ortağımız bir gün “Kamil Bey ben bu işten vazgeçeceğim” dedi. Adama çok söyledim gel etme eyleme filan dedim ama teminat mektubu bu Arap’ın üzerine idi. Bizim ailenin işi ikinci kez batıyordu. Bu benim kaprisim idi. İki sene Arap makamlarına Türk makamlarına derdinizi anlatmaya çalıştım çünkü oradaki makine parkındaki araçlarımızı getiremiyordum ben bunları Türkiye’den getirmemiştim burada kazanıp orada almıştım Bunları Türkiye’ye getirecektim ve burada iş yapacaktım. 4 sene bunun envanterini hazırladım. Ekrem Pakdemirli dış ticaretten sorumlu makamda idi. Hasan Celal Güzel Kutlu Savaş hepsini bir araya getirdim. Nihayet 67 parçadan oluşan makine parkını buraya getirebildim biraz rahat nefes almıştım. Yıl 1986 idi.
SELÇUK ÜNİVERSİTESİ’NE
HOCA OLUYORUM
Ahmet Alkan bir gün bana “Kemal hoca proje dersine senin girmeni istiyor” diye teklif etti. Bunu sözlü olarak söylemişti bundan altı ay sonra ciddi bir teklif geldi, yardımcı doçent olarak sanat tarihi ve mimarlık tarihi derslerine girmeye başladım, 1989’da idik. 1990’da üniversitede kadroya geçtim. 1998 yılına kadar üniversitede hocalık yaptım. Konya’ya üniversiteye gelen öğrencilerime önce Konya’yı gezdiriyor Konya merkez ve çevresine keşif yaptırıyordum. Daha sonra çocukları Ankara Hilton’a götürüyordum. Çocuklara garson nasıl çağırılır, nasıl oturulur kalkılır, hesap nasıl ödenir hepsini gösteriyordum. Çocuklar hep yarışmalara giriyorlardı ve hepsinde de çok başarılı oluyorlardı.
MHP’DEN BELEDİYE BAŞKANI OLMAMI İSTEDİLER
Mehmet Ali Uz ve beraberindeki eski ülkücülerden oluşan bir grup geldi bana. MHP’den Belediye Başkan adayı olmamı teklif ettiler. Agah Oktay Güner ile filan birlikte çok oturup kalkmıştık. Ben Konya’da RP’nin milli görüşün kalesinde bizim pek etkili olamayacağımızı filan söyledim. Ama ısrarcı oldular, ikna ettiler. Çok güzel bir kampanya yaptık. Bu arada ilk defa seçim çalışmalarında kimseye, rakiplerimize, diğer partileri karalamayan çamur atmayan bir çalışma izledik. Bize her gün çeşitli yolsuzluk, usulsüzlük dosyaları geliyordu ama biz bunların hiç birini kullanmadık. Seçimlerden sonra rakibimiz olan Mustafa Özkafa bile seçimi kazandıktan sonra geldi ve bizi bu çalışmalarımızdan dolayı tebrik etti. Konya için 35 proje sunmuştuk. TV ve gazetelerde bunları anlattık. Şehri yönetmeye talip olduğumuzu söyledik. O zaman 85 bin oy almıştık. Biz oyların yüzde 35 ini aldık onlar yüzde 65 ini, diğer partilerin aldığı toplam oy ise ancak yüzde 5 idi.
ÖZAL’A TOPLU KONUT
HAMLESİ İÇİN PROJE SUNDUM
İstanbul Beylikdüzü çalışmaları esnasında Özal Başbakan yardımcısı idi. Beni Adnan Kahveci ile görüştürdü, bir araya getirdi. Toplu Konut hamlesi projelerini kendilerine anlattım. Prof. Muzafer Egesoy’dan toplu konut bütçesinin genel bütçeden ayrılmasını istedim. Konut ihtiyaç envanteri çıkarttım. Egesoy ile birlikte Özal’a çıktık. Özal şöyle bir baktıktan sonra bize döndü ve “Devleti niye karıştırıyorsunuz?” dedi. Odada bulunan Egesoy önce bir yutkundu ve “Kamil Bey bunu söylemişti efendim” dedi. Özal kendisi eklemeler yaptı, 1994 toplu konut idaresi şekli değiştirdi. İki sene işler iyi gitti. 1 milyon 200 bin konut yapıldı. Siyasal otorite bu fonu genel bütçeyle kattı, ihale kanunu yapıldı ve iş askıya alındı. Alt yapılı arsa projesi geliştirmiştim. Doğrusuda bu hala hayalim.
TOPLU KONUT İDARESİ
BAŞKANLIĞINA GETİRİLDİM ANCAK
Toplu Konut İdaresi Başkanlığı’na getirildim… 1999 yılında ama biz 40 günlük iken büyük deprem oldu. Bu bizim için büyük şansızlıktı. Çok hızlı hareket ettik. İlk kriz masasını biz kurduk. İyi gidiyorduk ama ilerleyen zamanda ilgili MHP’li bakanla anlaşamadık. Beni Başbakanlık müşavirliğine atadılar. 2 sene burada oturdum. Başbakanlığı mahkemeye verdim. Bir hafta içerisinde lojmanı boşalttım. İki üç yıl lojmanlarını boşaltmayanlar varmış, o zaman herkes bu yüzden hayret etmişti.
TÜRK DÜNYASI KÜLTÜR
ATLASINI HAZIRLIYORUM
Türkiye Mühendisler Birliği bize sahip çıktı. Namık Kemal Zeybek Beyin referansı ile 2007 yılında Ankara’da Türk Ocakları Türk Dünyası mimarlık ve şehircilik kurultayını yaptık. 15 ülkeden 42 uzman katıldı. Dünya’nın en meşhur insanları bu kurultaya katılıyordu, dünyaya orijinal tebliğler sunuldu. İnşallah bunu her sene yapacağız. Mimarlık envanteri çıkartıyorum, tapu kayıtlarına kadar iç dış mimari yöntemleri ile Türk dünyası Kültür atlasını yapıyorum.
Benim teklifimi Çinliler 20 yıldır yapıyorlar. TÜRKSAV kurucu üyesiyim. Türkiye Mimarlar Odası Onur Kurulu Başkanıyım. İlesam üyesiyim. Türkiye Yazarlar Birliği ve Dünya şiirleri üyesiyim. Atatürk Kültür Dil Tarih Yüksek Kurumu Bilim Kurulu asil üyesiyim. 1997’de ABD’de de Berkley Üniversitesi’nde 9 ay üniversite hocalığı yaptım