Şakir Tuncay Uyaroğlu
Kaynana / kaynata / kayınbirader…
Hep merak ederdim; yukarıdaki üç kelimenin asıllarının neler olduğunu. Acaba, bu kelimelerin kökünde “kaynamak” fiili mi, yoksa “kayın” isim kökü mü vardı? İçinde “kaynana” kelimesi geçen türkülerimize bakarsak, sanki bu kelimeler “kaynamak” fiilinden geliyordu. “Kaynanayı n’apmalı, kaynar kazana atmalı; yandım gelin dedikçe, altına odun atmalı...”
Hayır; bin kere hayır, milyon kere hayır, bunlar doğru değildi. Bu türkü, bize ait bir türkü olamazdı. Tam bu hâlet-i ruhiyede iken, aklıma kaktüs çiçeğinin halk ağzındaki isimleri gelmez mi?
Kaktüsün yumruk şeklinde olanına halk ağzında “kaynanayumruğu”, avuç içi şeklinde olanına “kaynanadili”, sopa şeklinde olanına ise “kaynanasopası” denmemiş miydi?
Çıldırmamak işten değildi... Bu işin mutlaka bir doğrusu olmalıydı. Osmanlıca-Türkçe, Arapça-Türkçe lügatleri ve konuyla ilgili bilgiye ulaşabileceğim muteber kaynakları incelerken, nihayet aradığımı bulmuştum.
İşin aslı şuydu: “kaynana”, “kāim-i ana”; kaynata, kāim-i ata; “kayınbirader” ise “kāim birader” kelimelerinden geliyordu. Hemen “kāim” in anlamını aradı gözlerim. Meğer “kāim”; vekil, birinin yerini tutan, onu aratmayan demekmiş ve “kaymakam” kelimesi de ” kāim-i makam”dan geliyormuş.
O zaman “kāim i ana / kaynana / kayın valide”, “annemizin vekili, onun yerini tutan kişi”; “kāim i ata / kaynata / kayınpeder”, “babamızın vekili, onun yerini tutan kişi”; “kāim birader / kayınbirader”, “erkek kardeşimizin vekili, onun yerini tutan kişi”, ” kāim-i makam / kaymakam” ise “makamın vekili” demekti. “kayme” kelimesi de “kaime”den geliyordu.
Ne kadar muhteşem bir tablo, ne kadar güzel bir bakış açısı, ne kadar muazzam bir yorum. Hiçbir milletin dağarcığında bu güzelliğe şahit olmak, adım gibi biliyorum ki, mümkün değildi.
Sen al Arapçadaki “kāim” kelimesini, üzerine Türkçe “anne, baba, erkek kardeş” kelimelerini ekle. Ortaya güzeller güzeli bir kompozisyon çıksın. Bunu ancak aziz, necip ve asil bir millet yapabilirdi, o da: Türkler...
Çevremizdeki bütün kaynana, kaynata ve kayınbiraderlerin bu vasıflarla mümeyyiz olması uzak bir ihtimaldir. Bazı kaynana, kaynata ve kayınbiraderlerin yukarıda zikredilen türküye konu olacak cinsten olmaları ya da kaktüsün çeşitli türleriyle bütünleşecek kadar zalim, merhametsiz, vicdansız olmaları maalesef mümkündür.
Allah, böylelerini düşman başına vermesin... Emin olun, hep bir ağızdan “âmin” deyişiniz kulağıma kadar geliyor.
Önemli bir not: Dünyada kayın validesi için şiir yazan tek şair, sevgili Yavuz Bülent Bâkiler’dir. Onun aşağıdaki şiirini ilk defa okuyanlar, şiirin kayıtsız şartsız bir anne için yazıldığını düşünmektedirler; ancak işin sırrını bilenler hariç... Sözlü, nişanlı ve yeni evli çiftlere önemli bir hatırlatma: Lütfen, bu şiiri annenize ve kaynananıza mutlaka okuyun; ama ikisine de ayrı yerde ve ayrı zamanda…
O hâlde, buyurun şiir ziyafetine...
Farkında mısın?
Anneciğim bilmem farkında mısın?
Söylenmemiş en mübarek, en aziz
Duygularla çepeçevre çaresiz,
Sana yöneldiğimin farkında mısın?
Demeden yakın ırak,
Bulutlarla savrulup, ırmaklarla akarak,
Sana “Anne” diyen dilleri kıskanarak,
Kapına geldiğimin farkında mısın?
Bütün anneleri düşündüm tek tek,
Sensin benim için en güzel örnek,
Seni dinleyerek, seni görerek,
Nasıl yüceldiğimin farkında mısın?
Seni göremedim diye bu bahar,
İçimde bin türlü duygunun isyanı var,
Turnaların gökyüzünü sevdiği kadar,
Seni sevdiğimin farkında mısın?