Derviş Argun
Kim Kaybetmiş de Biz Bulacağız
Muhtemelen 20 bin lira civarında maaş ve döner sermayesi olan koca koca adamlar, kanal kanal gezip okullar açılmamalı, çocuklar evlerinden çıkmamalı, üniversiteliler yerlerinden kıpırdamamalı, çalışan anneler okul yaşındaki çocuklarına işyerlerine gitmeyerek evde bakmalı, devlet de o annelere o süreçte ücretli izin vermeli ve maaşlarını eksiksiz ödemeli v.s. v.s. diyorlar. Aynı beyler sonra dönüyor ve filyasyon sayımız ve bulaşma hızımız böyle giderse bu iş, on yıldan aşağı bitmez açıklaması yapıyorlar.
İyi de aynı beyler, bu süreçte duran ekonominin, cadde esnafı başta olmak üzere tüm Türkiye'de oluşturduğu hasarın neye tekabül ettiğini biliyor mu? Çalışamayan ve üretemeyen ekonominin, SSK ve vergi edimlerini yerine getiremeyen bir ticari hayatın, maaş ödemesi ve özlük haklar ifası konusunda zorlanan esnafların, o beylerin aldığı maaşı ve verdikleri hizmetin bedelini üretebilmek için ne kadar zorlandığının farkındalar mı? Sadece yaşadığım ilde, 25 ile 100 arası çalışanı olan binlerce firma var. Bu firmalar, üretim yapsa da yapamasa da maaş, yol, yemek, erteleme yapılsa bile SSK ve vergi edimlerini yerine getirmek zorunda. Bu firmaların hiç birisi, ekonomik birikimler açısından bırakın bir yılı, altı ayı atlatabilecek güçten bile mahrumdur.
Kimsenin ne emeğinde ne de aldığı maaş da gözümüz yok. Ama içtiğimiz suyun kaynağı olan ticaret ve üretimi de herkesin elinden geldiği kadar koruması gerektiğine inanıyorum. Ülkeler, katma değer üreten çalışmalarla ekonomik olarak büyür ve bu büyüklüğün oluşturduğu varsıllıkla eğitim, sağlık, güvenlik ve adalet gibi kamu gücü isteyen hizmetlerle halkını mutlu eder. Bir ülkenin hizmetlere kaynaklık eden ekonomiyi yok ederek, mutluluk oluşturan hizmetler üretebileceğini düşünmek mümkün değildir. O sebeple birileri bu beylere, hem onların aldığı maaş, hem de ürettiklerini iddia ettikleri hizmetin maliyetinin bir hikayesi olduğunu hatırlatmalı. Hatırlatmalı ki, sağlıkta da, özgürlük/güvenlik dengesi gibi bir sağlık/üretim ve ticaret dengesinin bulunduğunu unutmasınlar.
Pandemi sürecinin küresel düzeyde umumi bir musibet ve fakat iyi yönetenler için de bulunmaz bir fırsat olduğu aşikar. Bu durum, virüsün imal edilmiş ya da doğal yollardan oluşmuş olduğundan bağımsız bir durumdur. Virüs sürecini tamamlandığında -ki, virüse yönelik yok edici bir tedavinin görülen tarihlerde olamayacağı aynı bilim insanlarınca ifade ediliyor- normalleşen dünyaya beli kırılmış bir ekonomiyle uyanmayalım. Her kesim, ama istisnasız her kesim üzerine düşen fedakarlığı yerine getirsin. Eğitime dönük fiziksel mekanlar başta olmak üzere, hizmet üreten tüm alanlar, pandemi hassasiyetine uygun olarak dönüşümlü olarak kullanılsın. Buna üretim yapan işyerleri de dahil.
Böylesi bir planlama ile pekala ana sınıftan, üniversiteye, tüm eğitim kurumları, sıradan bir cadde esnafından binlerce insanın çalıştığı fabrikalara kadar tüm işyerleri, bu süreci en az hasarla atlatabilir ve pandemi sonrası dünyaya hazır olabilir.
Farkındayım, bu çok bilinmeyen bir teklif ya da fark edilmemiş bir durumun, hatırlatılması değil. Yapmamız gereken şey, herkesin bildiği bu gerçeğin, tüm kesimlerin ortak fedakarlığı ile eyleme dönüştürülmesidir. Eğitim dahil tüm alanlarda mekanı ve çalışma hayatını üçe bölerek, yoğunluğu azaltıp, ücret farkı talep etmeden bu süreci atlatmamız ve her alanda pandemi öncesi yakaladığımız ivmeyi, en azından korumamız gerekiyor diye düşünüyorum.
Süreçlerin, muhtemel sonuçlarıyla birlikte sevk ve idaresi en iyi idaredir diye düşünüyor, özel sektör, kamu çalışanı arasındaki o yoğun bağın, gözden kaçırılmaması gerektiğine inanıyorum. Tabii ki zorluk günleri, zorluk seferlerini gerektirir. Zorluk seferine çıkamayan milletlerin, zaferler kazanması düşünülemez. Hem kişisel/toplumsal konforumuz bozulmasın hem dene zaman biteceği belli olmayan pandemi geçinceye kadar tüm hayat askıya alınsın.
Allah için söyleyin. Kim kaybetmiş de biz bulacağız.