Mustafa Yiğit
Kırmızı Kurşun Kalem
Hak şerleri hayr eyler
Zannetme ki gayr eyler
Ârif anı seyr eyler
Mevla görelim neyler
Neylerse güzel eyler
Bir işi murad etme
Olduysa inad etme
Haktandır o reddetme
Mevla görelim neyler
Neylerse güzel eyler.
İbrahim Hakkı hazretlerinin Tevzifnamesindeki bu mısralar hayatımın düsturu oldu çoğu zaman. Modernleşen insanın en önemli problemi: Mutluluğu yakalayamamak! İnsan hangi hallerde mutlu olur, mutluluğun sınırı var mıdır? Bu soruların cevapları her insana göre değişiyor değil mi? Biliyor musunuz? Bu sorunun cevabını çok küçük yaşlarda vermiştim kendime.
Bazılarımızı son model bir araba mutlu ederken, bazılarımızı, okulda bir kısım öğrencide olan, ama kendisinin sahip olmadığı, bir kırmızı kurşun kalem mutlu eder. Çocukluk günlerim aklıma geldi bir an, en çok nelerden mutlu olurdum çocukken? Hatırımda kalan kırmızı uçlu bir kalem!
Evet, Bakkal Süleyman Amcanın hediye ettigi kırmızı kurşun kalem beni dünyanın en mutlu çocuğu yapmıstı o gün. Bana o gün sorsalardı: Son model bir araba mı istersin, kırmızı uçlu bir kalem mi? Tereddütsüz ikinciyi tercih ederdim.
Nihayet ev ödevlerimin başlıklarını Kırmızı kurşun kalemle yazmak için arkadaşlarımdan ödünç aldığım günler geride kalıyordu. Ve dünyada en cok sevdiğin adam kim deselerdi o gün, şüphesiz Bakkal Süleyman Amca, derdim.
Öyle kolay bir sey değildi kırmızı kurşun kaleminin olması. Her çocuk sahip olamazdı kolay kolay kırmızı kurşun kaleme.
Her şeyden önce toplumdaki sosyal statünle orantılı bir olaydı kırmızı kurşun kalem sahibi olmak! Mesela babanın mesleği çok önemlidir. Öğretmen çocuğu olursan, muhakkak ki okul araç ve gereçlerinin tamamına sahip olurdun. Çünkü hala o günlerde Cumhuriyetin kültür taşıyıcıları öğretmenlerdir. Öğretmenler ihtilal sonrası okul çocukları olmamıza rağmen toplumun hala en gözde meslek erbabından sayılırlardı ve biz de keşke öğretmen çocuğu olsaydık diye hayıflanırdık. Ya da aile reisinin doktor, avukat ve ordu mensubu gibi üniformalı bir meslekten olması gerekirdi. Hayatımın daha sonraki bölümlerinde anti-üniform oluşumun belki de en önemli sebebi buydu. Üniformalı aile reislerinin çocuklarının bize tavırları hep tepedendi ve onlardan kırmızı uçlu kalem ödünç almayı hiç düşünmedim okul boyunca.
Biz kimdik? Devlete bu güne dek hiçbir isi düşmemiş, ancak Allah devlete millete zeval vermesin diye dua eden, yani devletle sadece temenni bağı olan ana-babaların çocuklarıydık. Bizler köyden kente göç eden, umutları olan ve bu umutlarının taşıyıcıları olarak en azından çocuklarının okuması için gece gündüz kentin tampon işlerinde çalışan yeni bir sınıfın üyesiydik.
Biz ara-sınıf üyesiydik yani. Gerçi o zamanlar Ara sınıf nedir? Sosyal statü nedir? bu kavramlar küçük dağarcığımızda yeri olmayan şeylerdi. Yıllar sonra Mülkiyede bunun ilmini yaparken daha iyi öğrenmiştim:1950li yıllardan sonra gelisen sanayileşme, buna bağlı olarak kentleşen toplum ve köylerin boşalması. Genelde kentte minibüsle yolculuk yapan ve arabesk müziğinden zevk alan kitleler.
Köylerini şehrin taşı toprağı altındır diye terk eden insanların umudu olmuştur şehirler artık. Kendileri güzel günleri yaşamayacaklardı, çile çekeceklerdi, ama çocukları rahat edecekti. Yeni şehirlilerin en önemli özellikleri nelerdi? Köyün geleneğini şehre taşımaları, muhafazakar bir dünyaya sahip olmaları, bunu şehrin değiştiren, dönüştüren yapısına karşı kalkan olarak kullanmaları. Büyük şehre göç edenlerin durumu buydu kısaca. Koca şehir adeta canavar gibi geliyordu onlara, bizi yutacak bu şehir muhakkak, ama bizden sonrakiler yem olmayacak diyorlardı.
Bütün bu çabalar sonuç verdi ikinci kuşaklarda. Gerçi onların çoğunu bu şehir canavarı yok etti ve biz bu canavarın bir uzvu olma pahasına onların arzularını yerine getirdik. Bizim elimizin kalem tutmasını ve avuçlarımızın kürekten, sabandan değil kalemden nasırlaşmasını istemişlerdi. Ve ellerimiz kalem tutmaktan nasırlaştı.
Beni bu kadar mutlu eden bu olayın çok basit bir izahı vardı artık. Bu gün bu vakayı bir çok sosyal-iktisadi, ideolojik kavramlarla açıklayabiliyorum gördügünüz gibi, kalemim sayesinde. Kırmızı kurşun kalem tutkusu benim kalemle olan dostluğumun en önemli saiki oldu. Burslu dersaneye gittim bu kalemle. Bu kalemle Ülkenin en iyi okullarından birinde okudum.
Hayatımda ilk parayı kalemimden kazandım. Kalemim sayesinde meslek sahibi oldum. Devlet-i Alide bir makama duhul eyledik bu kalem sayesinde, vesselam.
Gördüğünüz gibi mutlu olmak için küçük bir izahat yazacaktım, bu kalem sayesinde uzattıkça uzattım!
Mutlu olmak mı istiyorsunuz şimdi? Size tavsiyem, hemen kırmızı uçlu bir kurşun kalem almanız.
Zannetme ki gayr eyler
Ârif anı seyr eyler
Mevla görelim neyler
Neylerse güzel eyler
Bir işi murad etme
Olduysa inad etme
Haktandır o reddetme
Mevla görelim neyler
Neylerse güzel eyler.
İbrahim Hakkı hazretlerinin Tevzifnamesindeki bu mısralar hayatımın düsturu oldu çoğu zaman. Modernleşen insanın en önemli problemi: Mutluluğu yakalayamamak! İnsan hangi hallerde mutlu olur, mutluluğun sınırı var mıdır? Bu soruların cevapları her insana göre değişiyor değil mi? Biliyor musunuz? Bu sorunun cevabını çok küçük yaşlarda vermiştim kendime.
Bazılarımızı son model bir araba mutlu ederken, bazılarımızı, okulda bir kısım öğrencide olan, ama kendisinin sahip olmadığı, bir kırmızı kurşun kalem mutlu eder. Çocukluk günlerim aklıma geldi bir an, en çok nelerden mutlu olurdum çocukken? Hatırımda kalan kırmızı uçlu bir kalem!
Evet, Bakkal Süleyman Amcanın hediye ettigi kırmızı kurşun kalem beni dünyanın en mutlu çocuğu yapmıstı o gün. Bana o gün sorsalardı: Son model bir araba mı istersin, kırmızı uçlu bir kalem mi? Tereddütsüz ikinciyi tercih ederdim.
Nihayet ev ödevlerimin başlıklarını Kırmızı kurşun kalemle yazmak için arkadaşlarımdan ödünç aldığım günler geride kalıyordu. Ve dünyada en cok sevdiğin adam kim deselerdi o gün, şüphesiz Bakkal Süleyman Amca, derdim.
Öyle kolay bir sey değildi kırmızı kurşun kaleminin olması. Her çocuk sahip olamazdı kolay kolay kırmızı kurşun kaleme.
Her şeyden önce toplumdaki sosyal statünle orantılı bir olaydı kırmızı kurşun kalem sahibi olmak! Mesela babanın mesleği çok önemlidir. Öğretmen çocuğu olursan, muhakkak ki okul araç ve gereçlerinin tamamına sahip olurdun. Çünkü hala o günlerde Cumhuriyetin kültür taşıyıcıları öğretmenlerdir. Öğretmenler ihtilal sonrası okul çocukları olmamıza rağmen toplumun hala en gözde meslek erbabından sayılırlardı ve biz de keşke öğretmen çocuğu olsaydık diye hayıflanırdık. Ya da aile reisinin doktor, avukat ve ordu mensubu gibi üniformalı bir meslekten olması gerekirdi. Hayatımın daha sonraki bölümlerinde anti-üniform oluşumun belki de en önemli sebebi buydu. Üniformalı aile reislerinin çocuklarının bize tavırları hep tepedendi ve onlardan kırmızı uçlu kalem ödünç almayı hiç düşünmedim okul boyunca.
Biz kimdik? Devlete bu güne dek hiçbir isi düşmemiş, ancak Allah devlete millete zeval vermesin diye dua eden, yani devletle sadece temenni bağı olan ana-babaların çocuklarıydık. Bizler köyden kente göç eden, umutları olan ve bu umutlarının taşıyıcıları olarak en azından çocuklarının okuması için gece gündüz kentin tampon işlerinde çalışan yeni bir sınıfın üyesiydik.
Biz ara-sınıf üyesiydik yani. Gerçi o zamanlar Ara sınıf nedir? Sosyal statü nedir? bu kavramlar küçük dağarcığımızda yeri olmayan şeylerdi. Yıllar sonra Mülkiyede bunun ilmini yaparken daha iyi öğrenmiştim:1950li yıllardan sonra gelisen sanayileşme, buna bağlı olarak kentleşen toplum ve köylerin boşalması. Genelde kentte minibüsle yolculuk yapan ve arabesk müziğinden zevk alan kitleler.
Köylerini şehrin taşı toprağı altındır diye terk eden insanların umudu olmuştur şehirler artık. Kendileri güzel günleri yaşamayacaklardı, çile çekeceklerdi, ama çocukları rahat edecekti. Yeni şehirlilerin en önemli özellikleri nelerdi? Köyün geleneğini şehre taşımaları, muhafazakar bir dünyaya sahip olmaları, bunu şehrin değiştiren, dönüştüren yapısına karşı kalkan olarak kullanmaları. Büyük şehre göç edenlerin durumu buydu kısaca. Koca şehir adeta canavar gibi geliyordu onlara, bizi yutacak bu şehir muhakkak, ama bizden sonrakiler yem olmayacak diyorlardı.
Bütün bu çabalar sonuç verdi ikinci kuşaklarda. Gerçi onların çoğunu bu şehir canavarı yok etti ve biz bu canavarın bir uzvu olma pahasına onların arzularını yerine getirdik. Bizim elimizin kalem tutmasını ve avuçlarımızın kürekten, sabandan değil kalemden nasırlaşmasını istemişlerdi. Ve ellerimiz kalem tutmaktan nasırlaştı.
Beni bu kadar mutlu eden bu olayın çok basit bir izahı vardı artık. Bu gün bu vakayı bir çok sosyal-iktisadi, ideolojik kavramlarla açıklayabiliyorum gördügünüz gibi, kalemim sayesinde. Kırmızı kurşun kalem tutkusu benim kalemle olan dostluğumun en önemli saiki oldu. Burslu dersaneye gittim bu kalemle. Bu kalemle Ülkenin en iyi okullarından birinde okudum.
Hayatımda ilk parayı kalemimden kazandım. Kalemim sayesinde meslek sahibi oldum. Devlet-i Alide bir makama duhul eyledik bu kalem sayesinde, vesselam.
Gördüğünüz gibi mutlu olmak için küçük bir izahat yazacaktım, bu kalem sayesinde uzattıkça uzattım!
Mutlu olmak mı istiyorsunuz şimdi? Size tavsiyem, hemen kırmızı uçlu bir kurşun kalem almanız.