Adem Alemdar
Konyalı bürokrat, Ankaralı siyasetçi!
Geçtiğimiz haftasonu Ankara'ya gittim, Konyalı bürokratlardan bir kısmını ziyaret edebildim kısa zaman diliminde. İlk olarak Bilim Sanayi Bakanlığına Müsteşar Yardımcısı olarak herkesi şaşırtan Faruk Şekerci kardeşimizi ziyaret ettim. Ardından da Çevre ve Şehircilik Bakanlığında Müsteşar Yardımcısı olan Refik Tuzcuoğlu'nu. Her iki hemşehrimiz de Konyalı siyasetçiler tarafından değil, başka şehirlerin vekilleri tarafından keşfedilerek bu önemli görevlere getirilmişlerdir. Bu cümleden olarak Konya'da kimseye borçları yok ve önleri açık inşaallah...
Yine, Refik Tuzcuoğlu gibi eski bir Meram Belediye başkanı olan Dr Serdar Kalaycı ve Ticaret Odası basın müşavirliğinden pek çoğunuzun tanıdığı Dr M. Levent Yılmaz'ı da Cumhurbaşkanlığı Külliyesi'nde ziyaret ederek kendilerini tebrik ettim. Özellikle referandumdan sonraki dönemde büyük işler düşecek bu dostlarımıza da. Onlara da çalışmalarında başarılar diledim...
Bu seyahatimde ziyaret edemedim, ama Gençlik ve Spor Bakanlığı Müsteşarı Faruk Özçelik, Başbakanlık Müsteşar Yardımcısı Hamdi Yıldırım ve Spor Genel Müdürü Mehmet Baykan abilerimi daha önce ziyaret ederek tebrik etmiştim...
Bu yazımda ismini zikretmediğim daha pek çok Konyalı hemşehrimiz Ankara'da önemli mevkilerde başarılı faaliyetlere imza atıyorlar ve biz onlarla gurur duyuyoruz. Pek çoğunu da henüz tanımıyoruz, Orman Genel Müdürü İsmail Üzmez gibi. Tanınsalardı o mevkilere zor gelirlerdi dermişim!
Şimdi gelelim fasulyenin nimetlerine...
Sayın Davutoğlu bakan ve Başbakanken Konyalılar uzun zaman beklediler, Ankara'ya yeni, yepyeni isimler taşınsın diye. Gerek ticarette gerekse yerel bürokraside birbirinden başarılı ve heyecanlı onca isim yerlerinde dururken Ankara'ya gidebilenler ya başka şehirlerden referanslarla ya da Konyalı oldukları bilinmeden derinden ve başarılı çalışmalarıyla gitmişler. Yani, kimse kimseyi bir yerlere taşımayı düşünmemiş şimdiye kadar. Sağolsunlar, Başbakanken Sayın Davutoğlu'nun danışmanları da mum dibine ışık vermez misali Konya'ya tabir yerindeyse gösterip vermediler!
Hangi bakanlığın binasına girseniz, karşınıza ilk gelenler ya Karadenizli ya da Doğu vilayetlerinden gelen insanlar. Asansöre biniyorsunuz yine aynı. Sekreteryaya varıyorsunuz, yine aynı. Oralarda Konya'dan veya biraz daha genişletelim orta Anadolu'dan çok az kişiye rastlarsınız...
Bir vakitler Gençlik ve Spor Genel Müdürlüğü de yapan Trabzonlu Mehmet Atalay, Basın İlan Kurumu'na genel müdür atandığında ziyarete gitmiştik. Binada karşımıza gelen hemen herkesin Trabzonlu olduğunu görerek "işte bu!" demiştik. Adam gelir gelmez, elinin ulaştığı her yere kendi hemşehrilerini doldurmuş. Bu yapılanın iyi bişey olduğunu ve övdüğümüzü sanmayın. Bizimkisi bir tespittir, ve bu tespit bize şunu gösteriyor; sistem kazan kazan şeklinde çalışıyor. Yani, ne kadar hemşehrin varsa getir yanına başlat memuriyete. Zaman geçince üzerinden her yerde senin adamların oluyor, bölgeyin, şehriyin insanları çıkıyor karşına ve işlerin hızla görülüyor. Madem sistem böyle çalışıyor ve bugünden yarına değişecek gibi de görünmüyor, öyleyse sen de uyacaksın ve elinden tuttuğun gibi cengaverleri devlet kademelerine yerleştireceksin...
Sami Güçlü abi Tarım Bakanıyken o zaman basın müşavirliğini yapan Hasan Erbay abi bir gün beni arayarak "bakanla birlikte başbaşa köyleri gezmek ister misin" dedi. Kabul ettim ve bakan beyle Sarayönü köylerini gezdik, çiftçiler 'sayın bakanım tarım destekleri ne zaman' diye soruyorlar bakan bey de sırası gelince gibi laflar ediyordu. Gerçekten de Konya, destek dağıtımında sonlara doğruydu. Bir köyde durduk, kahvehaneye biriken köylülere hitap etti bakan bey. Ayçiçeğine şu kadar verdik, fındığa bu kadar diye cümleler kurarken köylülerin istediği şeyleri bir türlü söylemiyordu. Arabaya binince, "Sayın Bakanım ayçiçeğinin meyvesini Trakyalı vekiller, fındığın meyvesini de Karadenizli vekiller yer. Siz buğday ve pancardan bahsetmelisiniz buralarda" dedim. "Hem niye böyle yaparsınız, tarım desteğini ilk önce Konya'ya vermelisiniz. Sizden evvelki bakan Sivaslıydı ve önce Sivas diyordu ve bunu kimse yadırgamıyordu" dedim. Köylünün istediği güzel şeyler demelisiniz diye tavsiyede bulundum. Bakan bey bana bir akademisyenin neden bakan olamayacağını anlatırcasına, "ama ben Konya'nın değil tüm Türkiye'nin bakanıyım" deyiverdi. Ben de "hayır, siz evvela Konya'nın bakanısınız. Burada olmazsanız, hiç bir yerde olamazsınız" dedim. Nihayet hazin son! O zaman da millet bekledi, bakan bizi Ankara'ya çağırır mı diye, ama nafile üç-beş kişiyi ancak taşıyabildi. Çiftçilere iki satır moral vereci laf etmeyen birisi kalkar da Ankara'ya bürokrat götürmeye mi kafa yorar! Oysa beyefendiliğine, tarım gönüllüsü gibi harika projelerine kimse bişey diyemez...
Elazığlı Mehmet Ağar mesela, Ankara'ya bürokrat taşıma hususunda "number one" idi. Bağımsız aday olduğunda Elazığlı hemşehrileri de onu mahçup etmediler...
Bizim Siyasetçilerimiz; tanıdıkları, bildikleri, çalışkan hemşehrilerini Ankara'ya taşıma hususunda hep çekinken oldular. Oysa bu onların yapmaları gereken bir şeydi. Üstelik tarih boyunca sistem hep böyle çalışmıştı. Hatta, Peygamber Efendimiz Sallallahü aleyhi vesellem de fethedilen yerlere KPSS veya bir başka imtihanla vali göndermedi. Oturup kalktığı, dostlarını yani sahabilerini yolladı.
Neticede diyeceğim; bizim siyasetçiler, Ankara'ya gidince Ankaralı oluveriyorlar ve kendilerini oralarda hep kalacak zannediyorlar. Hal böyle olunca da halimiz böyle oluyor...
Bir dua ile bitirelim; Rabbim bizi yolundan ayırmasın, kimsenin hakkını yedirmesin. Hayırlı işlerimizde bizleri mahçup etmesin, yardımcımız olsun inşaallah.
***
Bir aday adayının penceresinden de bakabilmeli siyaset kurumu
Geçtiğimiz seçimlerin birinde aday adayı olmuştu, adaylar netleşinceye kadar kendi çapında çalıştı çabaladı ve neticede "kusura bakmayın" denildi. O da kusura bakmadı, gitti işine gücüne sarıldı, ama kendisinin yerine; ondan daha iyisi diye seçilenleri takip etti, gidip gelmelerini, konuşmalarını, yapıp ettiklerini ve önce kendi kendine sonra başkalarına sormaya başladı. Yahu bu bizden daha iyi şehri temsil eder diye seçilenleri görüyorsunuz değil mi, bizden gerçekten iyi mi hepsi diye...
Bu soruların manası yok tabi, hiç bir şey göründüğü gibi de değil!..
Peki aday adayı olurken para verdi partisine, zaman ayırdı belki bir ay işinden gücünden kaldı zarar etti. Bu partinin bir başkanı, bir teşkilatı yok mu ki bu vaktiyle parasını ve zamanını verenleri bir gün arasa, bir hatırını sorsa...
Şimdi bakın lazım oldu, niçin "evet" denileceğini anlatacak gönüllüler ordusuna ihtiyaç var. Peki kim bunlar...
Değirmen gibi adam öğütüyor siyaset kurumu. Bir tarafından sağlam çıkanlar neyse de geride kalanlara necisin bile denmiyor. Bir aday adayını dinledim, moralim bozuldu. Bir de siz dinleyin, seçilivereydi büyük adam olacaktı, seçilemeyince adam yerine konmuyor! Böyle sistem olmaz olsun...