Doç. Dr. Murat Kayacan
Korkağım ve...
Korkağım ve bunu itiraf ediyorum
Başlığa taşıdığımız cümle, “Esed rejiminin zulmüne maruz kalan Suriye’nin” Golan Tepelerinde arıcılık ve ziraatle geçinen ve okuduğum eserlerinin genelinde “çatışmacı bir İslam telakkisinden” uzak durmayı öğütleyen –ve son olaylarda iki oğlu Esed rejimince tutuklanan- Cevdet Said’in (1931-)“Ademoğlunun İlk Mezhebi” (Pınar Yay., İst., 2005) adlı eserinden alınma. Bu yazıda onun bu eseri merkezinde şiddet teması üzerinde duracağız.
Said’in yaklaşımına göre Hz. Peygamber (s), ashabına hiçbir şiddet eylemini emretmemiştir. İslami hükümlere boyun eğecek toplum yapılandıktan sonra ancak tüm ilahi emirler toplumda uygulama alanı bulmuştur. Yani şiddete baş vurmak ancak meşru İslamî bir yönetimin yine meşruiyet sınırları içinde yapabileceği bir şeydir. Dışlanan, “kimin ne için ve hangi hedefle şiddete baş vurduğunun” bilinmediği bir ortamın oluşmasına hizmet etmektir. Yoksa Said’in “salt şiddet karşıtı” bir düşünür olarak betimlenmesi şu cümlesi dikkate alındığında mümkün görünmemektedir: “Müslüman, toplum şeriata teslim oluncaya kadar sadece tebliğde bulunacak ve hükümlerin bihassa cezaların uygulanmasına ancak anılan süreç tamamlanınca uygulanması teşebbüsünde bulunacaktır.”
Said’e göre, şeriat ahkamını uygulayacak ve cihadı tatbik edecek kimsenin, “emaneti” yüklenmeye ehil bir sıfata sahip olması ve ulaştığı seviyeye bu şartları ihlal etmeden gelmiş olması gerekir. Zira size fikren karşı olana direnmeyi kendinize mübah gördüğünüzde ona aynı eylemi yapma hakkını vermiş olursunuz. Hz. Peygamber (s)’in işkence altında inleyen ashabına bazı şartlarda mubah sayılan “kendi nefsini savunma” hakkını” bile vermemiştir. Evet bütün bunlar ashabı emanete ehil kılmak için birer alıştırmadan ibaretti, ta ki yeryüzünün hilafetini üstlendiklerinde hevalarına mağlup olmasınlar. Yazarın kanaatine göre, ilk İslam toplumunun yapılanmasında isyanın ve şiddetin yasaklanması gerçeğinin tek sebebi budur.
Yazar iktidar sahiplerinin şeriata aykırı amelleri olmasının “ayaklanma gerekçesi” yapılamayacağı kanaatindedir. Anlaşıldığı kadarıyla o, yönetimin tümüne değil gayr-ı İslami uygulamalarına karşı olmamız gerektiğini düşünmektedir.
Şiddet bağlamında Said’e göre Hz. Nuh’a karşı toplumunun cephe almasının sebebi, onun şiddete dayalı bir inkılap gerçekleştirmesi veya onlara karşı düşmanca bir tavır takınması değil, tam tersine onlara sadece Allah’ın ayetlerini tebliği etmesiydi (Yunus, 10: 71). Hz. Nuh, bu konuda başarılı olmuş ancak toplumu onun bu çağrısını reddedip hakkında kötü şeyler düşünmeye ve onu taşlayarak linç etmeye yeltenince onlara karşı şiddet kullanmayı içinden geçirmemiş ve son nefesine kadar sabretmeye karar vermiştir. Gerçekten de tebliğ süresi gayet uzun olmasına rağmen, ilahi ceza gelene kadar onun “misliyle mukabeleye” yönelmemeyi sayıca az ümmetinin maslahatına uygun gördüğünü söylemek mümkün.
Said, “İyilikle kötülük bir olmaz, Sen (kötülüğü) en güzel bir şekilde önle.” (Fussilet, 41: 34) ayetini belirttikten sonra kötülüğü önlemede (şiddetten uzak) bu yöntemi takip etmenin zor olduğunu mütakip ayeti delil göstererek ifade etmektedir: “Buna (bu güzel davranışa) ancak sabredenler kavuşturulur; buna ancak (hayırdan) büyük nasibi olan kimse kavuşturulur. “ (Fussilet, 41: 35).
Said yaklaşımını, Mevdudi’nin (1903-1979) Mekke’de Müslüman davetçilere yaptığı konuşmadan “gizli örgütler kurmanın, şiddete baş vurmanın zararlı ve sonuç itibarıyla da kötü olduğu, en sağlıklı inkılabın asr-ı saadette gerçekleştiği, insanları fazilet ve ahlakla davet etmek gerektiği, kalıcı ve faydalı bir inkılabın ancak bu yöntemle sağlanabileceği, aksi takdirde bir dereceye kadar da başarılı olunsa bile bu eylemin kalıcı olmayacağı” şeklindeki sözleriyle de desteklemektedir.
Said, Japonya ve Almanya’nın en büyük krizden ancak şiddeti bırakıp kayıtsız şartsız zorla kabullendikleri barıştan sonra kurtulabildikleri fikrindedir. Bu ülkeler şiddet üslubunu ve askeri müdahaleleri bıraktıktan sonra çok kısa zamanda kendilerine gelebilmiş ve bütün dünyaya sorunların üstesinden ilim yoluyla gelinebileceğini ispat etmişlerdir. Said’e itiraz sadedinde “Ama bak ABD’de hem ilim hem güç var ve o ikisinden dünyada daha etkili!” denilse muhtemelen Said şöyle diyecektir: “Su-i misal misal olmaz!”
Peki, Suriye’deki son olaylarda Said’in tavrı ne olmuştur? Bence hak arayışındaki Suriye halkının Habil gibi “öldürmek için elini kaldırmaksızın” hedeflerine yönelik direnişlerini takdirle karşılamıştır. İnşaallah zannımda yanılmıyorumdur.