Kül ve alaz aynı ateşin parçaları

Kül ve alaz aynı ateşin parçaları

Gazetemiz Haber Müdürü Murat Güzel ilk kitabı Uzak Koku'da geçmiş ve geleceğin sularında yüzüyor. Yeni Şafak Kitap Eki'nden Hatice Saka, Güzel'le söyleşti.

Uzak Koku genç şair Murat Güzel'in ilk şiir kitabı. Uzun yıllardır edebiyat dergilerinde yayınlanan şiirleriyle dikkat çeken Güzel, kitabının tam zamanında çıktığını söylüyor. "Bütün zamanları aynı anda yaşamış gibi hissediyorum kendimi. Konya'da yaşıyorum ve Moğol istilasının oluşturduğu yıkımı iliklerime kadar hissediyorum" diyen Güzel, zihnini şiirle yenilediğini söylüyor.

Uzun yıllardır dergilerde şiirleriniz yayınlanıyor. İlk kitabınız neden bu kadar gecikti?


Kitabın gecikmesinin çok önemli olduğunu düşünmüyorum doğrusu. Çünkü edebiyatın, gerçek edebiyatın dergiler aracılığıyla neşvü nema bulduğuna inanıyorum. Buna rağmen haklısınız, ilk kitap çok daha önceleri çıkabilirdi. Fakat bunun da bir nasip, kısmet, dahası kader meselesi olduğuna kâniyim. Allah, her zaman sizi size bırakmıyor. İyi ki bırakmıyor. İnsanın kendine kalması, kendi kendine kalması kadar kötü bir şey yok şu dünyada.
İlk kitabım 1997’de yayınlanabilirdi pekâlâ ve ben o ilk kitabı çok sonradan reddetmek, unutmak zorunda kalabilirdim. Böyle şeyler yaşanmıyor mu, yaşanıyor, birçok örneği var Türk edebiyatında, şiirinde. Sonuçta, zamanında yayınlandığını düşünüyorum ilk kitabımın.

Modern Koku adını taşıyan şiirde 'Tanrım yüzüme bir cömertlik yerleştir, kerim bir ifade kat sözlerime,/ bu kokuları yakınlaştır, bu sinemalardan al beni, bu parklardan çıkar, ' diyorsunuz. Modernlik ve İslam, Müslüman ve kent yaşamı çatışmaları ve sancılarıyla yer alıyor şiirlerinizde. Şiiriniz bu çatışmalardan besleniyor diyebilir miyiz?


Modernlik ile İslam arasında sizin öngördüğünüz gibi tam bir çatışma hali öngörmüyorum ben. Elbette uyuşmalar, uzlaşmalar olduğu kadar, çatışmaların da olması mukadderdir bir yerde; fakat en azından kavramsal düzeyde modernliğin İslam’a ters ya da onunla çatışacak bir özünün var olduğuna inanmıyorum. Bu tersinden, modernliğin her halükarda İslam’la uzlaşan bir özünün olduğu şeklinde okunursa hataya da düşülür. Bunu da ekliyorum. İnsanların değer biçme biçimlerindeki aksaklıklar söz konusu edilebilir belki. Neye değer verip neleri değersiz kıldığınızla alakalıdır bütün bu hususlar. Aynı şekilde Müslüman ile kent yaşamı arasında da bir çatışma olduğunu öngörmüyorum; aksine İslam’ın son derece şehirli bir din olduğunu düşünmek elzem. Elbette şehir ile kır arasındaki karşıtlaştırmanın tamamen modern bir tasarım olduğunu da gözden ırak tutmamak gerekiyor. Geleneğimizde gerçi bedevi-hadari zıtlaştırması vardır ve üstelik bu zıtlaştırmada övgüye değer bulunan tutumlar genelde hadarilere atfedilir.
Bütün bunların ışığında modern Müslüman öznelliğin modernlikle, modern yaşamla, kentlerin düzenleniş ve kent hayatının akışıyla birtakım problemleri de olabilir elbette. Ama bu problemler belli ölçülerde şiirlerimde dile de gelmiş olabilir. Fakat, bahsettiğiniz dizeleri de yazan kişinin kentte doğmuş, kentte büyümüş ve ısrarla da kentlerde yaşamış birinin kaleminden çıktığını göz ardı etmemek gerekiyor. Modernliğin ‘mutsuz bilinci’ konuşuyor o dizelerde.

'Her şey isimle başlar ' Derrida'nın felsefesini özetleyen bir cümle. Sizin şiirlerinizin felsefeyle, özellikle Derrida'nın felsefesiyle ilişkisini anlatır mısınız?


Felsefeyle söylem ve kavram düzeyindeki yakınlaşma ile poetik düzeydeki yakınlaşmayı ayrı tutmak gerekir birbirinden. Kavramsal planda felsefe yok şiirlerimde, buna karşın Paul Valery’nin poetik ide dediği türden bir şiirsel düşüncenin de sadece benim şiirlerimde değil, şiir olma haysiyetiyle donanmış hemen bütün şiirlerde yer alması gerektiği, yer aldığı kanaatindeyim.
Derrida’nın düşünüş tarzının birçok noktada beni cezp ettiğini söyleyebilirim. Felsefi dilin şiirime sızdığı noktalar, çoğu kez, siyasi-felsefi düşünüş tarzlarıyla şiir aracılığıyla hesaplaştığım yerlerdedir. Siyasi-felsefi düşünme biçimi, kesinlikle muhayyilenizin somutlanmasında size yol gösteriyor. İmgeci-lirik yaklaşımların safdilliliğinin, biraz önce üzerinde durduğumuz kente karşı pastoral yaşamı ikonlaştırma tarzlarının ötesinde size soluk alabileceğiniz somut bir söylemsel mekân sağlıyor. Bütün bunlarla şiirin felsefeye tabi olmasını arzuladığım şeklinde yanlış bir fikre kapılmamalı. Platon’dan beri felsefeyle şairler arasında süregelen o kavganın ya da kıskançlığın saiklerinin neler olduğunu, bu saiklerin vahim sonuçlarının neler olabileceğini gösteren bir filozof Derrida. Şiirin ‘kirpi’liği de aynı ilişkilere rahatsız edici bir bakış atmamızı sağlıyor son kertede.

Yabancı sözcükler, bölünen, kesilen, dağılan dizeler yer alıyor kitapta. Günümüz şiiri ve biçim ilişkisini nasıl değerlendiriyorsunuz ve şiirinizi hangi kategoriye yerleştiriyorsunuz?


Hayatımız gibi şiirimdeki bölünen, kesilen, dağılan dizeler… Bir yerde toplanıyorlar elbette. Sokakta yürüdüğünüzde karşınıza çıkan yabancı mağaza isimleriyle, bir şiir okuduğunuzda karşınıza çıkan yabancı kelimeler arasında ne tür bir fark var acaba? Biçimci bir şiirim yok, özellikle görsel şiir denen zımbırtılarla aramda epey bir mesafe olduğunu söylemeliyim. Bu tür biçimi öne çıkaran şairlerden olmamaya öteden beri itina gösterdim. Türk şiirinin anlatımcı imkânlarının bu şiiri büyüten bir tarafı olagelmiştir üstelik. Tevfik Fikret’i, Mehmed Akif’i, Nazım Hikmet’i ya da Necip Fazıl’ı hep hesaba katmalı. Turgut Uyar, Sezai Karakoç, Cahit Zarifoğlu biçimciliğin Türk şiirine egemen olmasının önündeki en büyük engellerdir sözgelimi. Özün metni ile biçimin metni şeklinde ikiye ayırt edebileceğimiz farklı metinler işleyebilir bir şiirde. Bu iki metnin de ‘anlatımcı’ olması gerektiğini, asıl metnin anlamına katkıda bulunmaları gerektiğini düşünüyorum öte yandan. Nihayetinde, ironik realist bir şiir diyebilirsiniz benim şiirime, eğer bir ad takmak istiyorsanız. Bu yaklaşım ise, Hakan Arslanbenzer’in neo-epik yaklaşımıyla, Hayriye Ünal’ın ‘çok sesli şiiri’yle birçok ortak paydaya sahiptir; ama yine de onlardan ayrıdır. Günümüzün biçimci şairleriyle ise hiçbir ilgim yoktur!

Kitabınızda Avrupa Birliğine Hayır ismini taşıyan bir şiir var. Kalkın ve Yürüyün sözü sık sık tekrar ediliyor şiirde. Avrupa Birliğine karşı oluşunuzun nedenlerini öğrenebilir miyiz?


Mensubu olduğum düşünce geleneğinin ve içinde bulunduğum halkın bir ölçüde AB’yle ilişkisini sorgulayan bir şiirdir bu. Daha dün diyebileceğimiz bir zamana dek, Avrupa’yı ‘Ortak’, bizi de ‘Pazar’ kılan bir ilişkiler yumağı düşüncesinden, ‘AB’ye girmek gerekli!’ düşüncesine nasıl geçildi acaba? 28 Şubat postmodern darbesinin bu geçişteki rolü nedir? Eğer sözünü ettiğimiz o darbenin böyle bir rolü varsa, yani AB’den umduğumuz salt bir ‘hayat hakkı’ ise, hatta AB’ye girmeyi bizim gözümüzde meşrulaştıran sadece böyle bir hayat hakkı talebiyse 28 Şubat’a kadar dile getirilmiş düşüncelerimizi çok az bir pahaya satmışız demektir!

Sit-com, soap opera, bankalar, borsalar, para, dolar kurları bir yanda Asya, Afrika, Oğuzlar,Karluklar, Roma, Kartaca, Moğol istilası şiirlerinizin geçmişe ve bugüne dönük olması bilinçli bir tercih miydi?


Bütün zamanları aynı anda yaşamış gibi hissediyorum kendimi. Konya’da yaşıyorum ve Moğol istilasının oluşturduğu yıkımı iliklerime kadar her an hissediyorum. Her gün sokaklarında yürüdüğüm Konya’da Selçuklu atlarının kişneyişini duymam kadar normal başka ne olabilir? Sadreddin Konevi’nin türbesi civarında gezinirken, Alâeddin Keykubat’ın yaptırdığı surdan günümüze kadar ulaşmış bir parçanın arkeolojik kimi kazılarla ortaya çıkarıldığını görmüşken Moğol istilasının İslam dünyasında oluşturduğu ruh yıkımıyla Kartaca’nın Roma orduları tarafından yakılması arasındaki irtibatı sezmemem imkânsız. Elbette geçmişin sesleri günümüzde yankılarını bir şekilde bize duyuruyorlar. Taşta, toprakta, ama her şeyden önce okuduğumuz kitaplarda… Bir de aynı sokaklarda bankalar var, borsalar bulunuyor; oturduğumuz evlerde televizyonlar açık ve o televizyonlarda bahsini ettiğiniz diziler gösteriliyor. Bu karmaşadan kamaşan zihnimi durultuyor şiir.

Hafıza şiirinde 'Ateşe doğru uyanıyorum//küle ya da alaza/süre çok mu kısa 'diyorsunuz. İlk kitabınız Uzak Koku'yu ateş, alaz ya da küle doğru olan uyanışlardan hangisine yakın buluyorsunuz?

Yanan çalılığın ateşine uyanıyorum sürekli. Her sabah bir çağ yangını gibi bir hayat sürüyoruz. Her sabah trafik kazaları, cinayetler, hırsızlıklar, yolsuzluklar; cümle yangın kokuları… Kül ve alaz aynı ateşin parçaları.