Doç. Dr. Murat Kayacan
Kur’an’da “Sabret! Allah’ın vaadi gerçektir.” ifadesi
“Sabret! Allah’ın vaadi gerçektir (Fasbir inne va’dallâhi hakk(un)).” ifadesi iki Mekki surenin üç ayetinde geçmektedir. Bu yazıda söz konusu ayetler, içlerinde bulundukları surelerin iniş sırasına göre ele alınacaktır.
Risaletin ilk yıllarında Mekke, müşriklerin söz sahibi olduğu ve Müslümanlara eziyet ettiği, batılın sözünün geçtiği bir yerdir. Öyle bir ortamda gösterilecek Müslümanca tavır, dinin anlatılması ve yaşanması konusunda dirençli olmaktır. Bu direnç, bazen düşmana sert tepkiler vermemeyi gerektirir; çünkü getirileri götürdüklerinden daha az olur: “Sabret! Allah’ın vaadi gerçektir. Günahının bağışlanmasını iste. Akşam-sabah Rabbini hamd ile tespih et.” (Mümin, 40: 55). Peygamber’e (s), “Sabret!” denilmesi onun insanları bir an önce doğru yola iletme konusunda sabırsızlandığını akla getirmektedir. Ayetteki vaat, kâfirlere karşı zafer şeklinde yorumlanmıştır. Gerçekte de öyle olmuş; Peygamberle (s) birlikte sabreden müminler, Mekkeli müşrikleri yenilgiye uğratmış ve müşrikler tarafından çıkarıldıkları Mekke’yi fethetmişlerdir. Günahların bağışlanması talebi ile Allah’ın tespih edilmesi, bağışlanma isteğine olumlu yanıt verilmesine bir vesiledir. Ayetteki “akşam-sabah” Allah’ı yüceltmek ifadesi, kinaye yoluyla Allah’ı yüceltmekte bir sürekliliği ifade eder. Yani Allah’a yakışmayacak şeyleri O’ndan uzak tutmak gerekir.
Allah, inkârcı topluluğu tehdit etmektedir; çünkü onlar itaati değil, isyanı seçmekte ve şeytana tabi olmaktadır. Onlara karşı yapılması gereken şey, onların batıl yolunu değil, rabbani yolu tercih edip o yoldan ayrılmamaktır: “Sabret! Allah’ın vaadi gerçektir. Onlara söz verdiğimiz azabın bir kısmını ya sana gösteririz ya da seni daha önce vefat ettiririz. Nasıl olsa onlar bize dönecektir.” (Mümin, 40: 77). Peygamber’e (s) ve mesajına karşı mücadele verenler, dünyevi azabın muhatabıdırlar. Ahirette de hesap vermekten asla kaçamayacaklardır. Kâfirlere yönelik bu sert hitap, aynı zamanda insanların dünya ve ahiret mutluluğunu temin etmeye çalışan Resul’e (s) bir tesellidir. O, insanlar şirke ve zulme sapıp azaba uğramasın diye çabalamaktadır. Dini anlatan ve yaşayana, bu çabalar fayda getirir. Tebliğin, muhataplarında nasıl yankı bulacağı konusu ise tebliğciyle ilgili değildir; çünkü insanları doğru yola getirme, insanı aşar. Müminlerin, zulmedenlerin cezalandırıldığını görmeden ölmeleri mümkündür. Bu, zalimlerin dünyada/ahirette ceza görmeyeceği anlamına gelmez.
Rumların yenilgiye uğrayacaklarından, ardından tekrar galip geleceklerinden ve o gün müminlerin sevineceğinden söz eden ayetlerle başlayan Rum suresinin son ayeti şöyledir: “Sabret! Allah’ın vaadi gerçektir. İnanmamış olanlar, sakın seni gevşekliğe sevk etmesin!” (Rum, 30: 60). Surenin başı ile sonu arasında çok güzel bir uyum vardır. Surenin ilk ayetlerinde kötü görünen bir durumun sona ereceği müjdesi verilmekte ve müminler umutsuzluktan kurtarılmaktadır. Surenin sonunda ise Resulullah’a (s) inkârcıların yalanlamaları ve iftiralarının onu dinden umudunu kesmeye asla yönlendirmemesi gerektiğinden söz edilmektedir. Peygamber’in (s) sabrı meyvelerini vermiş, müşrikler yenilmiş ve Mekke Müslümanlar tarafından fethedilmiştir. Zaten ilahi vaat gereği müminler kurtulacaktır. Nihai kurtuluş ise ahirette gerçekleşecektir.
Görüldüğü gibi üç ayette de sabretmesi istenen kişi Resulullah’tır (s). O, en güzel örnek olduğuna göre onun izinden giden müminler de Hz. Muhammed (s) gibi dini anlama ve yaşama konusunda ısrarlı olmalı, kâfir ve münafıkların batıl çabalarına karşı dirençlerini korumalı ve “İnanıyorsak eğer bizimdir zafer.” demelidir.