"Kürt Açılımı" Kan Kaybediyor

"Kürt Açılımı" Kan Kaybediyor

Önyargıları yıkmanın ve kafaya beton gibi yerleşmiş kalıpları kırmanın ne kadar zor olduğunu bugünlerde yeni örneklerle görüyoruz.

Atilla Yayla / ZAMAN

Yeni şeyler söyleyin, lütfen!

Zamanın, hayatın, akıl ve mantığın, sosyal ve siyasi realitelerin çürüttüğü klişeler; Kürt probleminin kaynağı olan fikir, düşünce ve uygulamalar, geçmiş otuz yıl hiç yaşanmamış gibi tekrarlanıyor ve savunuluyor. Hem de daha saldırgan, daha yaralayıcı, daha tahripkâr bir üslupla.

En son Genelkurmay Başkanı, görev alanını ve yetkilerini aşarak siyasi bir mesaj yayınladı ve siyasetçilere yön çizmeye yeltendi. Bu yüzden, ne yazık ki, "demokratik açılım" veya "Kürt açılımı" denen hamle kan kaybediyor. Korkarım, bu gidişle, son ayların çözüm için umut verici havası çok geçmeden dağılmaya başlayabilir.

Çözüm sürecindeki sıkıntılar genelde ifade özgürlüğü kıtlığından ve sağlıklı bir fikir alışverişinde bulunamamaktan kaynaklanıyor. Yetersiz ifade özgürlüğü insanların korkmasına ve kendini açıklamaktan geri durmasına sebep oluyor. Fikir alışverişinin olmamasına ise kırmızı veya mavi çizgilere kafayı takanlar neden oluyor. Bunlar, başka fikirdeki insanları dinlemiyor. Karşı argümanları çürütmeyip sadece reddediyor. Kendi doğrularını dayatıyor. Başkalarını dinlemedikleri ve fikirlerini zıt fikirlerle tartmadıkları için fikir diye savunduklarının kum kulelerinden ibaret olduğunu, eleştiriler karşısında ayakta kalamadığını, hayat tarafından yalanlandığını göremiyor.

KUM KULELERİNDEN İBARET FİKİRLER

Bir kere daha bazı hakikatlerin altını çizelim. Türkiye'de çok ciddi bir Kürt problemi var. Çok yönlü olmak ve enternasyonal boyutlar da taşımakla beraber, problemin kökü bu topraklarda. Yani problem yabancılar tarafından kasıtlı olarak yaratılmış, hiç sosyal tabanı olmadığı halde suni olarak ortaya çıkmış değil.

Bu problemin ana kaynağı ülkede egemen devlet zihniyeti ve bu zihniyete dayanan ve on yılları kapsayan yanlış ve zararlı uygulamalar. Bu devletçi zihniyet hemen her alanda özgürlük karşıtı ve vatandaşlarına davranışta alabildiğine hoyrat. Bunun sebebi, bir ideal birey ve toplum yaratmak istemesi ve devleti bunun aracı olarak yapılandırması. Bu siyasi yapılanma neredeyse toplumun her tabakasına zarar vermekte. Kürtler ise zararlardan en çok nasiplenen kesim olmakta!

Kürtler açısından temel problem Türklere karşı kendilerini ikincil konumda hissetmeleri. Bu hem bir hissiyat hem bir algılama ve haklılıklarını ispatlayacak olgular hiç eksik değil. Kürtlerin gözünde bu ülke Türk etnisitesini esas alan bir siyasi entite. Bunun en önemli göstergesi resmi dilin ve eğitim dilinin Türkçe olması ve Kürtçenin çeşitli seviyelerde, açık veya örtülü, doğrudan veya dolaylı olarak yasaklanması.

Niye böyle yapılıyor? Türk-Kürt eşitliğinin olduğunu iddia edenler önce bu soruya cevap vermek zorunda. Ve bunu yaparken sonsuz hareket alanları yok. Ya Kürtçenin böyle bir muameleye tabi tutulmadığını ispat etmeliler ya da Kürtleri, Kürtçeye layık görülen statünün ahlaken haklı ve doğru olduğuna ikna etmeliler. Bunlardan biri yapılmadığı sürece Kürtlerdeki eşitsizlik algısı değişmeyecek.

Tabii ki ilkini yapamazlar; çünkü durum dünya âleme malum. İkincisini de yapamazlar. Öyle ya, Kürtçeye baskı altında olma ve yasaklanma statüsünü layık görenler Çinlilerin Uygur alfabesini yasaklamasını, Jivkov döneminde Bulgaristan'da Türkçenin yasaklanmasını mazur görebiliyor mu? Irak'ta Kürtlerin çoğunlukta olduğu yerlerde Türkmen dilinin, Kürtçenin Türkiye'de tabi tutulduğu muameleye tabi tutulmasına rıza gösterir mi?

Baykal diyor ki, Kürtçenin statüsü değişirse Türkiye'de halk arasında ayrılık gayrılık olur. Tamamen yanlış. Türkiye'de Kürtçe diye bir dil bulunmayıp devlet halkın bir kesimini olmayan bir dili kullanmaya zorlamıyor. Kürtçe diye bir dil ve bu dili konuşan geniş halk kesimleri mevcut olduğu ve bu insanlar negatif ayrımcılığa uğradığına inandığı için problem doğuyor.

Hacettepe Üniversitesi Nüfus Bilimleri Enstitüsü'nün bir araştırmasına göre Türkiye'de yaşayan on dil var. En büyükleri Türkçe ve Kürtçe. Arapça açık ara üçüncü. Elbette yaşayan bütün diller ve kültürler özgür olmalı, bilimsel ve folklorik araştırmalara konu yapılmalı ve özellikle üniversitelerde serbestçe öğretilmeli ve yaşatılmalı.

Ancak, Kürtçenin durumu biraz farklı. Onun Türkçe dışındaki dillerinkilerle karşılaştırılamayacak kadar geniş bir nüfus tabanı var. Bu yüzden statüsü diğer dillerle değil Türkçe ile karşılaştırılabilir. Her dile özgürlük tanınması ne Türkiye'nin birliğinin ne de Türkçenin toplumsal statüsünün altını oyar. Tersine, Türkiye'nin birliğini ve Türkçenin ortak iletişim aracı olma fonksiyonunu kuvvetlendirir.

Muhalefet açılımın içeriğinin -paketin neyi kapsadığının- belli olmadığını söylüyor. Evet ama doğrusu bu. İlk ihtiyaç, problemi çözme yolunda bir siyasi ve toplumsal iradenin doğması. Bunun yarattığı iyimser atmosfer içinde ilgili her kişi ve kesim görüş ve taleplerini ortaya koyacak ve tartışa tartışa bir yere doğru gidilecek. Problem böyle çözülür.

Ve nerede çözülüyorsa orada çözülür. Çözümün nerede olacağını ancak bir peygamber önceden tam olarak bilebilir. Gidilen yol yanlış, ben problemin nasıl çözüleceğini biliyorum diyen varsa ortaya çıkmalı ve fikirleriyle bizi aydınlatmalı.

MÜFLİS DÜŞÜNCELERE YENİ AMBALAJLAR...

Muhalefet bu olmayan paketin ABD paketi olduğunu iddia ediyor. Sürece ABD'nin katkısı var mıdır, varsa nedir, bunu benim gibi sade vatandaşlar bilemez. Ama bu probleme etraftaki ülkelerin ve süper güç ABD'nin müdahil olmaması mümkün mü?

Öcalan'ı derdest edip Türkiye'ye teslim etmek de bir ABD projesiydi. O zaman buna niye itiraz edilmedi? Kandil bombalanırken ABD'den istihbarat desteği alınıyor. Buna niye itiraz yok? ABD'nin işi de zor. Karışsa karıştığı için, karışmasa karışmadığı için suçlanıyor. Madem öyle, namevcut pakete ABD paketi diye karşı çıkanlar bir "yerli paket" ortaya koysunlar, onu tartışalım.

Tutturmuşlar, muhatap kim diye soruyorlar. Bu problemin özü insan hakları ihlalleri olduğuna göre muhatap insan hakları. İnsan hakları ihlallerini sona erdirmek için kimseyle pazarlık yapmaya, almaya ve vermeye gerek yok. Vatandaşlarına saygı gösteren bir devlet, insan hakkı ihlallerini bitirmeyi bir varlık sebebi olarak alır ve ona göre davranır.

Ayrıca, bu problemin beşeri muhatapları aşan bir boyutu, bir ilahi muhatabı da var. İnsan hakları Allah'ın insanlara bağışıysa hak ihlalleri ve bu arada dillerin yasaklanması aynı anda hem insana zulüm hem Tanrı'ya isyandır. Zira hakların ve dillerin yaratıcısı en nihayetinde Allah'tır. Evet, zaman ezber tekrarlama değil, yeni şeyler söyleme zamanıdır. Allah aşkına, müflis fikirleri acar ambalajlarla tekrar pazarlama çabasına son verip, yapabiliyorsanız, ufkumuzu açacak yeni şeyler söyleyin!