Laçiner: ABD, Türkiye'yi değil PKK'yı seçti
'1 Mart tezkeresi çok etik, çok havalı bir karardı. Amerika’nın yüzüne şak diye bir tokat gibi indi. Ama Türkiye’ye bedeli çok ağır oldu.' diyen Prof. Dr. Sedat Laçiner'in ilginç tespitleri var...
Çanakkale 18 Mart Üniversitesi Rektörü Prof Dr. Sedat Laçiner'in son olaylara ilişkin değerlendirmelerini Mine Şenocaklı'ya anlattı. İşte o ilginç tespitler:
"1 Mart tezkeresi çok etik, çok havalı bir karardı. Amerika’nın yüzüne şak diye bir tokat gibi indi. Ama Türkiye’ye bedeli çok ağır oldu. 2003’ten bu yana verilen şehitlerin büyük oranda müsebbibi 1 Mart tezkeresidir. Amerika’nın orada tamamen çark etmesidir. 1 Mart tezkeresi Türkiye’nin Amerika’nın başına çuval geçirmesi gibidir...
Biz çuvalı geçirdik, onlar da bizim başımıza çuval geçirmeye, çorap örmeye başladılar... Türkiye’nin başına çuval geçiren Amerika, bugüne kadar kaç PKK’lının başına çuval geçirdi! Bırakın bunu, Amerika nedeniyle bugüne kadar burnu kanamış tek bir PKK’lı bile yok! Bu Amerika’nın kimi seçtiğinin en açık delilidir!
Tam bir ay önce Diyarbakır Silvan’dan gelen 13 şehit haberi üzerine konuşmuştuk uzun uzun. Ben “Bu eylemler sertleşir mi? Gerisi gelir mi? Nerede hata yapıyoruz?” diye ard arda sorunca... O söyleşide iki çarpıcı tespitte bulunmuştu Uluslararası Stratejik Araştırmalar Kurumu (USAK) kurucusu ve Çanakkale 18 Mart Üniversitesi Rektörü Prof. Sedat Laçiner:
1 “30 yıllık terörle mücadelede en büyük hata meseleyi TSK’ya bırakmak. Terörle mücadele ordunun elinden alınıp içinde mutlaka polisin yer aldığı ayrı bir silahlı yapılanma oluşturulmalı. Askeri yapılar hantal yapılardır. Üstelik bizde asker bu mücadeleyi uzmanlarla değil, gencecik acemi askerlerle yapıyor. Terörle mücadele uzmanlık işidir. Siz evinizde musluk bozulunca bir acemiye mi tamir ettiriyorsunuz, yoksa bu işi bilen birine mi? Bu iş musluk tamirinden daha mı önemsiz ve basit ki, acemi gençleri sürüyoruz PKK’nın önüne! Zaten yasalarımıza göre terörle mücadeleden sorumlu kurum TSK değil, kolluk güçleridir. Yani şehirde polis, dağda, bayırda jandarma...”
2 “AK Parti’nin en başarısız olduğu, en az dokunduğu, hatta hiç dokunmadığı alan silahlı mücadele. Hükümet, zaman zaman naifliğe de çalan bir iyi niyetle ‘Biz bu işin silahlı mücadele kısmına çok dokunmadan idare edecek şekilde demokratik açılıma devam edelim, ordu ne yapıyorsa yapsın, biz de bu arada PKK’yı ikna edebilir miyiz?’ diyor. Bunun mümkün olmadığı kanaatindeyim! Görünen o ki terör olayları artarak devam eder. Yaz boyu böyle sürer...”
Bu söyleşiden birkaç gün sonra Başbakan Erdoğan terörle mücadelede polisin de devreye gireceğini açıkladı. Bu arada PKK sertleşti, 30 günde 30 şehit daha verdi Türkiye... Başbakan da sertleşti; ‘’8 askerimiz sahur vakti şehit edildi. Sabrımız bitti. Bundan sonrası konuşulmaz, uygulanır’’ dedi. Kandil bombalanmaya başlandı... Demokratik açılım derken, ne oldu da bu noktaya gelindi? Değişen ne? PKK’nın arkasında kimler var? Yine pek çok soruyla gittim Çanakkale’ye, Prof. Laçiner’e... Ve yine çok çarpıcı tespitlerle döndüm...
Öcalan yakalandığında ABD’nin hedefi PKK’yı bitirmekti
Ne değişti de PKK bu kadar sertleşti?
Hani küçük yaralar vardır, basit tedavilerle hallolabilecekken, siz kirli ellerle oynarsınız oynarsınız, kabuk bağlamasına izin vermezsiniz, yara büyür, dışarının etkisine açık hale gelir... Sonunda kangren olur, çok büyük bedeller ödetir insana, bir koca bacak, bir kol gider... İşte bu böyle bir hikâye. Çünkü ben Kürtlerle Türklerin ayrılabilecek iki millet olmadığı kanaatindeyim. Daha doğrusu yakın bir zamana kadar böyleydi kanaatim ama Türkiye küçücük bir yarayla oynaya oynaya onu kangren haline getirdi. Öcalan’ın yakalanmasına kadar devlet PKK’ya karşı her tür zorbalığı uyguladı. Türkiye 80’lerde, 90’larda silahın hemen her çeşidini şuursuzca, hınçla, kinle, öfkeyle kullandı. Geniş bir kitle hain ilan edildi ve o bölgeye terörle mücadeleye hazır olmayan, aşırı motive edilmiş, adeta milliyetçilik dozajı yüksek haplar almış insanlar gönderildi ve ellerine silah verildi. Onlar da sağı solu dağıttılar. Bunun dışında 27 Mayıs’ta kurulan yönetim için, terör iyi bir şeydi. Çünkü terör rejimin meşrulaştırıcısı oldu. O sayede 12 Eylül oldu. 27 Mayıs ve 12 Eylül sürekli, ara verilmemiş darbelerdir. Darbeler terör sayesinde süreklilik kazandı. Generaller önemliydi, çünkü terör vardı... Demek ki terör sürmeliydi. Böyle bir yönü de oldu meselenin. Burada birbirini besleyen iki kötü var. İsterseniz buna Ergenekon deyin, isterseniz derin devlet, onunla Kürtçü ayrılıkçılık birbirini besledi. Terörün düşüşe geçtiği dönemlerde, terör örgütüne silah verildi devletin içinden. Mesela belli bir köyde örgüte katılım yoksa, o köye gidildi, bilinçli olarak üniformalar giyilerek insanlara eziyet edildi ve o eziyetin akabinde o köyün tüm gençleri PKK’ya katıldılar, dağa çıktılar. Bu bilerek, isteyerek yapıldı. Dağa çıksın istendi bu çocuklar. Bu hikaye uluslararası sistemin müdahalesiyle durdu.
Ne zaman?
1999’da Abdullah Öcalan’ın yakalanmasıyla... ABD, Öcalan’ı yakaladı Kenya’da, Nairobi’de, paketledi, Türkiye’ye hediye etti. PKK, Öcalan demekti o zaman... İkinci, üçüncü adamı yoktu. En yakın adam 100’üncü adamdı. Öcalan, Kaddafi gibi, Esad gibi, Saddam gibi bir adam. Bu adamların veliahtı olmaz. Bu adamlar gitti mi rejim çöker.
Ama PKK çökmedi...
Buradaki hikaye başka... ABD paketledi Öcalan’ı, Türkiye’ye gönderdi. Dönemin Başbakan’ı Ecevit diyor ki, “Neden bize Öcalan’ı verdiler anlamadım!..” Bizim Kara Kuvvetleri Komutanı çıktı şu açıklamayı yaptı; “Biz gittik, Suriye’yi tehdit ettik, Öcalan da Suriye’den çıkmak zorunda kaldı.” Çıkmak zorunda kaldı da ne oldu? Adam gitti İtalya’da o kadar oturdu. Ne yapabildiniz? Hiçbir şey! Keşke Suriye’de otursaydı, adam İtalya’da çok daha tehlikeli hale gelmişti.
Neden İtalya’da daha tehlikeli hale gelmişti?
İtalya ona oturma izni vermiş olsaydı, bugün hâlâ İtalya’dan örgütünü yönetiyor olsaydı ne yapacaktınız? Suriye mi, İtalya mı daha kolay bir yem? İtalya’da İngiliz parlamenterler, Almanlar, herkes ziyaret etti Öcalan’ı. Almanya yakalama emri olmasına rağmen gidip yakalamadı, yakalamak istemedi. Ondan sonra Öcalan Rusya’ya geçmek istedi. Bugün Rusya’da oturuyor olsaydı ne yapabilirdiniz? Hiçbir şey! Allah’tan o ülkeler kabul etmedi. Ama kabul etmemelerinin sebebi Türkiye değildir, Amerika’dır. Amerika müsaade etmedi buna. Yunanistan da baskılardan dolayı kendi içine alamadı Öcalan’ı ve Afrika’daki elçiliğinde Amerikalılara teslim etmek zorunda kaldı. Gerçekten de paket gibi verdiler bize Öcalan’ı. Bugün bazıları diyor ki bir Ergenekon sanığından dolayı, “İşte Öcalan’ı getiren asker!” Öcalan’ı siz de, ben de getirirdim. Çatışma mı çıkmış, bir tek kurşun mu atmışlar? CIA ajanları uydu üzerinden bütün telefon konuşmalarını dinleyip yerini belirlediler. Türkiye’nin ruhu bile duymazken Nairobi’de aldılar, havaalanında bizimkilere teslim ettiler. Eli kolu bağlı bir adam ne yapabilir? Bizimkiler de gözündeki bandı açtılar, vatana hoş geldin!
Şimdi de Amerika isterse PKK biter mi?
Tabii. Orada Amerika’nın hedefi PKK’yı bitirmekti. Çünkü Amerika için PKK misyonunu tamamlamış bir örgüttü.
1 Mart tezkeresinde Türkiye etik davrandı ama kârlı bir iş yapmadı
Neydi misyonu o zaman?
Clinton dönemidir bu... Misyonu uzun. Bir tek misyonu yoktu. Birçok roller oynadı PKK. Yıllar içinde değişti o roller, bitti. Yarar vermediği gibi, Irak’ın kuzeyine zarar vermeye başladı PKK. Amerika’nın oradaki hedefi şuydu; Irak parçalanacak, kuzeyde bir Kürt devleti kurulacak, Saddam Hüseyin devrilecek! Yeni dünya düzenini Amerika, Irak Körfez Savaşı ile başlattı biliyorsunuz ve PKK Ortadoğu’daki yeniden yapılandırmaya mani olan bir örgüt oldu. Barzani ile, Talabani ile çatıştı, orada üçüncü bir güç olmaya kalkıştı. Amerika buna müsaade etmedi. Barzani’nin, Talabani’nin Washington’dan taleplerini yerine getirdi ve Öcalan’ı bize hediye etti. Örgütün de altını boşalttı ve ondan sonraki dönemde 2003’ün ortalarına kadar Amerika, Osman Öcalan da dahil olmak üzere, PKK’nın önde gelen isimlerini kendi yanına çekti. Bunlar hep PKK aleyhine açıklamalara başladılar. PKK çözülmeye başladı. Ne zamana kadar? 1 Mart Tezkeresi’ne kadar.
Yani 2003’e kadar...
1 Mart tezkeresinde Türkiye Meclisi Amerikan askerlerinin Türk topraklarından Irak’a geçişine müsaade etmeyince bu Amerika’yı, üstelik daha önce verilen bir söz varken çok sinirlendirdi. 1 Mart tezkeresi Amerika’nın yüzüne atılmış bir tokat gibidir. Amerika’nın başına çuval geçirmek gibidir. Biz çuvalı geçirdik onlar da bizim başımıza çuval geçirmeye, çorap örmeye başladılar. Hınçlarını alamadılar çünkü Irak’ta başarısızlık arttı, arttıkça Amerika Türkiye’yi suçladı ve sonunda PKK diriltildi. Yani misyonunu bitirmiş bir örgüt diriltilmeye başlandı 1 Mart tezkeresinden sonra.
Türkiye o karardan sonra çok da güçlendi Ortadoğu’da ama...
Amerikan askerleri Irak’a, Türkiye üzerinden geçmiş olsaydı, Türkiye yine Ortadoğu’da güçlenirdi. Tayyip Erdoğan, Abdullah Gül, Ahmet Davutoğlu üçlüsü yine o misyonu eda ettirirdi. Ne olurdu? Birkaç yıl gecikirdi. Ama olurdu. PKK’nın son 7-8 yılda yeniden dirilişi 1 Mart tezkeresinin maliyetidir. Etik bulmayabilirsiniz ama uluslararası ilişkiler biraz da sizin çıkarınızla başkasının çıkarının değişme meselesidir. Türkiye etik davranmıştır ama kârlı bir iş yapmamıştır.
Amerika’nın Irak işgalinden sonra Kandil üç misli büyüdü
Başbakan da istemiyordu zaten bu sonucu...
Erdoğan söz vermişti. Buna rağmen o söz yerine getirilmemiş oldu. Zaten işin kötü tarafı bu. Bu sözden dolayı Amerika’nın tepkisi ağır oldu.
Ya şimdi?
Ondan sonra bir kere Amerika PKK’yı görmezden geldi. İkincisi, PKK’lılarla görüştüklerini, yardımcı olduklarını zaten biliyoruz. PKK kanadı da bunu söyledi. Bu süreçte, “Bizim çok silahımız var, biz size yardımcı olalım” diye Amerikalılara yalvardılar. Ayakta kalabilmelerinin buna borçlu olduğunu biliyorlardı. Murat Karayılan’ın New York Times’a, Washington Post’a verdiği demeçler var. “Biz Amerika’yı, Amerikan halkını çok severiz, Amerika’ya yardımcı olabiliriz. Şu kadar silahlı insanımız var, müsaade edin size yardım edelim” diye hem Amerika’ya hem de İsrail’e verdiği sıcak mesajlar var. Bu noktada İran meselesinin depreşmeye başlamasıyla birlikte hem Amerika hem İsrail PKK’nın İran kanadını, PJAK’ı güçlendirmeye başladılar ve PJAK, güç ve etkinlik olarak ayrı bir PKK gibi ortaya çıktı.
PJAK ve PKK’yı ayrı düşünmemek mi lazım?
Bir bedenin bir kısmını desteklediğinizi söylüyorsunuz. Bu olacak bir şey mi? Dolayısıyla PKK Türkiye’ye karşı da güçlenmiş oldu. Irak işgalinden bu yana Kandil Dağı’nda üç misline yakın bir büyüme gerçekleşti... Şimdi Amerikalılar diyorlar ki, “Biz PKK’ya bir şey yapamıyoruz. El Kaide’ye ne yapabiliyoruz ki?” El Kaide’ye çok şey yaptılar. Afganistan’da olsun, Irak’ta olsun öldürülen insan sayısı binlerce, belki çok daha fazla. Ama PKK’ya baktığımızda ne var? PKK aslında çok zorlu bir dağda kalmıyor. Amerika’nın teknolojisiyle düşününce, Amerika istemezse Kandil Dağı’nda PKK’nın kalması mümkün değil. Çünkü bu dağın lojistik yolları belli. Buraları kapattığınız zaman PKK uzun süre dayanamaz. İkincisi; bunların kaldıkları yerler belli ve mağara derinlikleri de az çok belirgin. Amerika’nın buralara nüfuz edebilecek bombaları var. Ama bunları Türkiye’ye vermediği gibi kendisi de kullanmıyor. Bunları geçtim, bugüne kadar Amerika’nın yakaladığı bir tek PKK’lı yok. Yakaladığını geçtim, Amerika nedeniyle burnu kanamış bir tek PKK’lı yok. Oysa bu örgüt Amerika yasalarına bakarsanız uyuşturucu ticareti yaptığı söylenen bir örgüt.
En son alınan kararlar var o konuda... Karayılan’ın mal varlığını dondurdular.
Yok ki öyle bir mal varlığı Amerika’da... Bu örgüt terör örgütü listesinde ve müttefik bir ülkeye çok zarar veriyor. Ama Amerika kılını bile kıpırdatmadı bugüne kadar. Tam aksine, ya görmezden geldi ya da destekledi.
Ama PKK’ya karşı Türkiye’nin yanında olduklarını söylüyorlar...
Sözde herkes her şeyi söyler. Onlar hikâye... Timsah gözyaşı... Türk-Amerikan ilişkilerini hızla kopma noktasına götüren bir unsurdur PKK... Amerika, Türkiye’yi değil PKK’yı seçti! Bunun da sebebi İran meselesidir veya Ortadoğu’daki diğer sebeplerdir veyahut da Amerika’nın içerisinde birtakım gruplar Amerika’nın Türkiye’yi seçmesine izin vermemiştir. Fiili bir durum söz konusudur. Bu çok açık. Türk askerlerinin başına çuval geçiren Amerika kaç PKK’lının başına çuval geçirdi? Bu Amerika’nın kimi seçtiğinin en açık delilidir.
Türkiye Kandil’i bombalıyor. Bu arada hiçbir destek almıyor mu Amerika’dan?
Amerikalılar size istihbarat verir ama bunun sonunda ne olduğuna bakacaksınız. Kaç PKK’lı öldü? PKK’nın beli mi kırıldı? Sonuçta tavşana tut, tazıya kaç vaziyeti var burada. Yani siz Türkiye’ye bir istihbarat verirsiniz, Türkiye gider 15-20, bilemediniz 100 PKK’lı öldürür. Bu atak PKK’yı bitirmiyorsa, ciddi bir etkisi yoksa, PKK’yı hınçlandırır ve Türkiye’ye saldırtır. Sinir bozucu eylemler yapar PKK, çok büyük kayıplar verdirir. Sonra Amerika bir istihbarat daha verir. Türkiye Muş’ta 2, Diyarbakır’da 5 PKK’lı daha yakalar, bu PKK’yı yeniden hınçlandırır. Bu hikaye sürer gider. Buradaki bir yardım değildir, hikayenin devam etmesini sağlamaktır. Aslında 2007’de bir anlaşma imzalandı Washington’da... Erdoğan-Bush zirvesi yapıldı. Orada bir takım şeylerin değişme ihtimali belirdi. Amerika Türkiye’nin kaybedilmemesi gerektiğini düşündü ve Türkiye’ye destek vermeye başladı. Kandil operasyonları, istihbarat desteği başladı. Talabani Türkiye’ye döndürüldü, Barzani onu takip etmeye başlar gibi oldu ama bu noktada Türkiye’nin İsrail ile ilişkileri bozuldu ve bu hikaye orada bitti. Ondan sonra Amerika’nın Türkiye’ye PKK konusunda hiçbir katkısı olmadı.
Sonuçta Amerika’nın desteğini alamazsak PKK terörü sürer mi?
Bu meselenin bir dış, bir iç boyutu var. İçeride bir Kürt sorunu var, bir bölgesel kalkınma sorunu var, bir terör sorunu var. Dışarıya baktığınızda ise bir güç dengesi meselesi var. Bir tarafta İsrail, Avrupa ve Amerika, diğer tarafta Suriye, İran, Irak var. İkisiyle de mücadele etmeniz gerekli.
Suriye için de İsrail için de Türkiye’nin canını acıtabildiği için PKK önemli...
PKK ile mücadele için dışarda ne yapılmalı?
Bu aynı zamanda güç dengeleriyle ilgili bir konudur. Bununla ilgili pazarlık yapabilirsiniz. “PKK’yı ver” diyebilirsiniz, karşılığında İsrail sizden özür dilmek zorunda kalmaz! Veya alırsınız PKK’yı, Amerika’ya Suriye’de tam destek verirsiniz. Veya Suriye getirirse PKK’yı, Suriye’de insanların öldürülmesine ses çıkartmazsınız.
İyi ama nasıl ses çıkartmayız?
Sonuçta bu bir pazarlık meselesi. Gücünüz varsa bu işleri pazarlık yapmadan halledebilirsiniz. Ama Türkiye’nin böyle bir gücü yok uluslararası arenada... İçeride de çok açık veriyor. Kürt siyasetini zamanında çözemedi. Buradan terörün beslenmesini kesemedi. Teröristle mücadelede ordusu, jandarması yetersiz, istihbaratı zayıf, polisi kırık dökük... Bu durumda ne olacak? Ölelim mi? Etik açıdan bakarsanız sorun var ama meseleye sadece etik açıdan bakabilecek güçte misiniz? İşte, 1 Mart çok etik, çok havalı bir karardı. Amerika’nın yüzüne şak diye bir tokat indi. Ama Türkiye’ye bedeli çok ağır oldu. 2003’ten bu yana verilen şehitlerin büyük oranda müsebbibi 1 Mart tezkeresidir. Amerika’nın orada tamamen çark etmesidir.
Çok acı, sürekli öldürmekten bahsediyoruz. Oysa siz aynı zamanda demokratik açılım devam etmeli diyorsunuz. İki taraf da “Silahlar susacak” dese olmaz mı, böyle bir çözüm yok mu?
Bir terör örgütü kendi rızasıyla silah bırakmaz. Böyle bir ihtimal yok. Üstelik Suriye’de büyük hesaplar yapılıyor. İran karışık... PKK burada bir fonksiyon icra etmeye başladı. Fonksiyonsuz PKK yok artık elimizde. Türkiye’nin canını acıtabildiği için PKK, İran için de, Suriye için de, Amerika için de, İsrail için de, Barzani için de kıymetli... Ama Türkiye güçlü bir ülke. Hata yapıyor, hatasının acı sonuçları oluyor ama o kadar. 40 değil, 400 de şehit verir, veriyor da zaten, canı çok yanıyor. Ama orayı korur, tutar. Yalnız dış destek olmazsa çok zorlanır.
Birileri PKK üzerinden Türkiye’yi hizaya sokmaya çalışıyor
Bu gidiş nereye doğru o zaman? Federasyona mı?
Onu bilemem. Ama PKK halkı temsil etme noktasından da uzaklaştı. Eğer Türkiye burada kontrolsüz davranmazsa ve PKK’ya dış desteği kesebilirse bu meseleyi çözebilir. Dediğim gibi pazarlık gerekiyorsa pazarlık bile yapılabilir...
Suriye ile mi?
Herkesle yapılabilir. Karşılığında ne alacağınıza bakar. Ama kanın karşılığı kandır, para olmaz genelde. Siz diyorsanız ki, “Benim insanlarım ölmesin”, o zaman o pazarlığın karşılığı başka insanlar ölecektir bir yerlerde.
Çok acı!
Çirkin, acı ama böyle. Çünkü şu an bütün hesaplar sizin insanınızın ölmesi üzerine yapılmaya başlandı. Bu ölen insanların hepsi birtakım dış hesapların bir sonucu ve tabii sizin içerideki becerisizlikleriniz onu artırıyor. Birileri PKK üzerinden Türkiye’yi hizaya sokmak istiyor. Ama siz de hazırlıksız olduğunuz için fena kayıp veriyorsunuz. Normalde bir yılda verilecek zayiatı 1 ayda veriyorsunuz.
Önümüzdeki günlerde Suriye ve İran meselesi çok belirleyici olacak. 2007’de Ocak ayında Amerikalı bir diplomat bana dedi ki, “Diyelim ki Kandil’deki bazı önde gelen PKK’lıları Türkiye’ye versek, 10 tane, 20 tane PKK’lı yöneticiyi size teslim etsek, Amerika’ya karşı Türkiye’nin tavrı değişir mi?” Dedim ki, “Çok değişir.” Clinton Öcalan’ı hediye ettiği zaman gerçekten Türkiye’deki yıllardır süren Amerika’ya karşı şüphecilik dağılmak üzereydi. O 6’ncı Filolar falan hepsi unutulmak üzereydi. “Böyle bir şey yaparsanız çuval hadisesi gibi şeyler unutulur” dedim. Sonra o soruyu Amerikalıların birçok yerde sorduğunu anladım. Daha sonra Hudson Enstitüsü’nde Türk generalinin olduğu bir ortamda bu sorunun sorulduğunu ve o kişinin de bunun iyi olmayacağını hükümete yarayacağını söylediğini duydum... Bugün de Amerikalılar eğer PKK’nın ilk 10-20 ismini verebilirse bu çok şeyi değiştirebilir, bütün dengeler değişir.
Peki biz karşılığında ne vereceğiz Amerika’ya?
Sizin için 40 şehit ne ifade ediyorsa, onun karşılığında ne verebiliyorsanız onu vereceksiniz."